Mehlika Hanım Ailesi yahut “Servet Hanım’ın Tedbirleri”

Serdar Soydan

Bugün 22 Mayıs 2025. Bugün itibarıyla Nahid Sırrı Örik tamı tamına 130 yaşında! Her ne kadar bu 130’un yarısında, yani 65 senedir bedenen aramızda olmasa da yazdıklarıyla yaşamaya devam ediyor. Hem de hiç olmadığı kadar. Zira yaşarken eserlerini bastırmakta, hatta tefrika ettirmekte zorluk çeken Örik’in romanları, öyküleri, tarihi etütleri, gezi yazıları, resim yazıları, bir kısım oyunları son otuz senede dolaşıma sokuldu. Bunların çoğu da yazılışından ve müellifinin ölümünden yıllar sonra ilk kez okuyucuyla buluştu. 

Bu sene Nahid Sırrı’nın hiç bilinmeyen bir romanı da gün yüzüne çıktı: Mehlika Hanım Ailesi! Tahir Alangu arşivinde yer alan el yazması metni, Alangu’nun varisleri -yazılışından altmış beş yıl sonra- Örik’in yayıncısına ulaştırmış.

Bir Nahid Sırrı Örik hayranı olarak buna ne kadar sevindiğimi anlatamam. Kitabın çıktığını öğrenir öğrenmez koşa koşa yakınlardaki kitabevlerini gezip ne yazık ki elim boş dönerken -kitap henüz gelmemişti-, daha yolda bir alışveriş sitesinden kendime bir kopya satın aldım, ancak kargoyu beklerken her gün tekrar tekrar aynı yayınevlerine uğrayarak kitabın gelip gelmediğini sordum ve sonunda, kargo elime geçmeden kendime bir kopya alabildim. Şimdi Mehlika Hanım’ın bir değil, iki ailesi var evimde, kütüphanemde yaşayan. Allah ziyade etsin.

Sanırım en son 1995 yılında, 15 yaşında bir ergenken bu ‘fanboy’ kafalarına girmiş, Kozyatağı’ndan Kadıköy’e inip inip Serasker Caddesi’nde bulunan kasetçiye Sezen Aksu’nun Işık Doğudan Yükselir albümünün çıkıp çıkmadığını sormuştum.

Nahid Sırrı ve Mehlika Hanım Ailesi’ne, öncelikle bana kendimi genç hissettirdikleri için teşekkürü borç bilirim.

Eserin adı efsane… Mehlika Hanım Ailesi.

Aşk-ı Memnu romanını hatırlayalım. Firdevs Hanım, Bihter ve Peyker tek tek, adlı adınca anılmak ve sayılmak yerine ‘Melih Bey Takımı’ olarak tanınır ve tanıtılır romanın içinde, pek çoklarınca. Ataerki öyle bir şeydir ki ölüp gitmiş bir erkeğin ismiyle özetlenir, o isme indirgenir üç kadının devam eden, dallanıp budaklanan varlıkları.

Şakir Paşa Ailesi, Reşat Paşa Konağı… Evler, aileler çoğu kez merkeze bir erkek alınarak tanımlanır ve anlamlandırılır erkek egemen toplumda. Bir erkeğin kızı yahut bir erkeğin karısı olarak var olabilir genellikle ve ne yazık ki kadınlar. Oysa Nahid Sırrı Örik, romanındaki aileyi anlatır ve adlandırırken bir kadını merkeze almıştır. Mehlika Hanım’ın ailesini, aile fertleriyle ilişkisini anlatırken, bu aileyi ‘Mehlika Hanım Ailesi’ olarak tanımlamıştır. Romana başlamadan bunu düşünmüş, “Aslanım Nahid Sırrı… İlk andan farkını koymuş ortaya!” demiştim.

Romana öyle iştahla başladım ki altı-yedi saat içinde, neredeyse yerimden kalkmadan bitirdim okumayı. Su gibi aktı tabiri caizse. Doyamadım. Nahid Sırrı’nın kendine has, biricik, ‘Örikvari’ dünyasında yepyeni bir hikâyeyle dolaşmak paha biçilmez bir keyifti.

Ancak diğer romanlarından farklı olarak diyalog oranı biraz fazla geldi. Ruh ve çevre tasviri paragrafları, göstermeyip anlattığı, aktardığı kısımlar kısalmış, azalmıştı. Zaten bu sayede altı-yedi saat içinde okuyabilmiştim ya muhtemelen romanı.

Bir teatrallik vardı metinde. Hatta bazı yerlerde iki konuşma cümlesi arasında parantez içinde yer alıyordu aksiyon ve “Aa, ne garip; sanki bir tiyatro metni okuyorum,” hissi geliyordu insana:

– Canım burada dilenmeyecek ya, koca şehir, kendisinin tanınmayacağı yerlerde dilenir, tanınmayacak kıyafete girip dilenir! (Ve sanki dava ilk önce sevgili komşusu ve mahrem-i esrarı Rüveyde’yi ikna etmekle hallolunacakmış gibi ısrar etti):

– Hele bir iki gün denesin, tadı belki damağında kalır da devam eder. Paranın yüzü tatlıdır. (s. 42)

– Bir de bavul var ama pek büyük. Bunu tercih ettim. Götüreceklerim içinde sığdı. (Gülerek) İstersen açayım da tetkik et, dilenci kıyafetimin bütün aksamını gör! dedi. (s. 130)

Nahid Sırrı romanın sonuna “Caddebostan, Ocak 1959” yazmış. Yani kronolojik olarak, sonunda “Caddebostan, 15 Temmuz 1958” ibaresi yer alan Turnede Bir Artist Öldürüldü novellasından hemen sonra. Hemen Turnede Bir Artist Öldürüldü’yü raftan alıp karıştırmaya başladım. Hayır, böyle bir teatrallik yoktu o eserde. 

Derken 137. sayfadaki bir isim hatası bu muammanın düğümünü çözdü.

“Şevket Bey küçük oğluyla birlikte gelinceye kadar Servet Hanım, Demir’in varlığında bihaber davrandı.”

Eserin yayına hazırlayıcısı ‘Servet’ kelimesine dipnot vermiş, “Mehlika olacak” demişti. Romanın buraya kadarında da Servet, pardon Mehlika Hanım’ın jigololuk yapan küçük oğlu Yalçın’ın adını iki kere Yılmaz olarak yazmıştı Nahid Sırrı. “Demek ki bir aşamada karakterlerine koyduğu isimleri değiştirmiş,” deyip geçebilirdim ama ‘Servet Hanım’ ismi bana tanıdık gelmişti.

Hemen Merve Sürükli’nin 2019 tarihli “Nahid Sırrı Örik’in Taha Toros Arşivi’nde Bulunan Eserlerinin Analizi” tezini açtım. Servet Hanım diye arattım ve yanılmadığımı anladım.

Nahid Sırrı Örik’in Taha Toros Arşivi’nde bulunan oyunlarından birinin adı Servet Hanım’ın Tedbirleri adını taşıyordu. Sürükli oyunun konusunu şöyle özetlemişti İngilizce tezinde:

“… in “Servet Hanım’ın Tedbirleri”, the husband of Servet Hanım earns money from the beggary and then Servet Hanım and her husband continues the beggary together.” (Servet Hanım’ın Tedbirleri’nde Servet Hanım’ın kocası dilencilikten para kazanır ve daha sonra Servet Hanım ve kocası birlikte dilenmeye başlar.) (s. 67)

Romanı okuduktan hemen sonra, benim gibi Nahid Sırrı müptelası olan bir arkadaşım için şöyle bir özet kaleme almıştım. Aşağıdaki paragrafın spoiler içerdiğini, bu konuda hassas olanlar için es geçilmesi gerektiğini belirttikten sonra alıntılıyorum.

1950 baharı… Beylerbeyi sırtlarında yaşayan fakir bir aile. Zenginken fakir düşmüşler. Günün birinde semtin zenginlerinden birinin akademide resim okuyan şımarık kızı geliyor, evin hanımına “Kocanı yarın bana yolla, onun dilenci kılığında resmini çizeyim, tam dilenci tipi var onda,” diyor. Önce bozuluyor kadın ama sonra kızın modellik için kocasına 100 lira para vereceğini duyunca bir anda ikna olduğu yetmiyormuş gibi adamı da ikna ediyor. Kız adamı çiziyor, çok da güzel oluyor. Ama bu sefer bizim kadının aklına şu geliyor, “Bu adam bu kadar dilenciye benziyorsa bunu neden dilendirmeyeyim?” Kocası zaten boş gezenin boş kalfası… Adama açıyor durumu. Adam dilenmeye başlıyor ve paraya para demiyor. Ama parayı bulunca resmi yapan kızın anasını metres tutuyor. Dilencilikten gelen paranın çoğu o tarafa akmaya başlıyor. Bizim kadın bunu fark edince, kocasına “Ben de seninle dileneceğim, sen kör rolü yaparsın, ben cefakar eşin olurum, daha çok kazanırız,” diyor. Adam karının tüm parayı elde tutmak için bu tedbiri aldığını anlıyor ve rıza göstermeyip dilencilikten istifa ediyor. Kadın bakıyor tüm para gidecek, “Tamam,” diyor, “ne halin varsa gör!” Ama bir kere “Ben de dilenci olacağım,” dedi ya, aklına girdi bu iş, kendisi de tek başına dilenmeye, kocasına rakip olmaya başlıyor. Finalde karı koca aynı yerde dilenirken rastlaşıyor ve aşkları depreşip güç birliği yapıyorlar. Birlikte dilene dilene evlerine dönüyorlar.

Görüldüğü gibi oyunun ve romanın konuları büyük benzerlik taşıyor. Hatta şunu diyebiliriz ki iki metin aynı fikirden, aynı kaynaktan doğmuş. Biri diğerinin uyarlaması, yeniden, farklı türde ele alınmış hali gibi görünüyor. Nahid Sırrı’nın romanda ‘Mehlika’ yerine ‘Servet’ yazmış, yahut isimleri tek tek değiştirirken bir Servet’i es geçmiş olması da bunu kanıtlıyor.   Tabii ki oyunu okuyamadım, detaylarına hakim değilim, roman ve oyun birbirinden nerelerde ayrılıyor, nasıl farklar var aralarında, bilmiyorum. Maalesef Taha Toros Arşivi’ni satın alan Şehir Üniversitesi kapatıldı. Arşiv Marmara Üniversitesi’ne geçti ve henüz eserlerin akıbeti belirsiz. Nahid Sırrı’nın bu arşivde yer alan terekesinden aşağı yukarı on iki yıl önce haberdar olduk ama halen arşivdeki eserleri okuyabilen şanslı insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor sanırım. 

Yine Sürükli’nin tezinden öğrendiğimize göre arşivde yer alan bir diğer roman taslağı olan “Kırılan Ayna”, Nahid Sırrı’nın 16 Nisan-31 Mayıs 1952 tarihleri arasında, Ankara’da, Küçük Tiyatro’da sahnelenen Alın Yazısı oyununun uyarlamasıymış. Belki de Vatan gazetesinde tefrika edilen Turnede Bir Artist Öldürüldü novellasından sonra aşka gelen Nahid Sırrı geçmiş yıllarda yazdığı, kimi sahnelenmeyen, yani el değmemiş oyunlarını birer birer romanlaştırmaya girişmiş, muhtemelen onları bu şekilde değerlendirebileceğini düşünmüştü. Ki Mehlika Hanım Ailesi’ni o dönem Vatan gazetesinin yazı kadrosunda yer alan Tahir Alangu’ya göndermiş olması da bunun bir kanıtı olsa gerek.

Nahid Sırrı’nın külliyatında öyküden oyuna, oyundan romana, öyküye uyarlanmış, hatta senaryolaştırılmış; türler arasında dolaşmış başka eserler de var.

Örneğin İhanet… Yazılışından neredeyse doksan yıl sonra, ilk defa 17 Ekim 2017 tarihinde, Özen Yula rejisiyle Ankara Devlet Tiyatrosu, Küçük Sahne’de seyirciyle buluşan bu eseri 1931’de yazmış Nahid Sırrı. O zaman ismi Bir Canda İki Dert’miş. Bakmış Şehir Tiyatroları beğendiği halde repertuvara almıyor, 1939 yılında “İki Kız Kardeş ve Bir Delikanlı” adıyla uzun öykü olarak Ülkü’de tefrika ettirmiş. 1953’te, bir kez daha oyun olarak, bu sefer Bir Postta İki Arslan adıyla Devlet Tiyatroları Edebi Heyeti’ne sunmuş eserini. Yine olmamış. Bir kez daha elden geçirip İhanet adını verdiği eserinin sahnelendiğini dünya gözüyle görememiş.

Yine 1927’de Son Saat gazetesinde yayınlanan “Evliya Kuyusu” adlı öyküsünü Kuyulu Evliyanın Evinde adıyla, dört perdelik halk komedisi olarak ele aldığını öğreniyoruz Sürükli’nin tezinden. Bu oyunun adını Mehmet Behçet Yazar’ın Yedigün için yaptığı ankette de Kuyulu Evliya Vesile Hatun olarak zikreder Nahid Sırrı. 

Yıldız Olmak Kolay mı? romanının senaryosu da Taha Toros Arşivi’ndeki Nahid Sırrı Terekesi’nde yer alıyor.

Mehlika Hanım ve ailesine dönecek olursak… Romanı okuduğumda tematik olarak ve his olarak en çok Para Uğrunda oyunu ve Gece Olmadan romanına yakın buldum bu eseri. Tematik olarak dolaştığı sular da oldukça benzer. Para Uğrunda da Münevver’in genç Oğuz’u kendisine parayla bağlaması, adeta jigolo tutmasıyla Mehlika’nın küçük oğlu Yalçın’ın büyükannesi yerinde Süheyla Hanım’la ilişkisi birbirini andırır.

Gece Olmadan, romanın tefrika edildiği 1951’de, Vaniköy Caddesi, no 23’te ikamet eden Nahid Sırrı’nın yaşadığı Kandilli’de geçer. Mehlika Hanım Ailesi’yse Çengelköy’ü atlayacak olursak Kandilli’nin komşusu denilebilecek Beylerbeyi’nde.

Şu tesadüfe bakın ki Gece Olmadan romanında da Mehlika adlı bir karakter vardır. Hem de romanın ana karakteri diyebileceğimiz Semiha’nın evlenmek ve servetine konmak için gözüne kestirdiği Ali Hayrettin Bey’in eşinin adıdır bu. Ali Hayrettin Bey’in Mehlika’yı boşamak üzereyken ani bir kalp sektesiyle ölümü Semiha’nın annesi Güzide Hanım’a şüpheli görünür.

Tüm bu eserlerde başrolde para vardır, yokluk çeken, sınıf düşen karakterler para için cinsel cazibelerini kullanır. Para kazanmak için olmadık şeyler yaparlar. Gece Olmadan ve Para Uğrunda’dan farklı olarak Mehlika Hanım Ailesi mutlu bir sonla biter. Acaba Servet Hanım’ın Tedbirleri oyunu da böyle mi bitiyordu? Bu oyun günün birinde ortaya çıkarsa ilk olarak sonuna bakacağım.

Para Uğrunda 1949’da sahnelenmiş, Gece Olmadan 1949-51 yılları arasında yazılmıştır. Mehlika Hanım Ailesi de sonunda “Ocak 1959” yazsa da 1950 baharında başlar, romanın içinde geçen tarih budur.

Bence Servet Hanım’ın Tedbirleri oyunu da Nahid Sırrı tarafından bu sıralarda, 1949-51 arası kaleme alınmış olmalı. Ve sekiz yıllık beyhude bir bekleyişin sonunda yazarı eserini romana uyarlamış, belki de sadece romanın ilk taslağı olan, üzerinde biraz daha çalışacağı, incelteceği bu metni Tahir Alangu’ya yollamış.

Kim bilir belki başka romanlarını da başkalarına yollamıştır ve onlar da umarım gün yüzüne çıkar. Ancak dilerim bir altmış beş yıl daha beklemeyiz. Zira ben o kadar bekleyebileceğimi sanmıyorum.

Mehlika Hanım Ailesi’nin biz Nahid Sırrı Örik severlere ulaşmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Ve Nahid Sırrı Bey… Murathan Mungan arşivinden çıkan, geçen ay Notos’ta yayınlanan fotoğrafınızı gördünüz, hatırladınız mı? Ne kadar özel ve güzel bir ruhmuşsunuz. İyi ki yazmış, inat etmiş, eserlerinizi bizlerle buluşturmuşsunuz. Hayatımı zenginleştirdiğiniz için size minnettarım. İyi ki doğdunuz, iyi ki var oldunuz. Nice yüz otuz yıllar boyunca isminiz yâd, ruhunuz şad olsun.