
Aytuğ Tolu
Yazının birinci kısmını buradan okuyabilirsiniz.
Cansever’in, Saray Köftesi şiirinde geçen “Bu düzen size insanlığınızı unutturacak” dizesi Çağrılmayan Yakup şiirinde tezahür eder: Yakup’un başkaldırısı, şiirin bu bölümünde, kapitalizmin şekillendirdiği yaşam alanı olan kente ve o kentleri dolduran tüketim toplumunadır. “Büyük şehirler Rousseau için önemlidir çünkü insan varlığının merkezini, iradesini çürütürler” (Sennett, 2013: 162). Yakup’un aynılaşma sürecine tepkisi, varoluşunu sorgulayarak gerçekleşir; hiç çağrılmadığı için kendi varlığından şüphe eden bir düzleme itilmiştir. Bu ötekileştirilmeye yol açan bir toplumun hakikatinin bu toplumun yadsınmasından başka bir şey olmadığını savunan Debord tarafından şu şekilde açıklanır:
“Kişiliğin silinmesi, gösteri normlarına somut olarak boyun eğmiş ve bu şekilde otantik deneyimleri tanıma ve dolayısıyla da bireysel tercihlerini keşfetme olanaklarından daha da uzaklaşmış bir varoluşun koşullarını kaçınılmaz şekilde beraberinde getirir. Birey, böyle bir toplumda bir nebze dikkate alınmak istiyorsa paradoksal olarak sürekli kendini yadsımak zorunda kalacaktır. Bu varoluş aslında sürekli değişen bir sadakati, sahte ürünlere karşı sürekli hayal kırıklığı yaratan bir dizi kabullenmeyi gerektirir.” (Debord, 1996: 229).
Yakup da bir gün bir şey satın almak ister: “kirli” ve “eski” bir boy aynası. Bu boy aynasını bir at arabasının üstünde taşıtmayı planlar. Boy aynası caddeleri dolduran insan kalabalığının içinden geçtikçe insanların kendilerini görmesini sağlayacaktır. İnsana tutulan boy aynasının görevi onlara (mor, telaşlı, aç gözlü kurbağalara) kendi gerçekliğini fark ettirmektir. Kendine bilinmeyenler yaratan ve hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup, toplumsal düzenin dışına onu iten kalabalığın da varoluş sancısını fark etmesini ister çünkü onlar da farkına varmasalar bile birer Yakup’tur ancak Yakup, kendi gerçeğinin farkına vararak kurbağalardan ayrı bir konuma düşmüştür. Kurbağalar caddeleri dolduran insanlardır fakat “caddelerin/ İntiharlara doğru büyüyen içinde” oradan oraya koştururlar. İntihar, varoluşun bir anomisidir; insanın doğayla, insanlarla, yaşamla, dahası kendi varoluşuyla olan bağını sonlandırmasıdır. Şair, Yakup’un satın aldığı aynayı caddelerde gezdirmesini kurgulayarak okuyucuya kendi gerçeğinin farkındalığına varmasının iletisini hâkim kılar çünkü Rita Felski’nin (2017) işaret ettiği gibi edebî metnin bir niteliği de okuyucunun metin aracılığıyla kendisini “tanıma”sı yani metinde kendini görmesidir. Bu yüzden şiirde geçen “boy aynası” insana tutulan bir aynadır. “Boyunun ölçüsünü almak” deyiminde geçtiği gibi insanın kendi gerçeğini şok edici biçimde fark etmesi için özellikle “boy aynası” kavramı şiir dilinde konumlandırılmıştır. Caddeleri dolduran kalabalığa kendi gerçeğinin farkına vardırılmasındaki amaç insanı kendiyle yüzleştirmektir. Derya içre olup deryayı bilmeyen mailer gibi insan da yaşadığı yabancılaşma gerçeğinin farkında bile değildir çünkü “şeyleşme” eylemini her an yeniden üreterek kendini tüketmekte ve özne olamadan nesne kalmaya mahkum hâle ge(tiri)lmiştir çünkü varoluşçuluğa göre insan özgürlüğe mahkum bir varlıktır. Bu gerçeğin farkında olan ve şiirlerinin birbirleriyle bağlantılı olduğunu Ahmet Oktay’a ifade eden şair, bir başka şiirinde “İnsan yaşıyorken özgür” der. O yüzden Edip Cansever Sevda Bir Ateş Buldu Sende şiirinde, intihar anomisini ve yabancılaşmayı aşmak için yine bir boy aynası sembolleştirmesine başvurmuştur: “Ve işte bir dip balığı su boşluğunda/ Çırparaktan yüzgeçlerini/ Hiç kimseye uymayan bir mevsim öneriyor.” Yakup da hiç kimseye ya da aç gözlü kurbağalara uymayıp onlardan ayrışarak bir dip balığı gibi hareket ettiğinden bir boy aynası satın almak ister çünkü ayna bireysel kullanıma yarayan bir eşyadır; aynaya çoğul değil tekil olarak bakılır, insanın ayna kullanmadaki amacı kendini görmektir.
Kurbağalara bakmaktan gelen Yakup, şiirin sonunda, akşama doğru bir dilim ekmek yiyip süt içtikten sonra bir güzel uyumak ister çünkü bütün gün çok yorulmuştur. “Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım/ Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.” dizeleriyle Yakup’un sözleri sonlanır. Bir sonraki gün, Yakup’un yine bir yokluğa doğru yaşayacağı, aslında hiç yaşamamış gibi yaşayacağı, bir gündür; “1 günlük” yaşamını anlatacağı tek kişi de “kendisidir”. Geleceğe bu umutsuz bakış öğrenilmiş çaresizliğin sonucudur. Yakup hiç çağrılmadığı için fark edilmemek onun hayatında her günün aynı olduğunu açığa çıkarır. “Ömür bir gündür” ve Yakup’un bir günü/ömrü tüm monotonluğuyla geçen bir gündür, bu nedenle Yakup’un yaşadığı yorgunluk hayat yorgunluğudur. Her ne kadar sitem edip başkaldırsa da çağrılmamayı kabullenmiştir. Şair, Yakup’un 1 gününü anlattığını söyler çünkü Yakup’un her günü o 1 günün kopyasıdır/aynısıdır (Yakup’un tekdüzeliğe sıkışan zaman algısının “gün” bazında matematiksel ifadesi “1+1+1+1+1+……+1: 1” şeklindedir). O yüzden şiire hâkim olan eylem çağrılmamak olsa da Yakup’un bu eyleme karşı geliştirdiği tepki “durmaktır”.
Yakup’un “1” gününün anlatıldığı şiirde kent insanının doğaya yabancılaşması ve doğadan kopuşu gökyüzüne bakma arzusuna, deniz kıyısına gidişe, kedilere ve baykuşlara dikkat çekilerek verilir. Baykuş, bilgelik sembolü bir kuş olarak anılsa da geleneksel inanışa göre uğursuz sayılır fakat Yakup’un dışlanmışlığıyla bütünleşir. Yollarda bulunan ölü baykuşlar, zamanı tamamlamayı/ölüm gerçeğini ve insanın kendisi dışında kalmış canlı türlerini ve doğayı kente hapsettiğine yönelik bir göndermedir. Baykuşlardan bahsedilen dizelerde paranteze alınan bölüm dikkat çekicidir çünkü bu bölümde bir baykuşun başka bir baykuş tarafından yaratıldığında ne düşündüğü/dediği sorgulanarak tekil baykuşun tümel baykuşların arasında ne olduğuyla kendinin de diğer insanlar arasında ne olduğu üzerinden bir özdeşim kurulur. Canlılar taksonimisine göre birbirinden ayrışmış olan türler içinde el-beyin-dil diyalektiğini kullanarak doğaya “hükmetme” çabasına girişen insanın, doğadan kopuşunun zirveye ulaştığı modern yaşamda kendisi dışında kalan türler hatta kendi türdeşi olan Yakup/lar da baykuşlar gibi paranteze alınmıştır. Cümle dışı kavramların paranteze alınmasını çağrıştıran dizelerdir. Parantezin içindeki baykuşlar arasındaki bir baykuş ile insanlar içindeki Yakup’un türdeşinden ayrı düşme anomisi olarak aslında yeni bir iç paranteze alınma durumudur. Bir baykuşu başka bir baykuşun yaratması, bir kurbağanın başka bir kurbağadan, bir insanın başka bir insandan dünya gelmesi evrimsel sürece determinist bir yaklaşımın sonucudur; başka bir iradenin kararı sonucunda dünyaya gelmek ya da var olmak. İnsanın diğer türlerden farklılaşan özelliği kendi var oluşu üzerine düşünebilmesidir. Öleceğinin bilincinde olarak yaşamını sürdüren tek varlık insandır. Ölüm gerçeğini aşmanın yolu yaşama anlam yüklemekten geçer. Bu anlam da aşkın bir yapıya sahip olup tekilliğin çoğullukla kurduğu bağ ile güçlendirilir. Bağ kurulmadığında kopuş gerçekleşerek tutunamama/uyumsuzluk ortaya çıkar. Yakup’un “Ah kurbağalara bakmam gecikecek” ifadesinde ve şiirin bütününde 1. tekil şahıs ekiyle yapılandırdığı konuşma eylemi, şiirin bir bölümünde “Kurbağalara bakman gecikecek” ifadesine dönüşür: Hiç çağrılmadığı için dil geriye çekilerek iletişim alanı çoraklaştığından konuşan da muhatabı olan kişi de kendisidir.

Yakup | Kurbağalar |
Yalnız, dışlanmış, ötekileştirilmiş, yargılanan, duran, bakan, hesaplaşan, cezasız ve özgür olan, çağrılmayan, yabancılaşmış, sorgulayan, varoluş sancısı çeken, başkaldıran, tutunamayan, uyum sağlayamayan, kendi kendisiyle konuşan, bunalan, başkaları tarafından görülmeyen, “ben” olan | kalabalık, aç gözlü, telaşlı, aceleci, yargılayan, sorgulamayan, nesneleşmiş/şeyleşmiş, aynılaşmış tüketen, (tükettikçe) tükenen, itaat eden, yabancılaştığının/kendi gerçeğinin farkında olmayan, “siz” olan |

SONUÇ
“Spekülatif evrende değerini yitirmiş olan şey, herkesin somut yaşamıdır.” (Debord, 1996: 29).
Çağrılmayan Yakup, hız çağında kent yaşamı içinde sıkışmış insan yığınlarının yaşadığı trajediyi yansıtmıştır. Yakup’un değil, Yakupların trajedisidir yaşanan. Yakup’un yaşadığı yalnızlık ve bunalım, uzayan bir günün sıcaklığı ile betimlenerek diğer insanların onu kapattığı kuyuda kendi varoluşunu sorgulamasına ve çevresini saran gerçeklik onun durarak izleyici konumuna geçmesine neden olmuştur. Yakup, hıza karşı durma eylemine yönelerek izlemeyi tercih etmiştir. Yakup’un anlatılan 1 günü aslında hayatının tamamıdır çünkü her gün aynı biçimde yaşanmaktadır. Her gün aynı yokluğa yani çağrılmamaya uyanmaktadır. O, bu gerçeği fark etmesine rağmen, caddeleri dolduran ve oradan oraya koşuşturan kalabalık bu gerçeği ıskalayarak onu görmemektedir/çağırmamaktadır. Yakup, yokluğunun/yok sayıldığının farkındadır.
Şiirde kullanılan kavramlara yeni çağrışımlar yüklenerek semboller şiir dilinde haritalanmıştır. Şiir; durma-kımıldama, sıcaklık-soğukluk, varlık-yokluk, yargılama-yargılanma, tekil-çoğul, kent-oda, iç-dış, çağrılma-çağrılmama karşıtlıkları üzerine kurgulanmıştır. Şiirde ben dili hâkimdir, anlatılanlar birinci kaynaktan onun yaşadıkları üzerinden aktarılmaktadır.
Edip Cansever, dizenin işlevini yitirdiğini savunarak şiir ile anlatının yakınlaşmasını güçlendirmiştir. Şiir, varoluşçu felsefenin temeli üzerine inşa edilmiştir. Albert Camus’un Sisifos Söyleni’nde ortaya koyduğu görüşlerle Yakup’un anlatımı aynı yöndedir. Mitolojide geçen Sisifos, tanrıların ona verdiği cezadan kaynaklı olarak her gün bir kayayı gün batımına kadar dağın tepesine çıkarmaya çalışır. Onun cezası budur. Gün batımına kadar yukarı çıkarılan taş, aşağı yuvarlandığından Sisifos her gün aynı durumu yaşayıp bir döngünün içine hapsedilir. Bu miti varoluşun anlatısına dönüştüren Camus, insanın varoluşunu sürdürebilmesi için gerçekleştirdiği anlam arayışını ve çabasını Sisifos’un durumuyla özdeşleştirir çünkü insan, her gün aynı uğraşın içine doğar. Hız çağında gündelik yaşamın girdabına düşerek sistemin çarklarının dişlileri arasına sıkışıp kalan insanın trajedisi Çağrılmayan Yakup ile şiire dönüşür. Onun da zaman algısı her gün içine doğulan 1 gündür, o da bir ömürdür; yaşanan gün bir öncekinin aynısıdır fakat bu gerçeği fark etmeyen ya da sorgulamayan insan yığınlarına karşı Yakup sistemin dışına itilir. Şiir; insanın insana, doğaya, kendine yabancılaşmasını varoluş zeminde kurgulamıştır.
KAYNAKLAR
Athusser, Louis (2010). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. Çev. Alp Tümertekin. İstanbul: İthanki Yayınları.
Camus, Albert (1997). Sisifos Söyleni. Çev. Tahsin Yücel. İstanbul: Can Yayınları.
Cansever, Edip (2011). Sonrası Kalır I-II. İstanbul: YKY.
Debord, Guy (1996). Gösteri Toplumu. Çev. Ayşen Ekmekçi-Orhan Taşkent. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Edebiyat Dünyası (2017) https://www.youtube.com/watch?v=AwAXGO_y3dE. Youtube. Erişim Tarihi: 22.12.2023.
Eroğlu, Ebubekir (2011). Modern Türk Şiirinin Doğası. İstanbul: YKY.
Felski, Rita (2017). Edebiyat Bize Ne Anlatır? Çev. Emine Ayhan. İstanbul: Metis Yayıncılık.
Freud, Sigmund (2015). Uygarlığın Huzursuzluğu. Çev. A. Can İdemen. İstanbul: Cem Yayınevi.
Han, Byung-Chul (2022). Palyatif Toplum. Çev. Haluk Barışcan. İstanbul: Metis Yayıncılık.
Marcuse, Herbert (1990). Tek-Boyutlu İnsan. Çev. Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi.
Sennett, Richard (2013). Kamusal İnsanın Çöküşü. Çev. Serpil Durak-Abdullah Yılmaz. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.