Yılmaz Akın
Kimlik nedir? Kendimiz hakkında ifşa ettiklerimiz mi? Kişi bize hakkında ne söylüyorsa onun hakkında o kadar öğreniriz. Tabii bu beyanlar doğruysa… Ya da onu izleyerek, gözleyerek hakkında fikir sahibi oluruz.
Tabutta Rövaşata, Derviş Zaim’in ilk filmi. 1996 yılında yapılmış, neredeyse 25 yıl önce. Filmin kahramanı Mahsun Süpertitiz… Kimliği, kendisi hakkında bildiklerimiz: sokaklarda yaşadığı, bir işi olmadığı, bir teknenin reisi ve yanında çalışanlarla arkadaş olduğu, Sarı adında kendi gibi sokaklarda yaşayan bir arkadaşıyla birlikte takıldığı… Bunlar onun hakkındaki ilk öğrendiklerimiz. Tabii bu başlangıçtan sonra filmin bize bir hikâye sunması gerekiyor. Bu hikâyede Mahsun’un hayatına yaklaşmıyoruz sadece onun hayatının bir kesitine tanıklık ediyoruz. Mahsun’un neden sokaklarda olduğuna dair belli belirsiz, rüya mı yoksa geçmişten kalan birtakım hatıraların parlayıp sönmesi mi olduğunu anlayamadığımız kısımlar var. Bunlar hep muğlak.
Hikâye ilerledikçe Mahsun’un sık sık polisten dayak yemesine, geceleri ısınmak için araba, otobüs çalmasına, hatta itfaiye aracı çaldığı da söyleniyor, ısınmak için gittiği kahvedeki kıza ilgisine tanık oluyoruz. Ama yine de Mahsun aslında kimdir, geçmişinde ne olup bitmiştir bilmiyoruz. Geçmişine dair sadece hapse girip çıktığı ancak artık hapishanelerin bile onu istemediğini öğreniyoruz. Dolayısıyla Mahsun, kanunun daha doğrusu kâğıt üzerindeki kanunun bile istemediği biri olduğundan polisler suç işledikçe onu falakaya yatırıp döverler. Mahsun karşısında kanunun eli kolu bağlanmıştır, o da Mahsun’u şiddet uygulayarak cezalandırır, ancak Mahsun’un sorununa çare bulmaya çalışmaz. Komiser, reisi yanına çağırıp Mahsun’a göz kulak olmasını, olmazsa başına bir şeyler gelebileceğini ima ederek kanunun halledemediğini sivile yükler. Böylece halledemediğiyle baş etme işini de yine vatandaşa bırakır. Bu durum, günümüzdeki salgından hep bir şekilde halkın suçlu tutulmasına çok benziyor.
Mahsun’un hayatının bir kesitine tanıklığımızda hem komik hem de trajik bir durum var, ama asla bir dram değil bu. Komik, çünkü Mahsun’un sokaklardaki haliyle, arabalardaki gezileriyle, aslında bir nevi dünyayı boşvermişliğiyle hayatın dayatılan normlarına isyan eden, dahası takmayan bir tavrı var. Filmde onun araba kaçırma sahnelerinde müziklerin hareketli hatta eğlenceli olması da bununla ilgili. Diğer taraftan açlık, sefalet ve sığınacak bir yer ihtiyacı, filmin daha başında en yakın arkadaşını hipotermi sebebiyle kaybetmesinin verdiği yalnızlıkla hiç şüphesiz trajik bir kahraman Mahsun. Evi yok, parası yok, işi yok… Sıradan hayat normlarının dayattıklarının hiçbiri onda yok. Öyle bir arzu duyuyor mu? Hayır onu da duymuyor. İstediği bir ev mi mesela gerçekten… Evden çok üşümemeyi ve aç kalmamayı umursuyor. Sokaklardaki hayat onu üşütmese bir eve tıkılıp kalmak onu rahatsız edecek gibi. Diğer taraftan film, darlığı genişliğe çeviriyor. Rumelihisarı’nda denizin kenarında, teknelerin dibinde bir hayat. Isınmak için gittiği kahve yolun karşısı. Rumelihisarı’ndan kaçırdığı tavuskuşu ve kahveye gelen kızı uyuşturucu almak için götürdüğü Beyoğlu dışında araba kaçırdığında gördüğümüz, akan bir manzara şehir. Her şey neredeyse bir tiyatro sahnesi gibi sınırlı bir mekânın içinde geçiyor. Rumelihisarı’ndaki deniz kenarı, kahve, kahvenin tuvaleti, kahvenin üst katındaki oda. Kutu gibi yerler. Sarı’nın, asıl isminin mezar taşından Hasan Sade olduğunu öğrendiğimiz kahramanın mezarı da hemen tepede, mezarlıktan aşağıya, Mahsun ve arkadaşlarına bakıyor. Mezarlıktan bakılan bir hayat, ancak tabutta rövaşata mı olur acaba? Sarı’nın mezarı başında içilen şaraplar ve rakılar da bunun kutlaması yoksa Mahsun’un dünyaya meydana okuyan daracık mekânlardaki hayatı mı bu rövaşatayı mümkün kılan?
Mahsun’un bilmediğimiz geçmişi gibi onu izlediğimiz zaman dilimindeki kahveye gelen kadının da adını hiç bilmeyiz. Mahsun da ona adını hiç sormaz. Eroin içip kahvede yarı uyur haldeki bu kadına duyduğu ilgi, sonunda kendisine verilen odayı onunla paylaşmak istemesi, ama kadının bunu uyuşturucu almak amacıyla fuhuş için kullanması…. Tüm bunlar da Mahsun’un beklemediği bir sürprizdir. Ama neden sürpriz? Sokaklarda yaşayan biri buna şaşırır mı? Tüm gün kahvede oturan ve bir evi olmadığını söyleyen birinin hayatında sürpriz nedir? Tuvalete erkek-kadın ayrımı anlaşılsın diye kadına yazı yazdıran Mahsun sahiden okuma yazma bile bilmez mi yoksa bu, kadınla iletişim kurmak için bir girişim midir? Peki araba kullanmayı nereden öğrenmiştir? Tüm bunlar Mahsun’un izlediğimiz hayat kesitinde, kimliğindeki muğlaklıklar.
Mahsun’un kaçırdığı ve şehri dolaştırdığı tavuskuşu da cabası. Aslında kurtuluşu da bu tavuskuşu. İran’dan getirilen güzellik timsali tavuskuşlarının birini çalıp İstanbul’u dolaşan, sonrasında bu kuşla otobüse binip geri dönen Mahsun, kendi hayatının, kanunun bile ancak dayakla yanına yaklaşabildiği, hayatının tavuskuşunun kuyruğu misali açılan dünyasını bu canlıda bulmuş gibidir. Kuyruğunu açtığında binbir güzellikle karşılanan, kapattığında ise bu güzellikten eser kalmayan bir kuş. Ve de uçamayan bir kuş. Mahsun’un ise sokaklara açılan hayatında kapalı kalan kimliği. Kimdir, nereden gelmiştir… Tüm kahramanların başarı hikâyelerine karşılık hikâyesi olmayan bir kahraman. Daracık mekânlar gibi bir film karesine sığdırılmış hayatından bir parçayla varolan Mahsun. Filmin son sahnelerinden birinde bir topun içinde yatması da buna gönderme yapar gibidir. Tıpkı tavuskuşu gibi bir taraftan da. Fırlatıldığında bambaşka bir şeye dönüşecek bir top güllesi gibi. Hayatından sunulan bir kesitle seyircilerin üzerine fırlatılan bir top güllesi…
Aşık olduğu kadına önce posta koyup sonra ona yardım eden, ardından onu Boğaz’ın sularında bir teknede öpmeye çalışırken teknenin çarpmasıyla dağılan, denizden toplanan Mahsun. Buna rağmen içeri alınmayan, karakola sokulmayan Mahsun. Araba çaldığında, tekne batırdığında hapse atılmayan, cumhurbaşkanına hediye edilen tavuskuşlarından birini yemeye çalışırken yakalanan ve bu yüzden hapse atılan, dahası ana haber bültenine çıkan Mahsun. Hayatının izlendiğini, filmin son karesinde filmdeki diğer kahramanlar tarafından izlendiğini izleyerek bitirdiğimiz Tabutta Rövaşata. Seyirciye durmayın, harekete geçin yeter bu sessizlik diyen Mahsun…
Tabutta Rövaşata filminin senaryo yazarı ve yönetmeni Derviş Zaim, Nezih Erdoğan moderatörlüğünde 27 Aralık’ta saat 20:00’da zoom üzerinden, Sanat Kritik söyleşilerinin konuğu olacak. Bu yazı vesilesiyle söyleşimizi de hatırlatmış olalım. Söyleşiye katılmak için atolye@sanatkritik.com adresine yazabilirsiniz.