Bengi Düşgör
“Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”
Ahmed Arif şiiri üzerine yazmak, bir ergenlik dönemi kahramanına geri dönmek anlamına da geliyor. İlk Nazım Hikmet’le tanışıp sonra da en az onun kadar etkileyici bir başka şaire denk geldiğim zamanların büyüsüne geri dönmek. Bu aynı zamanda da ayrılıkların, sürgünlerin, mahpuslukların, karşılıksız bir aşkın şairine geri dönmekti. Bu yazıya nasıl başlamak gerekir, hangisini seçmeli nereden başlamalı sorularına dalmışken Ahmed Arif’in “İçerde” şiiri ile başlamak zorunda olduğum hissine kapıldım. Herkesin içerde ve dışarda olmak üzerine bu kadar kafa yorduğu, uğraş verdiği ve sıkıntı duygusuyla bir baharı kovaladığımız günlerden birindeydik ne de olsa. Hepimizin hapiste ve prangada hissettiği zamanlardaydık… Ama bahar aynı zamanda da gençlik, umut ve aşk getirendi. Ahmed Arif şiirinde aşk da vardı ayrılık da, pranga da.