.

M. Özgür Mutlu: “Sismik-1’in yolculuğunu antik dönemlere, ilk gemilere dayandırıyorum”

Nilgün Taylan

M. Özgür Mutlu’nun ilk romanı Güzel Seferlerin Süvarisi geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Biz de bu vesileyle kendisiyle keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

“Güzel Seferlerin Süvarisi” nasıl ortaya çıktı? Bize yazma sürecinizden bahseder misiniz?

Romanın bende başlangıcı 2016 yılına uzanıyor. Hikâye Datça limanına demirlemiş küçük bir araştırma gemisini -sonradan MTA’nın Selen adlı gemisi olduğunu düşündüğüm- görmemle başladı. Kara kışta gemiyi görünce Datça gibi bir yarımadada mahsur kalmış bir gemi ve araştırmacıların hikâyesini yazmayı istedim. Kafamda biraz şekillenince gidişat, hikâyedeki gemi için Sismik-1 geldi aklıma. Üniversitede jeoloji mühendisliği okuduğumdan Sismik-1 aklımda kalmıştı. Sismik-1’i araştırmaya başladığımda ise geminin tarihinin çok eskilere dayandığını, başından pek çok önemli olay geçtiğini gördüm şaşkınlıkla. Böylece kafamdaki hikâyeyle Sismik-1’in hikâyesi paralel ilerlemeye başladı, çoğu kez de onun hikâyesi romandaki karakterlerin önüne geçti, başrolü aldı. Yazım sürecinin en uzun, zorlu ama bana keyif veren yanı geminin tarihi, ana hatlarıyla geçirdiği dönemler ve öznesi olduğu olaylar ile gemicilik ve denizcilik hakkında okuyup araştırmak oldu. Geminin eski dönemlerine ait detaylı bir kaynak bulamadım; dayandığım en büyük kaynak gazete arşivleri oldu. Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin arşivlerinden çok yararlandım. Sismik-1’de yıllarca çalışmış, benim de çok sevdiğim bir usta yazar olan Cemil Kavukçu’nun öyküleri ve Sismik-1 ile ilgili anılarının yanı sıra, Oktay Sönmez, Refik Akdoğan, Selim Özen, Sadun Boro, Josep Conrad, Jack London, Halikarnas Balıkçışı, Zeyyat Selimoğlu gibi denizci ve yazarları okudum. Geminin yaşam öyküsü o denli etkileyiciydi ki metinde onu kaptanın seyir defterleri bölümleriyle roman kahramanlardan biri kılmak istedim. Sonunda titiz bir editoryal çalışmayla ete kemiğe büründü özetle.       

Sismik-1’in hikâyesi çok ilgi çekici. Biraz da bundan bahsedelim mi?

Sismik-1 gemisi benim bulabildiğim kaynaklara göre 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazi Almanya’sı için Agir adıyla inşa ediliyor. Savaşın ardından İngilizlere geçiyor, adı Herkül oluyor ve uzun süre Cebelitarık’ta kurtarma römorkörlüğü yapıyor. 1954’te Denizcilik Bankası tarafından satın alınıyor, Hora adı konuyor ve tahlisiye işinde kullanılmaya devam ediliyor çok uzun süre. Pek çok kaza ve kurtarmaya müdahale ediyor. Bir ara 1968’li yıllarda ıskartaya çıkarılıp bir kaynağa göre zabitan yatakhanesi olarak kullanılıyor. Ardında 1974-76 yıllarında Yunanistan’la yaşanan kıta sahanlığı problemi sırasında MTA tarafından yeni sismik özelliklerle doğal gaz, petrol araması yapmak üzere donatılıp Akdeniz’de patlayabilecek bir sıcak savaşın odağında yol alıyor. 80’li yılların başında emekli edilmesi düşünülürken 87’de tekrar kıta sahanlığı sorunu gündeme gelince denize açılıyor. Bu arada geminin emekli edilmesi ve hurdaya çıkarılması ile pek çok girişim sonuçsuz kalıyor. 99 depreminin ardından Marmara Denizi’ndeki fayları araştırıyor, bilimsel araştırmalarda kullanılıyor ve 2006’da MTA gemiyi İTÜ Denizcilik Fakültesi’ne eğitim gemisi olarak hibe ediyor. O günden beri de Tuzla’da eğitim gemisi olarak kullanılıyor. Bir türlü emekli olamıyor, bu sayede de hâlâ karinasına deniz değiyor. Burada ana hatlarıyla bahsettiğim hikâye kaynaklardan benim bulabildiğim Sismik’in hikâyesi. Daha önce bir başka söyleşide de ifade ettiğim gibi “Güzel Seferlerin Süvarisi” ise Sismik-1 gemisinin kahramanlarından biri olduğu bir roman. Yani ben geminin tarihini yazmadım, amacım bu değildi. Yukarıda özetlediğim dönemlerini, o dönemlere ait bulabildiğim bilgileri kullanarak kurguladım. Sismik-1’e ancak uzaktan bakan bir göz olarak, onun geçirdiği süreçler için, mümkün olduğunca gerçeklere bağlı kalmaya çalışarak hikâyeler yazdım, karanlık dönemlerini daha çok sahip olduğu isimlerinin de verdiği çağrışımlarla şekillenen metinlere dönüştürdüm. Yani aslında yeni bir Sismik okuduğumuz. Cemil Kavukçu’nun yazdığı Sismik’i ya da yıllar boyu o gemide ter dökmüş gemici ve araştırmacıların zihnindeki, anılarındaki gemiyi anlatabilmek mümkün değil, bir yandan da yazacak olsalar her biri farklı bir Sismik-1 anlatırdı doğal olarak. Yanlış bir anlaşılmaya yer bırakmamak için bunun bir tarih, araştırma ya da denizcilik kitabı ya da Sismik-1’in gerçek yaşam hikâyesi olmadığını, Güzel Seferlerin Süvarisi’nin Sismik-1’in de kahramanlarından biri olan bir roman olduğunu vurgulamak istedim.    

Aras, modern dünyanın karmaşasına karşın denizin ortasındaki bir gemiyi kurtarılmış bir alan olarak görüyor, mürettebatı kısıtlamaktan ziyade bilakis özgürleştirdiğini düşünüyor. Bunu biraz açalım mı?

Aslında gemide çalışan denizcilerle araştırmacıların bakış açıları farklı. Aras da bu farklılığın farkında. Denizcilerin kimisi gemiyi evleri gibi görüyor, kimisi içinse hayat bir eziyete dönüşmüş ama denize duydukları aşkı da nefreti de tutkuyla yaşıyorlar. Şunu biliyorlar ki geminin nereye gittiği çok da önemli değil, nasıl olsa yeni bir sefer başlayacak, bu gemi olmazsa başka gemi olacak. Aras için ise yepyeni bir hayat, denizcilere özense, denizi ve gemiyi benimsese de bunu çevresindekilere itiraf etmeye bile çekiniyor. Şehrin bin türlü derdinden, mesaiden, faturalardan, karmaşık ilişkilerden sonra gemide yaşamaya çalışmanın zorlukları ona çok daha gerçek geliyor. Şehirdeki hayatında maaş beklentisi içinde, fazla mesaide zamanını harcarken şimdi bir fırtınanın ortasında, hiç de yapay olmayan, ölüm kalım meselesine dönüşen gerçek bir sorunla yüz yüze kalabiliyor; bu da onu coşkulandırıyor, belki bu sayede âşık oluyor. Gemide kamarasından güverteye çıkıp etrafına bakındığında yeryüzünün ne kadar büyük ve etkileyici olduğunu fark edip hareketin ve yeni limanlara uğramanın büyüsüne kapılıyor. Grafik ve excel tablolarıyla uğraştığı iş yerinde pencereden baktığında gördüğü aynı manzaraya ya da evle iş yeri arasındaki her gün aynı yeknesaklıkla teptiği yollara geri dönmek istemiyor. Bu nedenle gemiyi onu harekete, özgürlüğe, bağımsızlığa götüren kurtarılmış bir alan olarak görüyor.   

Gemi bir balıkçı kasabasına demirlemek zorunda kaldığında, mürettebatın çoğu ya gidiyor ya da kasabanın hayhuyuna kapılıveriyor. Ancak Kaptan Namlı sanki hâlâ denizde seyir halindeymiş gibi davranıyor. Yol da yolculuk da sanki hiç bitmiyor?

Yaşlı geminin yolculuğu nasıl bitmek bilmiyorsa o geminin kaptanın yolculuğu da bitmiyor. Romanda Sismik-1’in yolculuğunu Antik dönemlere, ilk gemilere dayandırıyorum. Mitik bir karakter yaratmayı amaçlıyorum bu yaklaşımla. Aras’ın bulduğu, yıllar içinde aynı elden çıktığına emin olduğu, bu nedenle Kaptan Namlı’nın bin yaşında bir hayalet olduğu hissiyatına kapılmasına neden olan kaptanın seyir defteri bu mitik karakterdeki yolculuğun kayıtlarını tutuyor. Bu nedenle gemi ve kaptanı bir manada özdeşleşmiş ve zamansız ya da zamanlar ötesi olarak düşünebiliriz. Kaptan’ın ve geminin hedefi ise Knidos Afroditi heykelinde somutlaşan “güzellik”. Burada güzellik kavramını da sorgulamak gerekiyor, bize öğretilen, genelleşen, en başından beri iktidarın, erk sahiplerinin insanları düzen içinde tutması için önemli bir işlevi üstlenen mitlerle zihnimize kazınan toplumsal normları, kadının ayağına bir pranga gibi vurulmuş, ardında ataerki, baskıyı, sömürüyü, metalaştırmayı saklayan güzelliği de sorgulamak… Kitabın genelinde ve özellikle kaptanı heykeltıraş Praksiteles’in aklına sokarak orada sorular sorduruyorum kendi kendine. Hepimiz için sorular. Toparlarsam gemisiyle kaptan ölümsüzlüğün, güzelliğin ve aşkın peşinde sonu gelmeyen bir arayış içinde, bu yüzden yolculuk bitmiyor.  

“Güzel Seferlerin Süvarisi” ilk romanınız. Bundan evvel dört öykü kitabı yazdınız. Öyküden romana uzanan süreç hakkında bize neler söylemek istersiniz?

Öykü elimin daha aşina olduğu bir tür. Öykü ve roman, yazma süreçleri açısından da çok farklılık gösteriyor. Her ne kadar fazlalıklarından arınmak için yıllara varan bir demlenme gerektirse de öykü, roman üzerinde hâkimiyet kurabilmek için daha düzenli, sürekli ve uzun soluklu çalışmayı zorunlu kılıyor. Benim için ilk roman, öğrendiğim ve çokça kaygılandığım bir çalışma dönemi oldu. Biraz öykücülüğün etkisiyle de olsa gerek hikâyeyi dört koldan yürütmek ve birbirine bağlamak gibi bir yol seçtim. Özellikle bir roman yazmalıyım anlayışı içinde olmadım hiçbir zaman. Sismik-1’in yaşam öyküsünden haberdar olunca aklımdaki hikâyeye bir öyküden ziyade romanın uygun düşeceğini düşündüm. Bir hikâye anlatmanın bin bir çeşit yolu var, nitelikli ve estetik değeri yüksek olduktan sonra öykü, roman, şiir, deneme, fotoğraf, sinema, müzik hepsi olabilir. Ben bu kez roman denedim.

Ülkemizdeki deniz edebiyatı hakkında neler düşünüyorsunuz? Sevdiğiniz kitapları bizimle paylaşır mısınız?

Benim gördüğüm kadarıyla denizin içinde, denizlerin arasında kalmış bir coğrafyayı düşününce deniz ile ilgili yazılmış eserler nicelik olarak az. Deniz edebiyatı alanında çok değerli, nitelikli eserler veren usta yazarlarımız var ama bizim deniz kültürümüz eksik. Mümtaz Soysal’ın yıllar önce denizci bir halk olamamışız tespitinden de öte biz denize uzaktan bakan bir halkız. Hatta bu uzaktan bakışımız azalacağına artıyor eskiye nazaran. Roman ile ilgili araştırma yaparken şunu fark ettim, eskiden gazetelerde vapurlarla, gemilerle ilgili haberlere daha çok yer veriliyormuş ve bu haberlerin takibi de yapılıyormuş. Bir geminin sefere başlaması, satın alınması, kaza yapması ilk sayfalarda yer bulabiliyormuş, 50’li 60’lı yıllarda deniz ulaşımımız da denize olan ilgimiz de daha fazlaymış sanki. Ben on yıldır Datça gibi bir yarımadada yaşıyorum, burada bile balıkçılık da deniz ulaşımı da ne yazık ki çok zayıf. Sadece Bodrum’la kışın iyice seyrekleşen feribot hattı var. Antalya’ya, İzmir’e, İstanbul’a deniz yoluyla gitmek düşünülemiyor bile, halbuki Muğla’nın kıyı ilçeleri arasında yaygın kullanılan deniz yolu olabilmeliydi. Kısacası hayatımızda deniz olmayınca, deniz edebiyatı da ilgi çekmiyor pek. Sevdiğim pek çok kitap var. Son dönemde deniz edebiyatında Ahmet Büke’nin “Deli İbram Divanı” ve İhsan Oktay Anar’ın “Tiamat”ını hayranlıkla okumuştum. Cemil Kavukçu’nun, Halikarnas Balıkçısı’nın, Zeyyat Selimoğlu’nun, Tarık Dursun K.’nın denizle ilgili öykü ve romanlarını sayabilirim. Joseph Conrad’ın özellikle “Denizden Yansıyan” kitabı benim çok etkilendiğim bir kitaptır, Bernard Moitessier’in “Uzun Yol”u ve Melville’in “Moby Dick”i de öyle, Jack London’ın romanları, Homerous’un “İlyada” ve “Odysseia”sı Joshua Slocum’un “İlk Defa Tek Başına”sı, Stefan Zweig’ın “Macellan”ı ve daha pek çok…     

Son zamanlarda neler yapıyorsunuz? Masanızda bizim için neler var?

Birkaç yıldır üzerinde çalıştığım, Güzel Seferlerin Süvarisi’ni yazarken ortaya çıkan bir roman var. Öncelikle bu romanı tamamlamak istiyorum, bir merakın beni getirdiği nokta olacak. Beni heyecanlandıran, bir kenara not ettiğim yeni öyküler var, ikinci romandan sonra bir terslik olmazsa o öyküleri yazmak ve bir kitapta toplamak istiyorum. Şimdilik planım bu ama günler ne getirir göreceğiz.