.

Dar Pencerelerden Yeni Hayatlara: Fatih Özgüven ve Küçükburun

Dilek Sarıboğa

“Bir şeyle bir şeyin arasına ancak hikâyenin

 izin verdiği kadar girebilirsin.” (s.24)

Fatih Özgüven’in 2015 yılında yayımlanan Küçükburun kitabı 13 kısa hikâyeden oluşuyor. Bu hikâyelerde farklı bağlamlar üzerinden çocuklar, hayvanlar, fantastik kahramanlar çıkacak karşımıza. Ancak alışılmış olanın aksine burada hareketli, eğlenceli, renkli bir gezinti değil; düş kırıklığı yaşayan mutsuz çocukluklar ve korku salan fantastik kahramanları, puslu karanlık âlemlere karışan sahneler içinde göreceğiz. Kitapta her hikâyeden önce o hikâyeyi temsilen hazırlanmış çizimler bulunuyor. Kiminde bir mama kabı, kiminde metal bir makas, kısa pantolonlu bir çocuk, canavarlaşmış bir arı… Bu çizimler bir ânın etrafında gelişen hikâyelerden alınmış, birer kesit özelliği gösteriyor.

Hikâyelerin bu kesit hâlini tamamlayan bir özelliğinin de başı ve sonu açık bırakılmış, aniden gelip aniden biten eylemlerden/ durumlardan oluşması olduğunu söyleyebiliriz. Metin, okuyucuya uzun uzadıya anlatılmış olaylar, ince ayrıntılarıyla göz önüne serilmiş mekânlar, derinlemesine çizilmiş kahramanlar değil; kısa süren bir monologla/ diyalogla çıkılan fikrî bir yolculuğu, bir aydınlanma ânını sunuyor. Bir aydınlanma ânının okuyanda yeterince vurucu olabilmesi için metnin başka ayrıntılardan uzak durup; okuyucuyu kendisinde şok etkisi yaratacak unsurla baş başa bırakması gerekir.

Fatih Özgüven’in hikâyelerinde de bu yolda kullanılan dilin ayrıntılardan uzak, yalın olması anlatılanın olduğu gibi serilmeyip, sezdirme yoluyla anlaşılır kılınmasına imkân sağlar. Edebiyatta artık minimalist bir dilin inşasından söz edebilirsek bu yalınlık minimalizmi karşılayan cinstendir. Bu minimalist hikâyelerde az sayıda kahraman, tek mekân, kurguda yer verilmeyen zaman kavramı gibi ortaklıklar vardır. Bulunulan mekân anlatılmak için değil, anlatılanı göstermek için verilir; kahramanlar sözcük sayısı az, kısa ve keskin cümlelerle konuşur ve olaylara karşı belli belirsiz, bulanık tepkiler verir.

Kahramanları yalnızca içinde bulunulan zamanda tanıdığımız için bu hikâyelerde karakterlere yaşından, yaşadıklarından, çevresinden dolayı yüklenmiş psikolojik, sosyo-ekonomik rollerin olmaması okuyucuyu karakteri zihninde tamamlamaya iter. Bu durumda hikâyeleri okurken söylenin yanında bir de söylenmeyeni dikkatle aramaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu durum düşünülenin aksine kurguyu zayıflatmayıp kurgunun önünü açıyor ve okuyucunun düş gücüne de başvurulması okuma eylemini salt edilgen olmaktan sıyırıyor.

Bahsettiğimiz anlatım şeklinin Küçükburun hikâyeleri üzerinde yansımalarından bahsetmek gerekirse:

Kitaptaki ilk hikâye olan “Yılan”da tarihi bir şehirde gezinen bir turistin merakla etrafını seyretme ânını buluyoruz. Bu hikâyede bilinmeyen bir şehirde her detayın düşündürücü olduğu yabancılık hâllerinden bahsolunuyor:

“Buradan önce beni götürdüğü ‘tarihin ilk bahçeleri’nde, tek sıra hâlinde oturmuş, bilmediğim bir dilde, müzikle hikâye, şiirle şarkı arası sesler çıkaran yaşlı adamlara duyduğum ilgi de sinirine gitmişti. Haklı buldum. Bir yerde yaşayan için orası yeknesak, tozlu ve sıkıcıdır.” (s. 11)

“Adım” adlı hikâyede idam cezasından son anda kurtulmuş olan kahramanın, atlattığı travma sonucu evine, çevresine ve kendisine yabancılaşmasını gözlemliyoruz.  Anlatımda travmanın etkisiyle kahramanın zihninde ve bedeninde yaşamış olduğu stresin etkisi devam ediyor. Bunun sonucu adını hatırlamaz hâle gelmiş ve adını hatırlamamaktan ötürü bu sefer başka bir acı duyuyor:

“Adım bana ne yapmış? Ne faydası var? Biri seslenince dönüp bakıyorsun en çok. Ama adı olmamak katlanılmaz bir şeymiş. Sanki ölüm bu da. Canlı ölmek.” (s.19)

“At”la birlikte kitapta bazı dengeler değişiyor, durağan hikâyelerin ardından heyecanı daha yüksek ve erotizmin etkisini gösterdiği bir hikâye geliyor. Bu hikâyede bir insanla vampir arasında geçen homoseksüel ilişki okura ilk şoklanmasını yaşatıyor ve okur fantastik kahramanların da bu günlük hikâyelere katılabileceğini görüyor:

“Her yıl bugünlerde şehirde kurban aramaya çıkıyorum,” dedi. ‘Senin yaşında erkekler.’ Donuk beyaz teni vampir olduğunun en iyi kanıtıydı.” (s.27)

Fantastik ilk kahramanla karşılaştıktan sonra hikâyeler artık gerçek ve gerçeküstü arasında çalkalanmaya başlıyor. Hikâyedeki vampir bu sefer de çeşitli hayvanlara/canavarlara dönüşerek korku salıp insanı düşmanının doğal mı yoksa suni mi olduğu konusunda düşünmeye itiyor.

“Üstü harikulade ama yırtıcı bir kuş olmuştu, alt tarafı ayaklarıysa -şimdi arka ayakları- köpek ayaklarıydılar hâlâ, ya geyik ayakları. Toynakları vardı çünkü.” (s.30)

Köpek adlı hikâyede normale ve durağana geri dönüyoruz. Bu sefer kısırlaştırma operasyonu geçirecek bir köpek adına üzülen, kısırlaştırılmanın o köpek için bir hak ihlali olduğunu olduğunu ateşli bir şekilde savunan erkek anlatıcının zihninde geziniyoruz. Hikâyede anlatıcının merkeze “köpeğin testisleri”ni alması okuru bu sefer farklı bir yoldan şaşırtıyor. Hikâyede geçen tartışma konusu erillik üzerine olan bu meseleyi ironi yaparak ele alıyor:

“Saldırgan bir çocuk olarak yetişmiş bu köpek. Ne yapsın, öyle olmuş, derisine de iyi gelecekmiş. Egzama olmazmış. Pırıl pırıl bir cilde karşı taşaklar? Sanmıyorum. Ben olsam istemezdim. Kesin istemezdim.” (s.48)

“Ördekler”, “Küçükburun” ve “Soğukluk” hikâyeleri de kaynağını çocukluktan alan ve etkisini devam ettiren mutsuzluk ve düş kırıklıklarını merkeze alıyor. “Soğukluk”ta bir babanın evlatlarını karşısına alıp onlarla ilk konuşmasının, onlardan ilk ricasının vasiyeti olması; çocukluğunu aile şefkatinden yoksun geçirmenin  kırgınlığı üzerine düşündürüyor:

“O bunu sorunca babamızın etrafını sarmış çocuklar olduğumuzu her zamankinden daha iyi anladık. Ya da ilk defa anladık. Genellikle ona görünmeden odalara sıvışmak âdetimizdi. Keşke böyle olsaydık her zaman. Ama artık geçti gitti.” (s.69)

Küçükburun kitabındaki hikâyeler anlatım tekniği bakımından benzer özellikler taşısa da onları keskin bir şekilde bir sınıflandırmaya tâbi tutmak mümkün değil. Bu hikâyelerden “Küçükburun”,“Ördekler” ve “Soğukluk”ta çocukluk dönemine ait düş kırıklıkları, geçmişten gelen üzüntüler hikâyelerin merkezindeyken; “At”,ve “Çocuk”ta vampir ve elf gibi fantastik kahramanlar ön plana çıkıyor ve dikkati başka farkındalıklara çekiyor. Korku, heyecan, dalgınlık, hissizlik, ironi bu hikâyelerin farklı köşelerine tutturulmuş ve her sayfayı bu sefer hangi duyguyu yaşayacağımızı bilmeden çeviriyoruz. Küçükburun kitabı bu anlatımıyla okuyucusuna dar bir pencereden bakıp yeni bir dünya bulmayı öğretiyor ve okuyucuyu bunlar üzerine düşünmeye itiyor.