.

İlker Savaşkurt: “Kurulan metnin referansları Akis’i evrensel kılıyor.”

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

İlker Savaşkurt’un, Mehmet Kala’nın kaleme aldığı bir tiyatro oyunundan uyarladığı ve yönetmenliğini üstlendiği; senaryosuna yine Kala’nın imza attığı ödüllü Reflection (Akis) filmi, İstanbul’un turistik açıdan popüler bir noktasında yer alan bir otelde geçiyor. Fantezi türündeki filmde Selçuk Yöntem, Taro Emir Tekin, Yasemin Szawlowski, Ali Süreyya Tuncer, Elit Andaç Çam ve İbrahim Aköz ile birlikte Avrupalı aktörler rol alıyor.

İnsanoğlunu temsilen farklı milletlerden karakterlerin bir otelde buluştuğu, Türkiye’de geçmesine rağmen evrensel bir üsluba ve konuya sahip olduğu için İngilizce olarak çekilen Reflection, hikâyesiyle yerelden evrensele doğru geçit kuruyor.

İkinci uzun metraj filminiz Reflection (Akis) ile 16. Harlem Uluslararası Film Festivali’nden En İyi Yabancı Film Ödülü’ne layık görüldünüz. Film, Türkiye’de ise ilk kez 28. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Öncelikle film projesi nasıl gelişti ve ekip nasıl bir araya geldi?

Akis normalde Mehmet Kala’nın, 2010 yılında Emek Sahnesi’nde sanat yönetmeniyken yazdığı bir tiyatro metniydi.

Henüz hiç film çekmemiştik o sıra, Damat Koğuşu üzerine çalışıyorduk. O dönem Akis’in hikâyesi ve karakterlerini çok beğenmiştim. Edebî yönüyle, anlatımıyla, hikâyesiyle çok hoşuma gidiyordu. Mehmet’e, “Ben bunu film olarak çekmek istiyorum,” diyordum. O sıralar Sürgün Türküleri Yılmaz Güney vardı gündemimizde, onu çektikve ardından Damat Koğuşu’nu çektik. Bu süreçler ortalama 6 yıl kadar sürdü elbette. Damat Koğuşu vizyona girdiğinde başka bir yere taşınmıştım ve bomboş bir evde duruyordum. Şu ana kadar yaptığımız ve ilgilendiğimiz işlerin hep sosyal gerçekçi bir noktada durduğunu fark ettim. Evet, muhalif kişilikleriz ama başka tarzları da seviyoruz diye düşündüm. Mehmet’le paylaştım Akis’i film yapma fikrimi. Mehmet’in yazdığı hikâyede Sodom, Raven ve Shadow vardı ve olaylar tek bir otel odasında geçiyordu. Resepsiyonist Ashu gibi ve otele gelen diğer karakterleri yazdım. Onları geliştirdik. Mehmet de metni çok hızlı bir şekilde senaryolaştırdı.

Reflection, aslında İngilizce çekilmiş bir Türk filmi. Teknik ekip de oyucular da ağırlıklı olarak Türk. Peki filmi neden özellikle İngilizce çektiniz? Neden ana dili İngilizce olan oyuncular tercih etmediniz?

Yazdığımız karakterler hiç Türk özellikleri taşımıyordu, oteli İstanbul’daki bir mekân olarak tasarladığımızda, resepsiyonist Ashu’nun Türk olması normaldi. Fakat otele gelen insanları yabancı olarak tasarladık. Cast sürecinde epeyce ana dili İngilizce olan oyuncuyla da çalıştık ama ben Türk oyuncularla İngilizce bir film çekmek istedim. Dünyanın birçok yerinde benzer örnekleri var, bizde neden olmasın diye düşündüm.

Filmin, daha doğrusu film senaryosunun hikâyesi Mehmet Kala’nın 2012 yılında yazdığı bir tiyatro oyununa kadar uzanıyor. Önce sizin oyundan yaptığınız uyarlama, daha sonra Kala’nın metni senaryolaştırması kolektif bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Mehmet Kala’nın oyunu size nasıl ilham oldu ve oyunu senaryolaştırırken nasıl bir yol izlediniz?

Cezaevine 300 metre yakınlarda büyüdüğüm için kapalı alanalar beni hep cezbetti.
O alanların içine kurulu mikro toplumlar, kurallar bu tarz filmler ve kitaplar ilgi alanıma giriyordu. Mehmet’in yazdığı Akis adlı tiyatro oyunu ise tek bir otel odasında geçiyordu.

Bu hikâyeyi okuduktan sonra bunu başka odalarla dolu bir otele çevirmek ve o oyunda geçen tek gecelik kıyameti bir otele yayma fikri çok hoşuma gitti. Mehmet’in referansları, karakter derinlikleri zaten birçok kapıyı beraberinde açıyordu. Ashu karakterini tasarladıktan sonra diğer odalardaki hikâyeler çok çabuk bir şekilde hazırlandı.

Filmin odak noktasında oldukça özel ve kendisine has bir şahsiyeti olan Ashu Otel yer alıyor. Bu otele uğrayan herkes (bir gece için dahi olsa) orada kendi hayatına yön veren temel kırılmaları yaşayabiliyor. Bu anlamda otele oldukça sembolik bir noktadan yaklaşmak doğru olur. Filmin odağına neden özellikle bir otel yerleştirdiniz? Oteli, tıpkı dünya gibi gelip geçilen, kimsenin ilelebet kalmayacağı sembolik bir yer olarak değerlendirebilir miyiz?

Gerçekten öyle. Bu anlamda oteller hem çok yalnız hem çok kalabalık yerlerdir.
Evinize, apartmanınıza veya odanıza benzemez. Filmin odağına bir otel yerleştirmemin spesifik sebeplerinden biri bu. Bahsettiğim gibi, hapishane, otel, okul, şirket bunlar toplumun mikro halleri. Küçük alanlarda kurulan dengeler, oyunlar. Bunlarla ilgilenmeyi seviyorum.

Film, birçok farklı milletten insanın bir gece için dahi olsa bir otelde buluşmasından ve ardından yaşanan çatışmalardan meydana geliyor. Bu anlamda içerisinde evrensel bir hikâye barındırdığı söylenebilir. Ortada parça parça, insanlığın birçok kadim sorununa değinen bir yapı var üstelik. Peki sizin için filmin merkezinde yer alan, Reflection’ı evrensel kılan temel mesele nedir?

Kurulan metnin referansları filmi evrensel kılıyor. Filmin karakteri Sodom aslında Beat Kuşağı’nın öncü yazarlarından William S. Burroughs’dan ve onun kendi hayat hikâyesinden esinleniyor. Naked Lunch kitabına da filmde rastlamak mümkün. Hikâyenin devamında örülen kısımlarda Edgar Allen Poe, Mevlânâ, Rumi, Oscar Wilde, Sartre’dan esinlenmeler ve göndermeler mevcut. Dünyanın dört bir yanından ve farklı kültürlerden gelen düşünce sistemlerinin İstanbul’da bir otelde yine aynı şekilde dünyanın farklı yerlerinden gelen ziyaretçilerle harmanlanması filmi evrensel kılıyor.

7 ölümcül günah, filmde oldukça önemli bir yerde duruyor. Karakterlerin hemen hepsi büyük bir günaha bulaşmıştır, ancak kimse o gece o otelde bir araya gelene kadar günahıyla yüzleşmemiştir. Dolayısıyla bir tür arınma gecesi yaşanır. Reflection’ın oluşum sürecinde 7 ölümcül günah ile film karakterleri nasıl iç içe geçti? Bu sembolizasyon bize ne anlatır?

Sodom günahlardan beslenen bir karakter. Azizliğini üstlendiği kesim de günahkârlar.

Gizli günahkârlar en tehlikeli olanlardır. Gizli ırkçılığın veya gizli aşırıcılığın en tehlikeli olması gibi. Bunlar filmde iç içe geçer. Günahlarını maskeleyenler; barış ve ruhaniliğin, iyiliğin temsili ile kendini gizleyen hippi karakterler olurken, hayatını geçindirmek için “günah işleyen”, hayat kadını olan Domino’nun saflığını görürüz. Bu sembolizasyonla hayatın kurulu kurallarının aslında göründüğü gibi olmadığını, bir kesim tarafından günah kabul edilen hareketlerin aslında günah olmak zorunda olmadığı gerçeğine vurgu yapmak istedik. Aziz Sodom karakteri de, diğer karakterleri dışardan gördüğü günahlar üzerinden yargılarken, onları tanıdıkça günahlarından arınmalarını veya bu günahlarla yüzleşmelerini sağlar.

Aziz Sodom, hem bir tanrı gibi tüm olaylara yön vermesi (kışkırtma, yalan ve hikâyeleriyle) hem de tüm gücü elinde bulundurmasıyla resepsiyonist Ashu ile birlikte filmin ana kahramanı olarak yorumlanabilir. Sodom ile Ashu arasında ise hem bir tanrı-kul, hem de baba-oğul ilişkisi vardır. Siz bu iki karakter arasındaki ilişkiye nasıl yaklaşıyorsunuz? Sodom ve Ashu arasındaki bağı bu kadar güçlü kılan nedir?

Ashu Otel’in gerçek sahibi Ashu. Bu otel belki onun tasarladığı bir araf. Sodom ise oranın gece bekçisi. Sodom karakteri aynı zamanda Ashu’nun kahramanı, baba figürü, yarattığı tanrı. Sodom ve Ashu’nun günahkarlara olan ilgisi aynı. Zaten bu yüzden Ashu geceleri Sodom’u beklerken Naked Lunch okuyor. Ashu ziyaretçileri karşılarken, Sodom onlarla vedalaşıyor. Ashu yeri geldiğinde onları kurtarırken, Sodom onları ölüme götürüyor. Ashu ve Sodom bu noktada ayrılsalar bile madalyonun iki yüzü gibi birbirlerini tamamlıyorlar. Aralarındaki ilişkide de ölüm-yaşam ikilemindeki bağı kullanmak ve bu bağın güçlülüğünü vurgulamak istedik. 

Son bir soru olarak, filmin gerçeklikten sürreale doğru kayan, fantastiğe evrilen bir yapısı var. Dolayısıyla filme başladığımız nokta onu bitirdiğimiz nokta arasındaki değişim de bir o kadar çarpıcı. Filmdeki bu gerçekten fantastiğe kayan yön üzerine ne söylersiniz?

Ashu aslında o bu fantazyayı olabildiğine yaşatıyor. Fakat sanıyorum insanlar onu en başta sadece garip buluyorlar, akıllarına işin daha derin olduğu hemen gelmiyor. Töreni başlatan ise Sodom oluyor, filmin ilk çeyreğinden sonra hikâyeye dahil olan Sodom ile filmin açılış jeneriği başlıyor, bu da filmin fantaziye geçtiğinin bir habercisi oluyor. Bu filmi yaparken sırtını realiteye dayayan bir film yapmak istedik, amacımız vermek istediğimiz duyguların ve durumların gerçekliğini göstermek oldu. Eminim ki izleyiciler de fantazinin içindeki gerçekliği ve kaos içindeki saf insani duyguları rahatlıkla bulabileceklerdir.