.

Suat Derviş: “Samimi olmamı istiyorsan söyleyeyim, en kuvvetli romancı benim.”

suat-dervıs-nacı-sadullah-son-posta

En kuvvetli şair, romancı ve hikâyecimiz kim?

Suat Derviş, “En kuvvetli romancı mı?” diyor ve kurnaz, sevimli tebessümle ilave ediyor: “Mehmet Akif’in pehlivanlığından bahsediyorlar ama son zamanlarda Yahya Kemal de hayli semizledi. Bu itibarla en kuvvetliyi anlamak için ikisi arasında bir güreş müsabakası yapmaktan başka çare yoktur.”

“Vakitler bol değil… Şakayı bırak Suat Abla.”

O, “Ciddi mi konuşalım?” diyor ve riyaziye dersinden şikâyet eden haşarı bir mektep çocuğu gibi dudak büküyor: “Aksi gibi, bugün de ciddi konuşmaya hiç hevesim yok!”

Ben dargınlaştırarak, onun zayıflığını bildiğim arkadaş damarına basıyorum. Bu basit tabiyem istediğim tesiri yapıyor ve o, “Mamafih,” diyor, “senin hatırın için gayret edeceğim ciddi konuşmaya. Fakat ben senin Meşrutiyet’ten beri kaydını koyarak sormandaki maksadı anlayamadım. Sence Meşrutiyet, edebiyatımızda iki nesil arasında bir hudut mudur? Edebiyatta bir merhale midir? Yoksa sen mesela Meşrutiyet’ten evvel şöhret kazanmış olan Tevfik Fikret’in eski ve Meşrutiyet’ten değil, hatta bu son inkılaptan sonra türeyen Behçet Kemal’i yeni mi buluyorsun?”

“Asla… Ben zamanı sadece tasnifte kolaylık olsun diye tahdit ediyorum.”

“O hâlde bu inayeti başka kullarına göster. Çünkü ben Meşrutiyet’ten evvel ve sonra gelmiş şairlerimizin en kuvvetlisi olarak Nazım Hikmet’i görüyorum!”

“Ne bakımdan?”

“Bence şiir, sadece fantezi fikirlere orijinal paradokslara tercüman olan bir iki yavan mısra değildir. Ve bence şiir, iki güzel kafiye arasına gerilmiş satırlar üzerinde lakırdı hokkabazlığı yapmak da değildir. Bu hareket devrinde şiir, asıl kıymetini bir mücadele unsuru olarak kullanılabildiği zaman bulur. Bunun aksini yapmak, mükemmel bir silahı acemice kullanmaktan farksızdır. Ve mesela aslan vurmaya yarayan bir kurşunu, ördeğe atıp israf etmeye benzer.”

Suat Derviş bir gözünü kırparak güldü. “Hoş, bazen ördek vurmaya yarayan saçmalarla aslan avlamaya çıkanlar da var ya! Nazım’ın en beğendiğim şiirini de sormuştun değil mi? Ben Duvar’ını tercih ediyorum!”

“Ya romancılar ve hikayeciler?”

“Bizde romancı ve hikayeci diye bir tasnife imkân yoktur. Çünkü roman ve hikâye yazanlar aynı muharrirlerdir. Yeni yazmaya başlayanlardan bir Sabahattin Ali var ki bu hızla inkişafta devam ederse en kuvvetli hikayeci sıfatına hakkıyla sahip olacaktır. Hem de pek yakında… Onun en beğendiğim hikayesi de ‘Kafa Kâğıdı’ ismiyle çıkandır.”

Son Posta gazetesinden, 1936

Ağzımdan bir “Niçin?” kaçtı.

Suat Derviş, “Niçin,” dedi, “bana boyuna niçin diye sorup duruyorsun? Niçin sorgusunun cevabı müspet ilimde bile yoktur! Beğeniyorum işte… Merak eden okur ve kafası müsaitse anlar…”

“Ya romancı?”

Birçok hemcinsleri gibi şan olsun diye yazı yazmayan profesyonel edibe, yüzde yüz samimi bir eda ile sordu:

“Eğer benden bütün anketlere olduğu gibi beylik bir cevap vermemi istiyorsan hiç sorma daha iyi… Çünkü bütün Babıali, hiçbir şey söylemeden iki saat konuşmanın hilesini bana bile öğretti. Yok eğer samimi olmamı istiyorsan sana evvela hayretle karşılayacağın cevaplar verebilirim.”

“Dinliyorum.”

“O hâlde bence Meşrutiyet’ten sonra gelmiş romancılarımızın en kuvvetli Suat Derviş’tir! Fakat kaşlarını çatıp tenkide başlamadan önce dinle biraz… ve senden çok iyi tanıdığım Suat Derviş’in kusurlarını da meziyetlerini de sana ben sayayım.”

Diğer romancılarımızın asla yapamayacakları büyük bir samimiyet kahramanlığı gösteren sevimli meslektaşımı hayretle değil takdirle dinledim.

O, “Zavallı Suat Derviş,” dedi, “ilk romanını on altı yaşında bastırdı. Bunun mesuliyeti, o on altı yaşındaki zavallı kızcağızda değil, o çocukça yazıları cazip kapaklar içinde basanlarda idi! Onlar o kadar kabahatlidirler ki, bu sözüm ona teşvikleriyle (!) biçarenin tahsilini bile yarım bıraktırdılar. Kızcağız daha on sekiz yaşındayken kendisini adam olmuş sandı. Fakat sen onun bu son senelerde yazdıklarını okudun mu? Büyüyüp aklını başına aldıktan ve etrafını kendisine gösterdikleri gibi değil, kendi gözleriyle görmeye ve kendi tenkit kabiliyetiyle tetkike başladıktan sonra yazdıklarını?

Hele şimdi daha yeni bitirdiği ve henüz piyasaya çıkarmadığı romanını okursan, bana hak vermekle tereddüt bile etmeyeceksin! Hem bana hak vermen için bu çıkacak romanı okumana da lüzum yok. Edebiyatımızın müflis roman borsasını bir kere gözden geçirmen kâfi. Ortada kuvvetli romancı kim var? Her gün gazete sayfalarında adlarını gördüğünüz Peyami Safa, Burhan Cahit, Mahmut Yesari mi?

Bu arkadaşlar, çok kuvvetli eserler vermek kabiliyetinde olabilirler fakat mütemadiyen çalışmak ve hiç dinlenememek mecburiyeti onları hakiki kıymetlerini göstermek imkanından mahrum bırakmıştır. Onlar, arada bir ciltlerle eser yazdıklarından bahsediyorlar. Fakat ben, değerli arkadaşlarımı şimdiye kadar yazdıklarıyla iftihar etmek küçüklüğünden münezzeh görmek isterim. Çünkü beğendiğim Suat Derviş’in değil, 1935 yılına kadar yazı yazmış olan beğenmediğim Suat Derviş’in bile, onların fevkinde eserleri vardır. Çünkü ben bunun aksine kani olsaydım, ne yapar yapar o şirreti Babıali’de sürer ve eline kâğıt kalem yerine tavan süpürgesi ve toz bezi verirdim!”

Naci Sadullah

2 Nisan 1936