Buzdan Parantez’de Biriken Şiirler

Aytuğ Tolu

1960 İzmir doğumlu şair Tuğrul Asi Balkar’ın yayımlanan ilk şiir kitabı Bir Sevinç Depremi (1994) Sabri Altınel Şiir Ödülü’nü alır. 2000’de Vazgeçmeler Ustası, 2005’te Buzdan Parantez şiir kitapları yayımlanır. Bu üç kitap Biriken adıyla tek kitapta toplanır.

Tuğrul Asi Balkar’ın şiirlerinde bireysel duyguların ağır bastığı içeriklerin yanı sıra içinde yaşadığı çevreye, topluma ve dünyaya sorumluluk bilinciyle yaklaşan duyarlılık sahibi bireyin duygu ve izlenimlerinin sosyolojik imgelem kullanarak kaleme aldığı dizeler mevcuttur. Toplumsal izleklerin şiire yansıması açısından sebep-i telif özelliği taşıyan ifadeler şu şekildedir: “beni üzen, sayfalarımda taşıdığım doğrular ya da yanlışlar/ değil, içimde ne olduğunu bilmeden tutuşturan insancıkların/ karanlık dünyaları. o karanlık dünyalara yakılırken bile ışık/ tutamamak ne acı…” (s. 35). Bu dizelerde olumsuz gidişatın düzeltilmesinde âtıl kalmanın verdiği vicdani ağırlık altında ezilen bir öznenin duygudurumu söz konusudur. Parçanın bütüne bağlı olduğunun bilinci, onu eyleme geçirmede önemli bir etki oluşturur. Bu bağlamda merkez-taşra ayrışmasında taşranın unutulması “taşra,/ anımsamakta/ geç kaldığımız/ çeyiz sandığı/ değil miydi” (s. 101) ifadesine özeleştiri olarak yansır. Çeyiz sandığı, birikimin ve bir tür mirasın sembolüne dönüşerek taşranın merkeze taşınmasını temsil eder fakat merkez, taşrayı unutarak onu kendi kaderine terk eder. Cumhuriyet tarihi boyunca aydınların ve edebiyatçıların merkez-çevre kopuşunun tartışmaları zaman zaman şiirlere de yansır.

Şairin ilk şiir kitabında yer alan O Duru Çocuk Bir Masal Belki şiirinde mevsimleri karartılmış “bir” kentte güzel düşler kurmanın geceleri süslemeyecek durumda olması dile getirilir. Mevsimlerin karartıldığı bir kentte geceler de morartılmıştır. “Morartılma” eylemi düşüp zedelenmenin yanı sıra edilgen durumundan kaynaklı olarak zulme, işkenceye, kötülüğe işaret eder. Karanlığın hüküm sürdüğü bu ortamda her ne kadar yıldızlar olsa da kaymıştır, kaymaktadır. Her yıldız kaydığında karanlığın etkisi daha da artar. Yıldızlar ise morartılmış gecelerde düşler kurulurken kayar: “karartılmış mevsimleri yaşarken/ bir yıldız kaysa biri ölürmüş hani/ kaç yıldız kaydı bir bilsen/ morartılmış gecelerde düşler kurarken” (s. 9). Düş kurmayla çocukluğun duruluğu/masumiyeti eşleştirilir. Bu bağlamda Sondan Başa-sekiz şiirinde “dün, bugün, yarın” birer tarihsel dönem olarak şiire yansır. Şiirin her dizisinin “Dün olunca” diye başlayan bölümünde “haylaz bir uçurtma, kol kola, umudun içinden, bizimdir güzel günler diyen kardeşin” ifadeleri geçer. Olumlu içeriğe işaret eden bu ifadeler arasına “her çiçekte bir eylül izi” girer, 12 Eylül’ün izleri bu şekilde kendini gösterir. Bu izle şekillenen “bugün” ise her odanın bir zindana, her sokağın kör bir duvara, sözlerin ateşi sönmesine evrilmiştir. Neşeli ve haylaz uçurtmanın ipinin koptuğu düzlemde birey ve toplum yönsüz biçimde savrulur. Bugün, toplumsal bunalımın kendine yaşam alanı bulduğu tarihsel bir aralıktır. Şiirin son bölümünde “yarın” hayali devreye girer. Gömleğe dokunan kan pıhtılarının silindiği, kıyımların ve gözyaşının olmadığı, kuyruğu papatyalardan bir uçurtmanın gökte süzüldüğü bir yarın resmedilir. Yarını şekillendiren bir umudun diri tutulduğu görülür. Bu bağlamda “dün” aynı kitaptaki diğer şiirlere “nereye göçmen çiçek eylül mü/ hicretin kaçıncı yenilgisi/ öldüler doğru./ ölümü dalgaların itişiyle/ kıyıya vurarak karşılayan/ bir yengeç gibi değil/ yüreğimizi ışıtan sesleriyle/ bir insan gibi karşıladılar/ bak işte, bu en doğrusu” (s. 17) dizeleriyle yansır. Çiçeğin göçmen kuş olarak şiire alınması, yaşamını yitirenleri nitelemek içindir; canın kuş misali uçuşuna dair dilsel ifade yeniden üretilir. Ölümün insanca karşılanmasına yönelik yüceltici ifadelerin bir nedeni de ölürken bile karanlığı aydınlatacak düşünce ve ideal bırakan insanlara verilen değerdir. Bu ölümlere neden olanlar yolunu şaşırmış barbarlardır, onların gerçekleştirdiği yargılamalarla günler (bugün) kararır: “karardı aynalar/ günler/ ve/ günler/ mor bir yanardöner/ ezgisiyle/ çözüldü alınyazın/ ve günler/ ve ayna/ ve her şeyi alıp götüren zaman” (s. 28). Bu dizelerden hareketle “bir” kentte mevsimlerin neden karartıldığı daha net şekilde açığa çıkar. Toplumsal düzlemin baskı aygıtları ve ideolojik araçlarla biçimlendirildiği kamusal yaşamda mutsuzluk bir anomali olarak kendini var eder, bunun sonucunda mutsuzluk tıbbi bir sorun olarak belirir, sağlıksız toplumsal yaşamın yaydığı bunalım psikiyatrik ilaçlarla giderilmeye çalışılır. Mevsimleri karartılmış kentlerin akşamları soğuktur fakat gündüzü de karartıldığından bu soğukluk hükmünü sürdürür:

“inanmayanlara mutluluk kapsülü: flutsinsenideprozac

inananlara kalmazdı zaten mutluson mesela

biliyorum soğuk soğuk bir akşam

ama biliyorum yoğundu soğuksa bile yaşam” (s. 83)

Toplumsal durumun negatif kavramlarla ifade edildiği bir düzende Vazgeçmeler Ustası şiirinin öznesi, dünya kirletilmişse herkesin üstüne “muhakkak” bir şeylerin sıçradığını dile getirir. Yozlaşmanın etki alanının genişlemesi herkesin üstünde leke kalmasına yol açar. Şiirin öznesine bırakılan/sıçratılan “aşktan bir leke”dir, kazındıkça kendini temize çıkarır. Aşk; korkuları alt eden, yaşamın masumiyetini koruyan, ışıklar saçandır. Aşkın, masumiyeti ve insanlığı kurtaracak gücüne olan inanç mücadeleye yaslandıkça umudu da güçlendirir: “gözleriniz değince/ sessizliği bitecek sözcüklerin/ özgür olacaklar/ sevginin yolu açılınca/ yüreğinizin ışığı dokununca” (s. 32). Kurtuluşa dair umut ve inanç bu dizelerde şarta bağlanır; insan, adım atmak zorundadır. Bu adım ise epik bir tonda dizelere yansıtılarak savaşmayı öne çıkarır. Savaşan yenilebilir, zafer ve yenilgi savaşmanın sonucunda gerçekleşir, savaşmayanlar için bu sonuçlar söz konusu değildir. Ses ve haykırış bir kurtuluş çağrısı niteliğine ulaşınca şair için anlam kazanır. Bu bağlamda kitaptaki şiirlere yer yer yansıyan Anka kuşu, sesin yankılanmasının önemi, okyanuslara ulaşması için hazırlanan ses gibi ifadeler epik bir tonda dillendirilir. Yankısı kalma umuduyla çıkarılan ses (Bâkî’yi hatırlatacak şekilde) mücadeleye çağrı niteliği taşır.

“bir çığlığın izdüşümündeyiz sarmaş dolaş

(o çığlık çınlar şimdi yüreklerimizde)

yenilmeyenler savaşmayanlardır,

diyor bir arkadaş, insanca yaşamanın onuru için

kaç gündür aç ve susuz: –yaşıyoruz! yaşıyoruz!” (s. 61)

:VOX CLAMANTIS IN DESERTO: şiirinin son dizesinde geçen “gülünü değerli kılan/ ona harcadığın zaman” (s. 112) ifadesi emeğin ve nicel birikimin önemine yapılan vurgudur. Güzelliğin yolu onun için verilen emekten geçer. Diyalektik materyalizm, nicel birikimlerin nitel sıçramalara yol açacağını savunur. Bu savununun, Tuğrul Asi Balkar’ın Bambaşka İki Adamın Sevinçli Yorgunluğu şiirine yansıması eylemde ve öğrenmede sürekliliğin aydınlığa kavuşmadaki önemini vurgular. İnsan öğrendikçe ve eyledikçe bir araya gelip mücadele ettikçe kurtuluşa bir adım daha yaklaşır; bilgi güçtür, eylem dönüştürücüdür:

“saklanan her şey taşındıkça taşındı

kollarımız taşıdıkça güçlendi

bildikçe bildik gözlerimizde derin gölgeleri

gördükçe gördü görmedikleri bilincimiz

donandı yüreğimiz ışıdık ve sönmedi hiç” (s. 36)

Şairin ilk şiir kitabının Cinayet Sûreleri şiirinin “Tüze Sûresi” adlı alt başlıklı bölümünde adalet mekanizmasındaki çürüme eleştirilir. Hak, adalet, suç kavramı “elma” sembolüyle eşleştirilir; elmayı dişlemek sadece yargı görevlerinin “hakkıdır” yani paradoks oluşturacak biçimde elmayı yeme erk sahipleri için suç sayılmaz. Elma, aynı zamanda ilk günahın sembolü olarak semavi dinlerin anlatısına girer; elmanın bu özelliğine şiirde telmihte bulunulur. Elmayı dişlemeyi istemek bile suç sayılır: “-elmayı dişlemek istediniz*/ -ama o elmayı siz yememiş miydiniz**/ -elmayı dişlemek istemekten hüküm giydiniz*** (*savcı, **sanık, ***yargıç)” (s. 47). Suç içeren eylem, ezilen ve sömürülen için cezayı gerektirir; erk sahipleri için aynı eylem suç teşkil etmediğinden cezayı gerektirmez. Bu durum, adalet mekanizmasının bozulmasına neden olarak toplumsal anomaliyi ortaya çıkarır. Adaletin ezilenden yana işletilmemesi “Mina Sûresi”nde kırık kalem, idam, kan akıtılmadan gerçekleşen infaz bağlamında eleştirilir: “kırık kalem, kırık kalem/ kırık kalem, çekilmiyor mu damarlarında kan/ kırık kalem yağlı urgan/ yağlı urgan damlamıyor damarlarında kan// kırık kalem kırık kalem/ kırılan can/ kırık kalem! dönmeyeceğin yere varma.” (s. 56). Kırık kalemin damarlarındaki mürekkebin akmaması, idam edilen insanının kanının akmamasıyla ilişkilendirilerek kırık kalem de yağlı urgana dönüşür, idam sehpasına gönderme söz konusudur. “Yargılı” infazlar, “Duruşma Sûresi”nin “döndüm işte,/ bütün savaşları yitirdiğim kahramanlığıma biçilen: müebbet/ celali bir aşkın firarisiyim, acıdım, kırağı da çalmaz artık” (s.49) dizeleriyle bitmesinde kendini gösterir. İsyan, Celaliler üzerinden kurulan soyla belirginleşir; hak aramanın cezası da müebbettir. Adalete yönelik eleştiriler “yargılı” infazlarla şiire taşınırken “yargısız” infazlar da “İlhanİlhan Sûresi” ve “Pusu Sûresi”nde işlenir. Sokak ortasında gerçekleştirilen yargısız infazla ve katliamlar “Pusu Sûresi”nde öyküleştirilip canlandırılır, şiirin sonu “hiç sorulmadı pusuda/ adı: duvar yazısında” (s. 54) dizeleriyle şekillenir. Politik ağıt niteliğindeki bu şiirlerde katledilenin adının duvar yazısında geçmesi, bir dönemin siyasi mücadelelerinin ve atmosferinin hatırlatılmasına yöneliktir. Bu bağlamda yaşamın ve politik mücadelenin savaş kavramlarıyla ifade edilmesi “Örümcek Sûresi”nde sürdürülür. İslam tarihinde yer edinen bir olaya göndermede bulunularak yürütülen mücadelenin haklılığı vurgulanır. İslam peygamberinin düşmanlarından uzaklaşıp sığındığı Sevr Mağarası’nın girişinde örümcek ağına rastlayan düşmanlarının buradan uzaklaşması şair tarafından yeniden üretilip mücadelenin “hak” yönü şiirin merkezine alınır: “mağara, kutsal mağara!/ örül ağlarla, örtün/ örtünsün inanç ve gerçek/ görmesinler ve yargılamayı sürdürsünler/ kendi işledikleri suçlardan bizi.” (s. 46). Bu dizelerde geçen “biz” öznesi kolektif bir yapıya ve aidiyet duygusuna işaret eder.

Tuğrul Asi Balkar’ın şiirlerinde çocukluğun masumiyetle eşleştiğine, çocukluk günlerinde aile büyüklerinden dinlenilen masallara özlem duygusuna, çocuk-yetişkin ayrışması üzerinden dönemin ve kentin kapitalist dönüşüm sürecine girdiğine yönelik dizelere rastlamak mümkündür. Bu bağlamda Kimler Üleşti Elmayı şiirinde babaannenin vefatı üzerinden yarım kalan masallara ve bir geleneğe değinilir. Anlat Derdi Çocuk şiirinde betonla çoraklaşan kentte çocuğun tedirginlikle babasının elinden tutması anlatı-şiir yakınlaşması biçiminde aktarılır. Babasından balıkçı hikâyelerini anlatmasını isteyen çocuk; kıyı şeridine palmiyeleri kimin diktiğini, bu palmiyelerin şimdi neden kesildiğini sorar. İnsanın doğadan kopuşunda kapitalizmin hızlandırıcı ve yıkıcı etkisi sadece çocukların merak konusu olmadığı gibi yetişkinlerin dünyasında da bir huzursuzluk kaynağıdır. Çocuğun merak ettikleri arasında şehrin bir zamanlar geleneksel çarşısında yer alan dükkânlar, mandalina bahçeleri, balığa çıkılan nostaljik günler vardır. Çocukların yetişkinlerden ayrıldığı nokta, sorgulama cesaretinde kendilerine sınır koymamalarıdır. Mekân ve çevre dönüşürken tarih ve insanların samimi ilişkileri de nostaljiye dönüştürülmüştür. Bu uyumsuz ve huzursuz mekânda ve zamanda tüm anomalileri aşmanın bir yolu da el ele tutuşup insan ilişkilerini güçlendirmektir.

Baba bana Balıkçı’yı anlat, derdi çocuk.

Büyüdü. Babası yine de elinden tutuyor. İçinde bir türlü

büyümeyen çocukluğunun elinden. İçinde bir türlü dinmek

bilmeyen deniz sevgisinin elinden. Doğa sevgisinin elinden.

Tarih sevgisinin elinden. İnsanlık sevgisinin elinden.

Şimdi, ikisi de, birbirilerinin ellerini daha bir sımsıkı tutuyorlar,

betonla çoraklaşan, bilisizlikle boğazlanan ağaçların

gözyaşlarını yüreklerinde duyumsayarak. Daha bir sımsıkı.

Elimi tut, bırakma, demeden.” (s. 60)

Kapitalist kentleşme bağlamında toplumsal duyarsızlaşmanın önemli nedenleri arasında özel mülkiyetin insanlar için taşıdığı anlamın gitgide yaşamın amacına dönüşmesi Tuğrul Asi Balkar’ın şiirlerine yansır. İnsanlar bu düzen içinde toplumsal sorunlara tanıklık etmek için duyularını bu yönde harekete geçirmez. Bu aşamada tanık olup olmama iki uçlu karşıt durumlar düzleminde hayatın özne tarafından sorgulanışı şiire girer; tanıklık itirazı gerektirir, itiraz da bedel ödemeyi:

“Hey! Şaşırmayı unutturan sinsi alışkanlık

Seni farkında olduğumuzda terk eden tanık

Kararlı adımlarıyla üstümüze yürüyen yıkıntı

Tepkisizliği sinirlerimize pranga kılan mülk

Gövdemden çekilmeyi dene istersen bir kez

Gel ve gör o zaman törpülenmiş inançlarımızı

Sağırlaştırılmış kulaklarımızı karaşın dengemizi

Görmeyi bir özür gibi taşıyan gözlerimizi

Çevikliği dağlarda unutmuş ayaklarımızı

Kendisine bile pusu kurmaktan çekinmeyen hayat

Yok mudur karşılığı şimdi bütün bunların?” (s. 74)

Tuğrul Asi Balkar’ın şiirlerinde kadına şiddet, eril düzenin ahlak yasaları ve töresi, kadınların geri plana atılması eleştirel düzlemde işlenir. İlk şiirlerinden Tufan Sûresi’nde Havva anlatısına gidilerek elmanın dişlenmesi ve kadınların erkeklerin kaburga kemiğinden “yaratılması” dizelere yansıtılır. Kadının, erkeğin geri planına atılması “nuh tufanından önce olsa bağışlardım belki/ ateşi çalanları tek başına, yargılayanları/ kaburgasından ayrılan havva’yı da/ elmayı dişlemeden önce// şimdi, bağışlayamam kovulsam da cehennemimden/ yaşamak söyletirken kendini tarihe.” (s. 48) dizelerinde işlenir. Havva’dan Güldünya Tören’in katledilmesine kadar geçen binlerce yılda erkeklerin kadınlar için çizdiği “sınır” değişmemiştir. Töre cinayetlerinin simge isimlerinden olan “bir” kadının tecavüz edildikten sonra katledilmesi UMUT(İN)SANDA şiirine yerleştirilir. “Tecavüz” sözcüğünün harfleri şiirin farklı bölümlerine büyük ve koyu puntolarla işlenir, şiirin sonundan başına bu kelime tersten okunacak şekilde sıralanır. Sapma ifade eden sözcüğün tersten yazılması insan onuruna aykırı gerçekleşen eylemin vurgulanmasına yönelik düşünülebilir: “gülDünya/ tören’i/ (töre/ öldürdü-/nüZ// gülDünya/ öldü/ roldÜ// herkes/ biliyordu/ Ve// amA/ seyrettik/ o pencereden/ ortaçağı/ çağ çığlık çağı// gülDünya/ tören’i/ töre/ öldürdü// gülDünya/ öldü/ roldü// yaşam/ destek/ ünitesinden// -fişi çekin/ hemşir’anım// son çıkan/ ışığı/ kapatsın// umut’u da/ devlet/ El koydu// (yaa/ insanlık!// eyy!)// gülDünya/ tören’i/ törenle/ toprakTa/ saklarlar// artık” (s. 176-177).

“-Unutmak utanmaktır, siz bilirsiniz-” dizesiyle bitirilen kitabın son ifadesi, Edip Cansever’e ait bir ifadenin büyük harfle yazımıyla birleştirilir: “CENAZE KALDIRICISI ADEM”. Basına yansıyan Güldünya Tören ve Şerife Canlı (iki insanın soyadıyla yaşanan zulmün oluşturduğu çelişkiye de dikkat çekilecek biçimde) konulu haberlerden yola çıkıp insani duyarlılığın etkisiyle kaleme alınan şiirlerde yaşadığı toplumun sorunlarına yabancı olmayan bir şairin duyguları görülür. 11 yaşında intihar eden Şerife Canlı için yazılan şiir, içeriği görselleştirecek biçimde somut/görsel şiir kapsamındadır. Mektupta yazan cümle, idam sehpasındaki ipi çağrıştıracak şekilde görselleştirilir:

Tuğrul Asi Balkar’ın şiirlerinden sadece yaşadığı çevreye değil, dünya halklarının yaşadığı sorunlara ve savaşların yol açtığı yıkıma karşı duyarlı bir ses duyulur. Yeni Baştan-dokuz şiirinde İspanya İç Savaşı Lorca ve Picasso etrafında yansıtılır. Picasso’ya ait Guernica tablosunda resmedilen savaşın her şeyi parçalayıcı etkisi dizelere aksedilir: “her şey paramparça: viva la muerta! Adına” (s. 23). Yaşamın karşısına ölümü çıkaran savaş, her türlü saldırganlığı ölüm adına gerçekleştirir. Bunu gerçekleştirenlerin savaşı “kazansa” da demokrasiye yenileceği dile getirilip çelişkili bir sonucun kaçınılmaz olduğu vurgulanır. İlgili şiirde zulmün atlasında çıkılan yolculuğun sonraki durağı Japonya’dır. Bilimin, teknolojinin, fiziğin insanlığın kurtuluşu için değil, yıkımı için kullanılması -fizik formülünün şiire alınarak- eleştirilir: “gün doğmadan gün doğuyor birdenbire/ -nerede/ -nagazaki’de/ gün doğmadan gün çöküyor birdenbire/ -nerede/ -hiroşima’da/ e eşittir m çarpı c kare/ zenginleştirilmiş iki uranyum parçacığıyla/ dönüşüyor ölüm sağanağına” (s. 25). Atlasta yapılan yolculukta sergilenen enternasyonalist duruş 2003 Irak İşgali’yle sürdürülür. Felluce: Mahşer Menzili şiirinde Felluceli bir savaşçının emperyalist kuşatma karşısındaki yurtsever bilinci ve duyguları dizelere dökülür. Şiirin öznesi için vatanını savunmanın bedeli vardır ve bu bedel vatan için ödenince anlamlıdır fakat işgalci için yabancı topraklarda can vermenin taşıdığı hiçbir değer ve anlam yoktur. Bu yüzden işgalciler mahşer menzilinde ölümle yüz yüzedir. Epik bir tonda yükselen sese satirik ifadeler de yansır. Irak’ın işgalini gerçekleştirenler aynı zamanda dünya halklarını da “uyutanlardır”. Fiziki işgalle birlikte zihinlerin ideolojik işgaline de dikkat çekilir. Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezine karşılık Felluce’nin “camiler kenti” diye tarif edilmesi, bu teze şiir aracılığıyla karşı çıkıldığını gösterir. Şiirde geçen “mahşer, cam, bayram, cennet, bağımsızlık” gibi dinî ve ulusal kavramlar, Huntington’ın tezi bağlamında Irak’ın işgal edilmesi karşısında bu tezin çürütülmesine yönelik hamlelerdir.

Sonuç

1980 sonrası Türk şiirinin şairlerinden Tuğrul Asi Balkar’ın yayımlanan üç şiir kitabının yer aldığı toplu şiir kitabı Biriken’de çevreye, insana, doğaya, tarihe, topluma ve dünya halklarına duyarlılığın kapsamına giren şiirler mevcuttur. 12 Eylül’ün izleri, kapitalist kentleşme, cinsiyet eşitsizliği ve kadına şiddet, değişen toplum yapısı ve toplumsal duyarsızlığa eleştiri, adalet mekanizmasının bozulması, toplumsal mücadelenin gerekliliği, enternasyonalizm epik ve satirik yaklaşımla işlenen izleklerdir. İlk şiir kitabında yer alan, sûrelerin ve dinî anlatıların toplumsal sorunlar bağlamında yeniden üretilmesi şairin özgün yanını oluşturan özelliklerdendir. Toplumsal sorunlar işlenirken umut, inanç ve mücadeleye çağrı söz konusudur. Toplumcu gerçekçi şiirin, metni hafıza mekânına dönüştürerek toplumsal bellek inşa etme çabası Tuğrul Asi Balkar’ın şiirlerinde de görülür. Madımak Katliamı’nın, basında çıkan kadın cinayetleri ve çocuk intiharlarına yönelik haberlerin vicdani bir yaklaşımla şiirin merkezine yerleştirilmesi unutmaya karşı bellek inşa etme çabasının sonucudur. Toplumcu gerçekçi çizgi Nazım Hikmet’e yapılan atıflar ve onun şiir anlayışını sahiplenen dizeler aracılığıyla savunulmuştur.  Bu bağlamda politik söylem yerine vicdani duyarlılığın öne çıkarıldığı lirizm temelli şiirlerle Tuğrul Asi Balkar 1980 sonrası Türk şiirinde özgün bir yere sahip şairlerdendir. Toplumsal düzenin neden olduğu masumiyetin yitirilmesi anomalisini aşmada onun şiirleri, kurtuluşun eşit ve adil bir düzen mücadelesiyle gerçekleşeceğini savunur. Toplumcu bakışla yazılan şiirlerde politik slogana sığınılmadığı gibi şiirin estetik yönü de güçlü tutulmuştur. Ses, sözcük ve sözcük grupları tekrarıyla ahenk sağlanırken mevcut sözcükler birleştirilerek yeni sözcükler [acılarelininkini (acılar elininkini) gibi] de üretilmiştir.

Balkar, Tuğrul Asi. (2017). Biriken. İstanbul: Serendip Yayınları.