.

Gökçe Bilgin: “Evi terk etmenin karşılığı en basit hâli ile yalnızlıktır.”

Bilge Sönmez

Gökçe Bilgin ile, yazarın geçtiğimiz Ağustos ayında İletişim Yayınları’ndan çıkan ikinci romanı “05.45 İstanbul” üzerine konuştuk. Kitap bir seri katilin, yarattığı insan görünümlü robot ile arasında geçen diyaloglardan ve kahramanın İstanbul sokaklarını arşınlarken yaptığı iç konuşmalardan oluşuyor. Yazarın ilk romanı “Porselen Bir Mevzu”, 2021’de yine İletişim Yayınları tarafından yayımlanmıştı.

Okumak ve yazmak ile olan ilişkiniz nasıl başladı? Bu süreçte zorluklarla karşılaşıyor musunuz?

Okumak, yorucu bir eylem benim için. Hem okuduğum metinlerle kavga ettiğim için hem de yazmak istediğim türün örneklerine ulaşmakta zorluk çektiğim için yorgun hissediyorum. Bazen elimdeki kitabı daha bitirmeden saklarım. Artık erkeklerin nasıl savaştığını, nasıl kahraman olduklarını, nasıl sevdiklerini ve seviştiklerini, nasıl düşündüklerini ve nasıl ifade ettiklerini, nasıl başarılı olduklarını, nasıl para kazandıklarını, nasıl kadınların sadakati ve ilgisine maruz kaldıklarını heyecanla takip etmekte zorluk çekiyorum. Bilimkurgu dikkatimi çektiği için o türün robotlarını, canavarlarını, aletlerini düşünmek istiyorum. Elimdeki kitap beni onlara yaklaştırsın istediğimde sınırlar meydana getirdiğimi biliyorum. O tip kurguları merak ettiğim için suçlu hissetmek istemezdim. Bu suçluluğun bir kısmı, kendi kendime yarattığım yasaklardan kaynaklanıyor olabilir. Ama büyük bir kısmı da istediğim öncül hayallere ulaşamamaktan kaynaklanıyor. Bu gibi düşüncelerin devamı yazmaya yoğunlaşacağım zamanlara işaret eder. Biraz okur, biraz kızar, biraz karamsar hisseder ve sonra bir cümle ararım. İstanbul’un kalabalığına karışır başka şeyler düşünürüm. Beyoğlu’nun daracık sokaklarında, Galata köprüsünün üstünde, Kurtuluş’un semt pazarlarında, esnaf lokantalarında başka çağın geçmişini ve geleceğini düşünürüm. Biliyorum bunun nasıl başladığını sordunuz ama ben henüz başlamadığını söylüyorum.

Gökçe Bilgin

Basılı iki romanınız var. Birinde kadın kahramanın yazarlık yolculuğunu, diğerinde seri katil bir kadın kahramanın serüvenini fakat her ikisinde de fantastik öğeler kullanarak anlatıyorsunuz. Hikâye anlatırken gerçeklikle nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

Gerçeğe olduğundan daha çok bağlıyım. Kahramanlarım sokağın nabzını tutan bilincin, sokaklarda yankılanmayan sözlerini ortaya döksünler isterim.  Buradaki “gerçek” benim için sorgulama içeren, soru üretme tekniği ile elde edilmiş ham fikirlerle meydana getirilmiş yabancı şeylerden oluşuyor. Yabancı şeyler, bu ilk defa karşılaşmak anlamında kullanılıyor.  Kitaplarımda mümkün mertebe bu “yabancı şeyler” i görünür yapmaya çalışırım. Sanki onları görünür yaparsam ihmal edilen gerçekler yüzeye çıkacakmış gibi. Katı sınırların bir anlığına yok olması bile benim için çok önemli. Özellikle karakterlerim hareket etmeye başladıklarında çok mutlu olurum. İlk kitabımdaki karakterlerim de dahil var etmeye çalıştığım herkesin bir tür robot olduklarını düşünüyorum. Onlara insanlara özgü isimlerle sesleniyor, insanlar gibi konuşmalarını bekliyorum. Konuştuklarında kızıyorum. Sanki söylemelerini istediğim şeyleri onlara öğrettiğim halde bile bile dillendirmiyorlarmış gibi. Bu yönü ile “gerçek” benim için aranan bir şey o zaman.

Kitabınızı İstanbul’a ve evi terk edenlere adıyorsunuz. İstanbul ile olan bağınız nasıl gelişti? Evi terk etmenin sizdeki karşılığı nedir?

Evi terk etmenin karşılığı en basit hali ile yalnızlıktır. Ev korunaklı, zahmetsiz bir bölgeyken sokağa atıyorum kendimi. Bu “sokakta olmak” fiziksel bir durumdan ziyade zihinsel bir “dışarı” benim için. Sokaktayız diyelim, şimdi nereye gideceğiz? Ben İstanbul’a gittim. Bu vb. fikirlerden ötürü İstanbul karakterlerimin yaşadığı şehir oldu. İstanbul’da dikkatimi çekenin ne olduğunu söyledikten sonra benzer şehirlerin de dikkatimi çektiğini söylemeliyim. Başka bir kitap için onlardan birini tercih edebilirim. İlk defa İstanbul’a çocukken yurtlu bir lisede okumak için geldim. O gün de benim için kalabalık, tuhaf bir şehirdi. Bu tuhaflığı 05.45 İstanbul sayesinde görünür hale getirdim. Evi terk edenler hem sahiden de evlerini, eve benzeyen yerleri terk edenlerden hem de zihinsel terk edişlerden elde edilen bir tanımlama. Yazınsal yolculuğumu bilim kurguya yönlendirmek istiyorum. Bu da beni evi terk edenlerden biri yapar.

Robotlarla dolu bir hapishanede tutuklu seri katil Nevin ile, onu sık sık ziyarete gelen kusursuz insansı görüntüye sahip robot Murat arasında nasıl bir gönül ilişkisi yaratmak istediniz? Murat’ın kalbinin özgür kalabilmesi için âşık olması gerekiyor. Kalp, bir kafesin içinde. Tüm bunların alameti nedir?

Karışık bir ilişki yaratmak istedim. İşte oldu birbirlerini anlamaya başladılar demeye başladığında okur, bunun tam tersini düşündürecek sayfalar olsun istedim. Ya öyle değilse, ya beni sevmiyorsa, ya yoksa, ya hiç olmamışsa, ya şimdi başkası için varsa, ya onu çoktan daha tanımadan kaybetmişsem gibi varlığın içini oyan, hasta eden korkulardan faydalandım. Parçaların uyumsuzluğundan, insanın öfkesinden ve bir türlü unutulmayan bedenlerden, o bedenlerin saklanmak istenen parçalarından, şehirlerden, İstanbul’dan ve İstanbul var diye adı anılmayan başka şehirlerden, şarkılardan, başka yerdeki bir öteki sanatçının şarkısından, eğer o şarkının sözleri Türkçeye çevrilirse tıpkı karakterim Nevin gibi o şarkının da uzun bekleyişleri unutulmaz hale getirmek için yazılmış  olduğunun anlaşıldığından, uzakların ruh halinden, sıkıntılardan, iç sıkıntısı devasa boyutlara ulaşmış sıradan insanlardan bahsettim. Tüm bu ayrıntıların kesişim bölgesi bana göre aşktı. Ama bu özgürce yaşanılacak bir aşk olamazdı. Olsa olsa beklediğimiz, tümüyle kendimizi gösterdiğimizde bile kaçmayacak olanı yaratmak gerekiyordu. Nevin de Murat’ı yaratmaya başladı. Onu yaratırken hem yaşadığı şehri anlattı hem de içinde bulundukları zamanı. Zamanın zorbalığını ve merhametini bir araya getirmek istedim. Merhameti var etmek için öfkeyi gizlemedim. O yüzden kalbin kafesin içinde olduğunu söyledim. O kafesi açacak şeyin ne olduğunu okurla beraber aramaya çıkalım istedim. Saf ve düşünceli okura güvendim. O anahtarı saklamadım, fikirlerden örülü bir iç sohbetin içine koydum sadece. İstedim ki okur anahtarı arasın, karakterlerim de anahtarı beklesin. Murat ve Nevin ne yapacak? İstediği aşkı beraber olduğu kişilerde bulamayan Nevin, yaratığı kişiyi ne kadar sevecek? Bahtına düşenlerin çarpıklığını, yarattığının mükemmelliğine mi tercih edecek? Yoksa Nevin Murat’ı hiç sevmiyor mu? Sırf yarattığı için mi, bir miktar kibirden dolayı mı o kadar peşine düşüyor? Bu, vb. düşünceler yaratılış efsanelerini önemseyen, okuyan bir yazarın inancın doğasını sorgulama çabasını da içeriyor. Kafesteki kalp, inancı sorgulayan bireyin yaşadığı sıkıntıların dışa vurumudur. Aşk, inanç, savaş kitabın birbirine sarılmış parçalarıdır. Kanatan, parçalayan, tekrar ve tekrar varlığı var edecek zahmetli yolu, basitçe, sıkmadan ifade etmenin yollarını aradım. Bu yüzden günlük hayattan tanıdığımız bir temayı seçtim. Küçük bir farkla, Murat’ı seven Nevin vardı artık. O yüzden aşkı örtü olarak kullanırsam onlarınki gibi karışık bir ilişkiyi somutlaştırabileceğime ikna oldum. Bu yüzden aşkın girdilerini ve çıktılarını kullandım. Çünkü bana göre bu bir deneysel çalışmaydı. Böylece istediğim her düşünceyi, istediğim kadar sorgulayabilecektim. Esasen birbirini seven insanların yaşadıklarını anlatan eserlerden o kadar da etkilenmem. Ama düşüncesini, sorgusunu ifade etmek için bu yöntemi kullananları takdir ederim. Onların fikirlerini aktarmak için seçtiği yolu gülümseyerek okurum. Arzum, okurumun arkamdan şunu söylemesidir: fikirleri sorgulamak için roman türünü seçmiş. Sonuçta herkesin bir derdi var. Bizim bunu ona layık görüp görmemiz, bu da bizim derdimiz olsun. Çünkü o kendi derdine o kadar odaklanmış ki, besbelli onu görmediğimizi biliyor ama aldırmıyor.

Romanın beni içine çeken en hoş özelliği, cümlelerin sade, günlük konuşma diliyle oluşturulması, hikâyenin akışkan olmasıydı. Karakterler için ayrı ayrı konuşma biçimleri mi yarattınız yoksa kendi olağan dünyanızın seslerini mi romana yansıttınız?

Ben yazarken içinde bulunduğumuz olağan koşulların bireylerini kullanıyorum. Elbette kurguya düşen herkes gibi onlarda biraz hayali özellikler de kazanıyorlar. Ama yine de tüm karakterlerimin hayatın içinde bir karşılığı var. Sokaktayız. Çalışıyoruz. Emekçiyiz. Düşünüyoruz. Pamuk topluyoruz. Tütün ekiyoruz. Fahişeyiz. Dileniyoruz. İşçiyiz. Aldatan kadınız. Katiliz. İstenmeyen eşyayız. İstenmeyen inancız. İstenmeyen sevişmeyiz. İstenmeyen fikiriz. İstenmeyen kahramanız. İstenmeyen mücadeleyiz. İstenmeyen çocuklarız. Kaybetmişiz ve bu yüzden bir parça olsun kızmak hakkımız değil mi? Bu gibi ayrıntıların dili her neyse onu kullanmaya çalışıyorum.

Romanda diyalog çizgisi ya da çift tırnak kullanmamanız, karakterlerin iç içe geçtiği bir belirsizlik yarattı bende. Nevin’in bilincinin gidip gelmesi, robotun yaratıcısının aynı zamanda Nevin olması, bu iki karakterin birbirine karıştığını gösteriyor. Siz ne dersiniz?

Onlar kabul görmeyecek şeyler yapıyor. Bu yüzden kurala bağlılık onların doğasına aykırı davranmak olacaktı. Bir nedeni bu. Diğer nedenim de düşüncelerin birbirine karışması, akışkanlık, bana doğal geldiği için bu yöntemle yazıyorum. Çünkü daha önceki sorularda da belirttiğim gibi canlı, devam eden bir süreci gözler önüne sermek istiyorum. Yazmaya başladığımda başkasının acısını, mutluluğunu, fikrini süzerek ifade etmemek için sınırları yok etmeye ihtiyaç duyuyorum. Bağımsız karakterler yaratmayı, kurallı yazmaya yeğliyorum. Yine de bu okunamayacak kadar karışıklık yaratıyorsa bir dahaki romanda kimin konuştuğunu daha iyi nasıl gösterebilirim üstüne düşüneceğim. (Sanki onları sınırlarla ayırma arzumuzu bastırırsak hepsini ama hepsini fark edebiliriz gibi.)

Bir seri katil romanı okusak da burada daha çok bir insanın içsel yolculuğundan ve içinde bulunduğu toplumun bu kişiye yansımasından bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Toplumsal sorunları roman kişinize entegre ederken nelere dikkat edersiniz?

Doğal olmalarını isterim. Buna pervasızlık denilebilir. Her nerede yaşıyor ve nasıl davranıyorlarsa, ne görüyorlarsa onun dili ile konuşmalarını, hareket etmelerini beklerim. Bu bazen pek kolay olmaz. Çünkü ele aldığım bir durum ve o durumun bireyi için yararlanacağım bir ön yol yokmuş gibi hissederim. Örneğin şiddet teması için savaşçı kadınlar yaratmak istesem nereye bakmam gerekecek? Örneğin hiç okula gitmemiş, fakir ama fikirleri, eleştirisi, beğenisi, fantezileri, siyasi görüşü olan bireyler yaratmak istesem nereye bakacağım? Örneğin sevişmekten sakınmayan kadınlar yaratmak istesem nereye bakacağım? Örneğin kahraman kadınlar yaratmak istesem nereye bakacağım? Örneğin öteki sevişmeler, öteki arzular, öteki düşünceler ortaya koymak istesem nereye bakacağım? Bu gibi sorunlar yaşıyorum. Ama pes etmiyorum. Akla ilk gelenin doğru olduğu söylenir ya, tıpkı onun gibi ben de bir sorunu ele aldığımda karakterlerimin bunu en sıradan tepkilerle ortaya koymalarını istiyorum. Bu bana yakınmaktan daha kolay geliyor. Bu kitap özelinde bu pratikliğin seri katillerin de yöntemi olduğu bilgisi var elimde. Planlanmış ham duygular… İçimizdeki ham duyguları olduğundan fazla sahiplendikleri söyleniyor. Yaptığım okumalar neticesinde bu gibi ayrıntılar elde ettim.

Hikâyeyi okudukça Nevin’in yalnızlığında, İstanbul’u karış karış dolaşmasında ve kendisine uygun insanlar bulmasında bir parça kendimizi buluruz. Tabii bir farkla, o bir seri katil. Bir söyleşinizde bunun hoş karşılanmayabileceğini, nasıl bir tepkiyle karşılaşacağınızı merakla beklediğinizi söylüyorsunuz. Romanınızın yayımlanmasının üzerinden birkaç ay geçmişken, olumsuz tepkilerle karşılaştınız mı? Aldığınız geri dönüşlerden bahsedebilir misiniz?

Ne yazık ki bazen kurgu durumların kabahatli olduğu sonucuna varabiliyorlar. Ben şimdilik can sıkıcı bir tepki ile karşılaşmadım. Daha çok güncel sorunları işlediğim için, ki distopya türünün ham maddesidir güncel politika, okur bunu tarafgirlikle karıştırabilir. Sanki bir tarafı tutmuşum gibi tedirgin davranan ve yazdığımı görmezden gelenler de oluyordur. Bu yazının ruh halini ve ifade etme şeklini taşıdığım için dışlanmam anlaşılır olmasa da mümkündür. Ama dediğim gibi mümkün mertebe devam etmeye çalışıyorum. Gönül verdiğim yazının bağımsızlığa ihtiyacı olduğunu biliyorum. İmkân bulunca da bunu ifade etmeye çalışıyorum. Ne de olsa bu yalnızlığı ve yabancılığı göze alarak başladım yazmaya. Nihayetinde okur için önemli olanın başka bir şey olduğunu düşünüyorum. O, “başka bir şeye” güveniyorum. Bu güvenin ortalığın tozunu alacağını hayal ediyorum. 😀 Detaylı sorularınız için teşekkür ederim. İyi ki kitaplar var.