Luiselli’nin Sözcük Haritası: “Sahte Belgeler”

Ali Bulunmaz

Valeria Luiselli göç, göç bürokrasisi, yersiz-yurtsuzluk, çıkışı olan ve olmayan yollar, insanın değerini sayılara ve maddi bedellere ya da ücrete indirgeyen insan kaçakçıları, kişilerin karşısına çıkarılan veya önüne dikilen duvarlar gibi konulara yoğunlaşan bir yazar.

Zamanımızın acı hakikatlerini kurmacayla birleştiren, diğer bir ifadeyle bunları hikâyeleştiren Luiselli, hem gözlemlerini hem de bir vakitler mahkemelerdeki gönüllü tercümanlığı sırasındaki tanıklıklarını romanlaştıran bir isim. Özellikle Kayıp Çocuk Arşivi ve Bana Sonunu Söyle; mültecilik, göçmenlik ve insan kaçakçılığı bağlamındaki önemli metinleri.

Parçalanmış hayatları ve yeni bir yaşam umudunun gerisindeki trajik tecrübeleri anlatırken insanın salt insan olduğu için hakları bulunduğunu ve değerli sayılması gerektiğini hatırlatıyor hepimize. Kitaplarında, ölümden kaçanların yaşama umudunu da savrulanların bir yere ulaşma ve anlamlı bir hayata erişme arzusunu da vurguluyor. Diğer bir ifadeyle hislere ve isteklere de tercüman oluyor. Dahası, bu gibi konulara uzak ya da ilgisiz kalmayı tercih edenlere bir çağrıda bulunuyor âdeta: akla, mantığa ve vicdanlara seslenerek bu yakıcı sorunu görünür kılmaya uğraşıyor.

Dişlerimin Hikâyesi, Kayıp Çocuk Arşivi, Bana Sonunu Söyle ve Kalabalıkta Yüzler’den sonra Türkçeye çevrilen ve kaleme aldığı ilk kitap olan Sahte Belgeler’de; Luiselli’nin yazma eylemine hangi anlamları yüklediğine, gezginliğine, yazı-yaşam ilişkisine nasıl yoğunlaştığına, çeşitli kentlere ve mekânlara uzanırken dil ve aidiyet gibi konulara nasıl yaklaştığına tanık oluyoruz. Başka bir deyişle metni okurken Luiselli’nin yazarlık takviminin yapraklarını geriye doğru çeviriyoruz.

Süratle Bocalayan İnsanın Anlatımı

Luiselli, yazma işinin bir arayış, yazarın ise bir gezgin olduğunu söylüyor. Yaşam ile yazı arasındaki bağlantıyı tam buradan kuruyor. Gezginliğinin özündeki merak, kurgu ve gerçek arasındaki çizgiye getiriyor onu. Gerçeklerin bulunduğu tarafta hayat ve ölüm, diğer tarafta ise sözler ve eserler yer alıyor. Yine ilk gruba ülkeleri, şehirleri, caddeleri, sokakları, insanları ve mekânları da eklemek lazım.

Luiselli, insanların gezindiği, durduğu, kaçtığı ve kaçamadığı mekânları gözlemlerken yazarca bir bakışla tuhaf sayılabilecek eylemlerimizi ve bizden beklenenlerin yarattığı absürtlüğü hatırlatıyor. Mesela bir mezarın başında düşündükleri tam olarak bunlara karşılık geliyor: “Her ne kadar din, bize ayinlerde ve mezarlıklarda manasız bir şekilde terbiyemizi takınmamız gerektiğini aşılamaya çalıştıysa da ölülerin karşısında terbiyeli olmak gerekmez. Sessiz olmak, dua etmek, baş öne eğik biçimde yavaşça yürümek, elleri karın hizasında kavuşturmak toprağın altında yatanların pek de umurunda olan âdetler değildir.”

Luiselli bakma-görme, anlama-anlamlandırma ilişkisine yoğunlaşıyor Sahte Belgeler’de. İtalya’dan Meksika’ya, sözcükler arasındaki akrabalıklardan birbirine göz kırpan kitaplara dek genişletiyor bu ilişkiyi. Coğrafî ve zihinsel haritalar arasında da bağlantı kuruyor; biri çizgi ve işaretlerden, diğeri çoğunlukla sözcüklerden meydana gelen iki haritanın ortak noktası düşünmeyi ve çağrışımları sınırlaması.

Coğrafî ve zihinsel haritalar zaman içinde dönüşürken hız, hayatımızdaki pek çok şeyi değiştiriyor. Sürat karşısında bocaladığımızı söyleyen Luiselli; artık sakin ve amaçsızca yürümenin pek mümkün olmadığı Meksiko’yu örnek gösteriyor. Aslında hemen her yerde aynı sorundan mustaribiz; çağımız ve teknoloji, bizi hızla ve fazla düşünmeden hareket etmeye zorluyor. Dolayısıyla bakma-görme ve anlama-anlamlandırma ilişkisi sekteye uğruyor. “Ayrıntılara takılma imkânı ve gereksiz görüleni es geçme özgürlüğü”, hız tarafından elinden alınıyor insanın.

Tüm bunlara rağmen Luiselli sözcüklere, anlamlara ve çağrışımlara tutunarak gezginliğini ve arayışını sürdürürken yol, yine dile çıkıyor: “Her sözcük, ötesinde hiçbir sesin olamayacağı bir sessizlik yaratır. İsimler protezi örten bir eldiven, noksanlığın sargısıdır. Yeni bir kelime öğrenen bir çocuk dünyayla arasında bir köprü kurar ama o kelime belleğine kazındığı an içinde bir uçurum oluşur. Konuşmayı öğrenmek, herhangi bir şey hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğimizin yavaş yavaş farkına varmaktır.”

Dil, Yaşam ve Şehir Yakınlığı

Luiselli, zamanımıza hâkim olan şeylerin başında kayıpların geldiğini söylüyor. Diğer bir ifadeyle elde çok az şey kalırken insanları, sözcükleri ve şehirleri yitirdiğimizi anımsatıp yıkımdan hayat çıkarmaya uğraşanlara selam gönderiyor: “Kaybetme sürecindeyiz. Kaldırıma ölü derimizi, masaya ölü kelimeler bırakıyoruz; sokakları ve mürekkeple düzeltilmiş cümleleri unutuyoruz. Şehirler de tıpkı bedenlerimiz, tıpkı dil gibi yıkım hâlinde. Gelgelelim bu daimî deprem tehdidi bize kalan tek şey: Sadece böyle bir manzara -molozların üzerine yığılı molozlar- bizi çıkıp da geriye kalan son şeyleri aramak zorunda bırakıyor ancak bu şekilde dili kazıyıp ortaya çıkarmak gerekli, doğru kelimeyi bulmak zaruri hâle geliyor.”

Dili kaybetmenin; evi, hatıraları ve aklı yitirmekle aynı kapıya çıktığı göz önüne alınırsa Luiselli, dil-yaşam arasında hayatî bir ilinti kurup dil ve şehir yakınlığını, daha doğrusu benzerliğini Wittgenstein’a atıfla açıklıyor: “Wittgenstein, dili daimî inşa hâlindeki büyük bir şehir olarak tahayyül ediyordu. Tıpkı şehirler gibi dilin de modern mahalleleri, restore edilen alanları, tarihî bölgeleri vardı. Köprüler, yeraltı geçitleri, gökdelenler, caddeler, dar, sessiz sokaklar vardı. Wittgenstein’ın metaforu pek cazip ama buradan bakıldığında dil de şehir de bir depremin sonu gelmeyen yankıları oluyor.”

Bakma ve görme, anlama ve anlamlandırma ile şekillenen gezginliğine hatırlayarak ve hayal kurarak yaşatılan mekânları da sözcükleri tanıyarak öğrenilen ve geliştirilen dili de dâhil ediyor Luiselli; içinde dolaşılan, arka ve çıkmaz sokakları, köprüleri olan bir dil bu. “Sessizlikleri ve boşlukları bölüştüren, silerek ve kesip budayarak ilerleyen yazar” da işte orada var oluyor. Bazı kitaplar orada, hem yaşıyor ve unutuluyor hem de geri dönüp bir kez daha bakmamız için bizi bekliyor. Luiselli de bu hatırlatmalarda, var oluşlarda, unutmalar ve yeniden karşılaşmalarda, şehirlerde, köprülerde ve çıkmaz sokaklarda geziniyor. Sahte Belgeler bu manada yazarın sözcüklerle çizdiği bir harita hâline geliyor.

Sahte Belgeler, Valeria Luiselli, Çeviren: Seda Ersavcı, Siren Yayınları, 112 s.