.

Yemek ve Mutfak Terapisi: Sufle Hayatımızı Kurtarır mı?

Nihan Abir

Doktora tezimde konu olarak “Türk Romanında Sofralar”ı çalışmaya karar verdiğim zaman bunun alana ne gibi bir katkısı olacağına, neden böyle bir konu seçtiğime dair bir sunum yapmıştım tez izleme jüri üyelerine. Herkes konunun ilgi çekici olduğu konusunda hem fikirdi, sorulara verdiğim cevaplarla bu konuyu araştırma ve konu üzerinde çalışma gerekçelerim de kabul edilmişti. Oysa bilimsel gerekçelere ek olarak bu konuyu çalışmanın benim için çok şahsi bir tarafı vardı: Yemeğin bir sanat eseri olduğunu düşünüyordum. Mutfak ise sadece yemeklerin hazırlandığı yer değildi; geleneğin aktarıcısı, evin kalbi, bazen bir cehennem bazen bir cennetti. Cehennem olduğunda tezgâhın üstü doluyor, malzemeler her yere dağılıyor, bir yemek çıkana kadar bazen on farklı kap, çatal, kaşık, tencere batıyor, insan yemek yapma işine başladığına başlayacağına pişman oluyordu. Yetişecek bir menü varsa, heyecanla beklenen bir misafir gelecekse mutfak küçüldükçe küçülüyor, ısındıkça ısınıyordu. Ama aynı mutfak, yeri geliyor sizin mükemmel tatlar çıkarmanızı sağlayan bir cennet de olabiliyordu. Zihnininiz doluyken doğradıklarınız, çırptıklarınız, ayıkladıklarınız ve haşladıklarınızla size mükemmel bir terapi seansı sunuyordu. Mutfak bir cennetti aynı zamanda bir cehennem. Hangisine gireceğinizi içinde bulunduğunuz ruh hali kadar o ruh haline sebebiyet veren insanlar ve çevre de belirliyordu. Edebiyatta da yaşamımızda olduğu gibi mutfağın bu hallerini gözlemlemek mümkündü.

***

Aslı E. Perker’in Sufle’si tam da yukarıda anlattığım gibi mutfağın terapi mekânına dönüştüğü romanlardan biridir. Üstelik tek karakter için de değil;
romanda dünyanın farklı noktalarında yaşayan üç farklı kişi hayatın dertlerinden, hastalıktan, ölümden, aşksızlıktan, sevgisizlikten kaçmak için mutfağı bir sığınak, terapi mekânı gibi kullanır.

New York’tan Lilia, monoton evliliğinde ve hayatında kiracıları ve onlara yaptığı yemekler sayesinde biraz olsun heyecan bulur. Paris’te yaşayan Marc, eşinin ölümünden sonra mutfağa girip yemek yapmak zorunda kalır ve mutfağın, acısını biraz olsun dindirdiğini fark eder. İstanbul’dan Ferda ise annesinin varlığına, kızının yokluğuna ancak mutfak sayesinde katlanabilir. Böylece mutfak üç kişinin hayatının yan rolüne, Sufle’nin de başrolüne yerleşir.

Mutfağın başrole yerleştiği tek eser Sufle değildir elbette. Türk edebiyatında mutfak dendiğinde akla ilk gelen romanlardan biri olan Mutfak Çıkmazı’nda da bu mekân romanın ana karakteri İlyas Divitoğlu’nun hayatını değiştirir. Divitoğlu ailesi, Osmanlı Devleti zamanında çok güçlü olsa da zaman içinde eski zenginliklerini yitirir ve ailenin elinde sadece eski görkemli günlerin hatırası ve aile ismi kalır. Bu sebeple İlyas, Cumhuriyet döneminde Yargıtay üyeliği yapan dedesi gibi Yargıtay üyesi olarak aileyi eski görkemli günlerine döndürmeyi hedefler.  Bu amaçla çok çalışarak Hukuk Fakültesini kazanır. Hedeflerine giden yolda âşık olduğu kadın tarafından reddedildiğinde karşısına bir terapi yöntemi çıkar. Yemek yapmak. Başta ekonomik olacağı gerekçesiyle bu işe girişse de sonunda mutfakta kişiliğini bulur. Ancak bu kendini bulma hayatını kaybetmeyle sona erer. Mutfak İlyas için önce bir sığınak, sonra dayanma noktası sonrasındaysa kendisini yutan bir mezara dönüşür.[1]

Sufle’de mutfak, kimse için bir mezara dönüşmez, bu romanda daha çok mutfağın insanların hayatındaki olumlu etkisine vurgu yapılır. Buna rağmen Ferda’nın annesi Nesibe Hanım aklı yerine geldiği nadir anlardan birinde hayatıyla ilgili kararını kendi verecek, son yemeği aşureyi tadını çıkararak yiyecek ve derin bir uykuya dalacaktır.[2]

Romanda Nesibe Hanım, Ferda ve Öykü’nün ilişkisi üç nesil arasındaki benzerlik ve farklılıkları, aynı zamanda anne-kız ilişkilerinin çeşitli yönlerini göstermesi bakımından etkileyicidir. Eserin ana karakterlerinden biri olan Ferda, Öykü’nün annesi, Nesibe Hanım’ın kızıdır. Nesibe Hanım, eşi tarafından terk edilmiştir ve mahallede hastalıklarıyla meşhurdur. En ufak bir acıyı abartan, fırsat bulduğu an ayılıp bayılan bu kadınla ilgilenmek hayatı boyunca Ferda’ya düşer. Ferda’nın kızı Öykü ise Fransa’da yaşamaktadır.

Nesibe Hanım’ın düşmesi ve kalça kemiğinin kırılmasıyla Ferda annesini evine almak ve onunla gece gündüz zaman geçirmek zorunda kalır. Bu durum Ferda’nın; gençlik dönemiyle annesinin alışkanlıklarıyla, kızının yokluğuyla tekrar tekrar yüzleşmesini sağlar. Bu yüzleşmeler en çok mutfak, yemek ve malzemeler üçgeninde yaşanır:

“Ferda annesinin evine getirdiği mutsuzluktan da pazarlara giderek sakınmaya çalışıyordu. Eskisi gibi haftanın iki günü ayrı ayrı mahallelerde kurulanlara gidip her şeyin en tazesini alamıyordu ama yakında olanda kısa bir tur bile aklını toparlamasına, nefes almasına yardımcı oluyordu. Bir kabağın çiçeğinde huzur bulduğunu kime söylese gülerdi biliyordu; bu yüzden de çoğu zaman hislerinin derinliğini kendine saklıyordu. (…) Daha küçücük bir çocukken bile kendini mutfakta annesinin sevdiği kurabiyelerden yapmaya çalışırken hatırlıyordu. İnsanları memnun etme isteğinin kuzu postuna bürünmüş haliydi yemekle arasındaki ilişki. Şimdi de annesine ne kadar kızgın olsa da onun gerdan tatlısını layıkıyla yapmak her şeyden daha büyük önem taşıyordu.”[3]

Alıntıda geçen gerdan tatlısı Nesibe Hanım’ın geleneksel yemeğidir. O, bu tatlıyı damadı Sinan’ın en sevdiği tatlı ilan eder. Oysa Sinan bu tatlıyı daha önce ayıp olmasın diye yiyip beğendiğini söylemiştir. Nesibe Hanım, Ferda ve Sinan’ın evinde kalmaya başlamasıyla bu tatlıyı yapmasını kızına salık verir. Çünkü Ferda, bu tatlıyı daha önce hiç yapmamıştır. Bu durum anne kız arasında ufak bir gerginliğe yol açar. Ferda sonunda tatlının tarifini sorarak annesinin gönlünü alır. Gerdan tatlısı anneden kıza kültürel aktarımı sağlayan bir araçtır, Nesibe Hanım’dan Ferda’ya geçer. Nitekim Aslı E. Perker kendisiyle yapılan bir röportajda bu tatlının ailesi tarafından yapıldığını ve romanda yer alan tarifin birebir uygulanabileceğini söyler.[4] Bu bakımdan gerdan tatlısı kültürel devamlılığı hem kurmacada hem gerçek hayatta sürdürmektedir.

***

Romana adını veren sufle, Lilia, Marc ve Ferda’yı mutfakta birlikte birbirlerine bağlayan yiyecektir. Ferda pişirecek malzeme alışverişine çıktığı zamanlardan birinde Sufle: En Büyük Hayal Kırıklığı adlı yemek kitabıyla karşılaşır. Aynı gün Lilia ve Marc da bu kitapla tanışır. Peki, suflenin alamet-i farikası nedir, kitaba neden adını verir? Az malzemesi olması dolayısıyla yapımı kolay görünmesine rağmen karıştırma aşamasından pişirme ve fırından çıkarma sürecine kadar sufle, ince hesaplama ve dikkat gerektiren bir yiyecektir. Yumurta beyazı iyi çırpılmazsa kabarmaz, fırından tam zamanında çıkarılmazsa ortası birkaç saniye içinde sönüverir. Üstelik çoğunlukla çikolatalı bir tatlı olarak bilinmesine rağmen “karidesli sufle, peynirli sufle, ıstakozlu sufle, peynirli jambonlu sufle, karamelli sufle, dondurmalı sufle, kabaklı sufle, şeftalili sufle, mokalı sufle, ıspanaklı sufle, kahveli sufle, incirli sufle gibi” birçok farklı çeşidi vardır.[5] Bu çeşitleri okuyucu olarak biz de roman karakteri Lilia ile eş zamanlı olarak öğreniriz.

Roman karakterlerinin bu yemek kitabını tercih etmesi yaşadıkları zorluklara karşı bir meydan okuma olarak yorumlanabilir. Nitekim roman ilerledikçe hepsi, kendilerini hapseden zorlu koşullara daha yüksek bir farkındalıkla, suflenin yapımında olduğu gibi ince bir dikkatle bakmaya ve bu sorunların üstesinden gelmeye başlarlar.

“Bir yemek kritiği restoranlardan birinde mönüden sufleyi seçerse o restoranı ya yerin dibine sokmak ya da göklere çıkarmak istiyor demekti. İkisinin ortası yoktu, çünkü suflenin ortası yoktu.” diyor anlatıcı romanda.[6] Sufle, adını tercih etmek de benzer bir risk taşıyor olsa da Aslı E. Perker’in romanını tam zamanında fırından çıkardığını ve okuyucuya buruk hayatların lezzetiyle sunduğunu söylemek mümkün.

Hepimize afiyet olsun.


[1] Romanla ilgili ayrıntılı bir inceleme yazısı için bkz. Nihan ABİR, “Mutfak Çıkmazı: İlyas Divitoğlu”, Roman Kahramanları, sayı 27, Temmuz/Eylül 2016.

[2] Aslı E. Perker, Sufle, Everest Yayınları, İstanbul 2016, s. 326-327.

[3] Age., s.74-75.

[4] Aslı Perker, “Amacım İyi Yemek Yapmak Değil İyi Yazar Olmak”, Milliyet Cadde, 31.03.2011. https://asliperker.com/basinda/amacim-iyi-yemek-yapmak-degil-iyi-yazar-olmak/ erişim tarihi: 31.05.2021

[5] Age., s.139.

[6] Age., s.139.