.

Patti Smith / Gone Again (1996)

Hilmi Tezgör

hilmitezgor@yahoo.com

Küçük kulüplerde doğaçlama yaparak başladığı müzik serüveninde Patti Smith’in ilk albümü Horses 10 Kasım 1975’te çıktı. 10 Kasım tarihi, onun en sevdiği ve etkilendiği Fransız şair Arthur Rimbaud’nun ölüm tarihiydi. Açılış parçası Gloria bir Van Morrison klasiğiydi, ama onun giriş bölümü Patti Smith’e aitti: “İsa başkalarının günahları yüzünden öldü, benimkilerden değil” diyordu ozan-şarkıcı. Rock’ın en yalın hali özgür caz ile, romantizm de idealizm ile karışıyordu bu albümde. Ve tabii müzik de şiir ile.. Horses albümünün ikonik kapak fotoğrafı ise, ozanın en yakın dostu Robert Mapplethorpe tarafından çekilmişti.

Bu sükseli başlangıçtan sonra Patti Smith arka arkaya iyi albümler yaptı ve ünlendi. Ama sonra, bir partide tanıştığı, kendi gibi punk-rock müzisyeni olan Fred Smith ile evlenince ortadan kayboldu. New York’tan Detroit’e taşındı; ‘evinin kadını’ ve iki çocuk annesi oldu ve adeta müzisyenlikten emekliliğe ayrıldı. Oğlu Jackson okula gidene kadar kocası Fred ile Amerika’yı dolaşıp, ucuz motellerde kalıp göçebe bir hayat yaşadılar. Bu değişim/dönüşüm, o yıllarda çok konuşulmuştu. Patti Smith bir söyleşisinde şunu söylüyor: “60’larda rock dergilerini sever ve takip ederdim. Bob Dylan’ın, John Lennon’ın resimlerini keserdim. Tanımadığım halde bu adamın da resmini grup resminin içinden oyup kesmiştim, çünkü güzel bir adamdı. Yıllarca duvarımda asılı kalan bu resim, çok sonra tanışıp evleneceğim Fred’in resmiydi.”

1946 yılı Chicago doğumlu Patricia Lee (Patti) Smith 20. yüzyılın popüler müziğinde Rimbaud, Baudelaire, Blake ve Beat Kuşağı’nın ilham verdiği önemli bir ‘rock şairi’. Oldukça dindar bir eğitim görmüş olsa da kendi yolunu çizmiş ve “punk’ın annesi” (“godmother of punk”) lakabıyla şiirle müziği birleştirirken, heyecanını ve tavrını bugüne dek koruyabilmiş bir kadın. 70’lerin son dönemecinde New York’taki CBGB ve Max’s Kansas City sahnelerinde punk-rock’ın tohumlarını atan Television, Ramones, Misfits, Talking Heads, Iggy Pop, David Bowie, Lou Reed gibi isimlerin arasında Patti Smith Group da vardı.

İlk şiir kitabı Seventh Heaven’ı 1972’de çıkaran Smith’in toplamda 20 kadar kitabı var. 2010’da çıkan ve Türkçeye de çevrilmiş olan kendi otobiyografisi: Just Kids (Çoluk Çocuk) bir best-seller’a dönüşmüş durumda. Beat şiirini sahneye taşıyan ozan, performanslarının yanı sıra resim ve fotoğraf sanatıyla da uğraşıyor. “Kendinizi müzisyen olduğu kadar bir yazar olarak da görüyor musunuz?” sorusuna vermiş olduğu yanıt şöyle: “İstiyorum. Ama kendime müzisyen de diyemem. Evet, şarkı söylüyorum, şarkı söylemeyi biliyorum, ama eğitimli bir sesim de yok, epey defolu bir şarkıcıyım. Ve ancak sınıf geçebilecek kadar enstrüman çalıyorum. Kimliğimi şöyle tanımlıyorum: İşçi. Yazar. Anne. Sonra da diğerleri. Sekiz yaşımdan beri yazıyorum. Yani elli küsur yıldır… Kendimi en rahat hissettiğim alan o. Defterim yanımdan eksik olmaz hiç. Sürekli fotoğraf çekiyorum, senaryolar tahayyül ediyorum. Ve hep okuyorum.”

Seks İsyanları isimli kitabın yazarları Simon Reynolds ve Joy Press, Patti Smith’ten Mary Margaret O’Hara’ya kadar bazı kadın şarkıcıları rock müzikte egemen olan “erkek-yapımı dil”i reddettiklerini ve “daha müzikal bir şiirsel sözcelem” (utterance) biçimi yaratmaya çalıştıklarını söylerler. “Patti Smith bazı açılardan asi rock’çı kadın tipinin şahikasıdır. ‘Rock dünyasında kadınlar’ın tüm çelişkileri onun eserlerinde görülebilir. (…) O rock tarihindeki ilk kadın kurtarıcı-şaman olmaya çalışmıştır.”

John Lennon ve Yoko Ono’nun Woman is the Nigger of the World şarkısından etkilendiği açık olan Rock ‘n Roll Nigger şarkısı, Patti Smith’in Easter albümünde yer almaktadır. Şarkı sözlerinde kadının, dünyanın zencisi olduğunu ifade edilirken, toplumun dışında kalmak istediği de söylenir. Bir yandan da eli tetikte ve isyana hazırdır. Ancak sonlara doğru Smith, Jimi Hendrix’in yanında İsa peygamberi ve ressam Jackson Pollock’ı da “zenci” olarak anar. “Plağın kapak içi bilgi notunda ‘klasik biçimin ötesine uzanan her erkeğin bir zenci’ olduğu belirtilir. Bu tarz akıl yürütme, Joyce ve Mallarmé gibi erkek avangardçıların bir şekilde ‘ecriture feminine’ [kadın yazını] ortaya koyduklarını iddia eden Hélène Cixious gibi [feminist] teorisyenlerin argümanlarına benzemektedir.”  Şarkı şöyle biter: “Toplumun dışında bekliyorlar beni / Toplumun dışı, ararsan eğer / Beni bulabileceğin yer / Toplumun dışında bekliyorlar beni / Toplumun dışı…”

Beat yazarı William Burroughs’u da çok sevdiğini ve ondan etkilendiğini de hep söylemiş olan Patti Smith kendi müziğini ise “sözün gücüyle üç akorun birleşimi” olarak tanımlar. Nirvana’nın müntehiri Kurt Cobain ve R.E.M.’in sesi Michael Stipe -ki kendisi de rahatlıkla bir rock şairi olarak anılabilir- Patti Smith’e taptıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir.

*

Geçici emekliliğinden dokuz yıl sonra, 1988’de Dream of Life ile müziğe geri döndü Patti Smith. Albümün kayıtları sırasında kızları Jesse doğmuştu ve kocası Fred Smith’in de bu albümde payı çoktu. Ama, edebi açıdan iyi olsa da müzikal olarak pek güçlü bir dönüş değildi bu. Kim olduğunu hatırlayamadığım bir eleştirmenin ifadesiyle“eski sesini kaybetmişti ama çocuklarına ninni okumaya devam ediyordu”. Bu albümden sonra Patti Smith için acı dolu bir dönem başladı ve art arda çok fazla kayıp yaşadı. Hayatındaki en önemli figürlerden, yukarıda ismini andığım eski sevgilisi ve can dostu Robert Mapplethorpe 1989’da AIDS’ten öldü. (1996 tarihli The Coral Sea kitabı, Mapplethorpe hakkındadır). Bir yıl sonra, grubunun eski elemanlarından Richard Sohl’u kaybetti Smith. 1994’ün sonlarında ise kocası Fred ‘Sonic’ Smith’ öldü. 45 yaşında, kalpten, aniden.. Kocasından birkaç hafta sonra ise Patti Smith, aynı zamanda turne menajeri de olan erkek kardeşi Todd’u kaybetti.

*

Fred’in ani ölümünden önce birlikte yeni bir albüm üzerinde çalışmaya başlamışlardı. Gone Again isimli albüme dönüşecek olan bu süreci Patti Smith tek başına tamamlamak zorunda kaldı. “Fred ve ben dünyaya taşınmaya hazırdık, bu yüzden bu programa kaldığımız yerden devam ediyorum – bu işi yapabildiğim ve Jackson, Jesse ve ben birlikte iyi bir hayat sürebildiğimiz sürece..” diyordu Smith. “Kayıt yapmadığımız zamanlarda da şarkı yazardık ya da Fred piyanonun başında bana şarkı söyletirdi. Ve o öldükten sonra sesim daha da güçlendi. Sanırım sesim onun ruhunu büyütüyor. Buna gerçekten inanıyorum.”

Albümde, tüm bu tanınmış, çok sevilmiş ama kaybedilmiş insanlara ithaf edilen, yas tutulan Gone Again, Dead to the World gibi şarkıların yanında Smith’in tanışma fırsatı bulamadığı ama çok sevdiği Kurt Cobain hakkında da bir beste (uzun bir ağıt) var: About A Boy. Bence albümün duygusal zirvesi ise Fred’e ithaf edilmiş, piyano ve çello için yazılmış bir başka ağıt olan My Madrigal: “Hareketsiz gökyüzünün altında vals yaptık / Tüm cennetin ihtişamı senin gözlerinde yansıyıp durdu / Tatlı yeminler ettik / Ah, ölüm bizi ayırana kadar / Ölüm bizi ayırana kadar // Tanrı’nın bakışının altında vals yaptık / Buluşmamızın sonunu düşünmeden / Tatlı yeminler ettik / Ah, ölüm bizi ayırana kadar / Rehin ettin beni kalbine.”

Gone Again kayıpların ardından tutulup bitirilmiş ya da bitmeye yüz tutmuş yasların albümü. Ama her durumda ölüm, korkulacak bir şey olarak değil de belki daha iyi, daha sakin bir yere kaçış ya da geçiş olarak ele alınıyor bu albümde. Şarkıların çoğu, daha çok ‘şarkı-şiir’ gibiler ve bilindik anlamda melankoliyle yüklü değiller. Hatta müziğin sağaltıcı olduğu söylenebilir. Yaşanmışlık, anılar, ağırbaşlılık, sadelik, hassasiyet ve kabulleniş albümün tonunu belirliyor.

Patti Smith 75 yaşını -tüm mütevazılığıyla- dolduruyor ve duymak isteyenler için sesi dünyada yankılanmaya devam ediyor. Bu yazıyı, Patti Smith’in Türkçeye de çevrilen M Treni isimli kitabından uzunca bir alıntıyla, yani onun sesiyle noktalamak istiyorum:

“Fred öldüğünde, anma törenini evlendiğimiz yer olan Detroit Mariners’ Kilisesi’nde düzenledik. Peder Ingalls, bizi o evlendirmişti, her kasım, Edmund Fitzgerald’la Superior Gölü’nün sularına gömülen yirmi dokuz mürettebatın anısına kilisenin ağır çanının yirmi dokuz kez çalmasıyla son bulan bir tören düzenlerdi. Fred bu törenden çok etkilenmişti ve onun anması, mürettebatınkiyle aynı güne denk geldiğinden peder çiçeklerle gemi maketinin orada kalmasına izin verdi. Peder Ingalls törene başkanlık etti ve boynuna haç yerine bir çapa taktı. Tören akşamı kardeşim Todd odama geldi ama ben hala yataktaydım.

-Bunu yapamam, dedim ona.

-Yapmalısın, dedi sert bir şekilde, beni kendime gelmeye zorlayıp giyinmeme yardım etti ve kiliseye arabayla bıraktı.

Ne söyleyeceğimi düşündüm ve radyoda What a Wonderful World şarkısı başladı. Bu şarkı ne zaman çalsa Fred, Trisha, senin şarkın, derdi. Neden benim şarkım olmak zorundaymış ki? diye itiraz ederdim. Louis Armstrong’u sevmiyorum bile. Ama o, şarkının benim olduğu konusunda diretirdi. Fred’den bir işaretmiş gibi geldi, dolayısıyla tören sırasında enstrümansız bir şekilde Wonderful World’ü söylemeye karar verdim. Şarkıyı söylerken basit güzelliğini hissettim ama bu parçayı neden benimle özdeşleştirdiğini yine de anlamadım; sormayı fazlasıyla geciktirdiğim bir soruydu bu. Artık senin şarkın, dedim bir türlü yok olmayan bir boşluğa hitaben. Dünya mucizelerini yitirmişti sanki. Öyle hevesle şiirler yazmadım. Fred’in ruhunu karşımda görmedim ya da ruhunun döne döne ilerleyen yolculuğuna tanıklık etmedim.

Kardeşim sonraki günlerde yanımda kaldı. Çocuklara daima yanlarında olacağına ve tatilden sonra döneceğine söz verdi. Ama tam bir ay sonra kızının Noel hediyelerini paketlerken ağır bir felç geçirdi. Fred’in ölümünden çok kısa bir süre sonra Todd’un ani ölümü bana tahammül edilmez geldi. Şok beni hissizleştirdi. Saatlerimi, kendi hayal gücümden korkarak, Fred’in en sevdiği sandalyesinde oturarak geçirdim. Ayağa kalktım ve sanki bir buzun içine hapsedilmişim gibi, öylesi sessiz ve donuk, ufak tefek işler yaptım sadece.

Sonunda Michigan’dan ayrıldım ve çocuklarımızla New York’a döndüm. Bir akşamüstü karşıdan karşıya geçerken ağladığımı fark ettim. Ama gözyaşlarımın kaynağını saptayamadım. Sonbahar renklerinde bir sıcaklık hissettim. Kalbimdeki siyah taş, şöminedeki bir kömür gibi alev alarak sessizce attı. Kalbimde kim var, diye düşündüm.

Çok geçmeden Todd’un neşeli ruhunun farkına vardım ve yürümeye devam ederken yavaş yavaş, aynı zamanda benim de bir parçam olan bir yönünü geri kazandım: doğal bir iyimserlik. Sonra yavaşça hayatımın sayfaları açıldı ve kendimi, doğuştan gelen bir hüznün peçesini aralayabilmesini umarak, Fred’e basit şeyler gösterirken buldum: göklerce mavi, bulutlarca beyaz. Donuk gözlerinin dikkatle benimkilere baktığını, akçıl göz bebeklerimi kararlı bakışlarına hapsetmeye çalıştığını gördüm. Sadece bu bile beni öylesine sancılı bir özlemle dolduran sayısız sayfayı kapladı ki kalbimdeki ateşi, tıpkı Ölü Canlar‘ın ikinci cildinin elyazmalarını teker teker yakan Gogol misali, o sayfalarla besledim. Hepsini birer birer yaktım; kül bırakmadılar artlarında, soğumadılar da, insan sevgisinin sıcaklığını yaydılar yalnızca.”

Kaynaklar:

Reynolds, Simon & Joy Press. Seks İsyanları. Çev. Mehmet Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2003.

Smith, Patti. Çoluk Çocuk. Çev. Yiğit Değer Bengi. İstanbul: Domingo Yayıncılık, 2010.

Smith, Patti. M Treni. Çev. Seda Ersavcı. İstanbul: Domingo Yayıncılık, 2015.

Tezgör, Hilmi. Şarkıdaki Şiir, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012.

https://archive.jsonline.com

https://ew.com/article/1996/06/21/gone-again/

https://owa2010.uni-due.de

Patti Smith / Gone Again – CD/LP, Arista Records, 1996.