İrem Erdem Atak
irem.atak@sanatkritik.com
Muinar… Bazen söylediğinin gayet farkında olan deneyimli, bilgili, entelektüel bir kadın; bazen öfkeli ve dırdırcı bir yaşlı, bazen de mağdur ve bıkkın… Muinar adeta dünya üzerindeki tüm kadınları kendi bedeninde, zihninde bütünleştirmiş; onların hoşnutsuzlukları, acıları ve sıkıntılarıyla güçlenmiş gayet narsist bir kadın olarak canlandı benim zihnimde.
Freud’a göre narsisizm libidonun kişinin kendi benliğine yönelmesiyle ortaya çıkmaktadır. Birincil narsisizm gelişimin ilk yıllarında çocuğun kendini dış dünyadan ayıramadığı için kendisini sevgi nesnesi olarak görmesini ifade eden normal bir gelişim aşaması olarak tanımlanırken; ikincil narsisizm sevgi nesnesinin bulunamamasıyla libidonun yeniden benliğe yönelmesini ifade eden patolojik özellikler içermektedir.
Narsisizm ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiye dair var olan literatür incelendiğinde, narsisizmin temelde maskülen toplumsal cinsiyet rolleri ve normları ile benzerlikler gösterdiği görülmektedir. Öfkenin fiziksel olarak dışa vurumu, baskın ve otoriter olmak, gücü elinde tutmayı istemek gibi tipik narsistik özellikler aynı zamanda tipik maskülen özellikler olarak sırlanmaktadır. Latife Tekin’in on bin yaşındaki bilge kadını Muinar ise, geçmişe ve geleceğe dair her şeyi bilen, hisseden, yorumlayan, öngören bir esas kadındır; zaman ve mekan sınırlarının ötesinde bir ana kadın durumundadır. Bu güçlü kadın, bu kadar yoğun bir gerçekliği aktarabilmek için bir yandan gerçek olaylara, bir yandan mitlere, masallara, fantastik öykülere bir yandan da kendi narsizmine yaslanmak durumundadır.
Roman boyunca Muinar, Elime ile konuşuyor. Elime “Sahipsiz cümleler mırıldanmaya başladı, derinleşip aktı sesim” derken Muinar karşısında o da aklından geçene, diline gelene hakim olamıyor, hem anlamaya hem yorumlamaya çalışıyor, ama sonuçta kendine bir dil yaratmayı beceriyor.
Muinar oldukça öfkeli. Öfkesinin iki temel nedeni var; ilki insanın doğaya hükmetme arzusu; bunun doğrultusunda maden yataklarını yok edilişi, denizlerin, içme sularının kirletilmesi, hayvanların habitatlarının tahrip edilmesi gibi unsurları sık sık vurguluyor. Onu öfkelendiren ikinci tema ise erkeğin kadına hükmetmesi.
Psikanalize göre, temel dürtülerden biri yaşam diğeri ise ölüm dürtüsü olarak adlandırılan Eros ve Tanatostur. Freud, yaşam dürtüsünün türevinin cinsellik, ölüm dürtüsünün türevinin ise saldırganlık olduğunu ileri sürmektedir. Organizmada herhangi bir gereksinim hissedildiğinde bir gerilim ortaya çıkar. Bu gerilimin ortadan kaldırılması amacıyla organizma gerginlik öncesi duruma dönmek amacıyla harekete geçer ve bu gereksinim nedeniyle biriken enerjinin boşaltılması gerekir. Öfkenin ifade edilmesi bireyde biriken enerjinin yarattığı gerilimin azalmasına yol açacaktır. Dolayısıyla öfke, biriken bu enerjinin boşaltılmasının bir yolu olarak görülür.
Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu’nda şöyle der: “İnsan türünün yazgısı söz konusu olduğunda, anahtar sorunun şu olduğunu düşünürüm: Kültürdeki ilerlemeler, insan türüne, kendisine özgü saldırganlık ve öz-yıkım dürtülerinin toplu yaşam içinde yol açtığı bozuklukların üstesinden gelme olanağını tanıyacak mı?” Muinar da benzer soruları sorarak devam eder. Söyleyeceği ne varsa tüm detaylarıyla anlatır, okur bu detayları takip etmekte zaman zaman zorlanabilecek olsa da duygulanım gayet nettir, Muinar öfkelidir. Olan bitene kendince kafa tutmaktadır.
İnsanın kendisini merkeze alarak kendisi dışındaki tüm varlıkları cansız varsayıp üzerlerinde hak iddia ederek sömürmesinin hikayesini ve bunun sakıncalarını dile getirmektedir. Belki de bu ayrım Latife Tekin’in de belirttiği gibi insanın saldırganlığını meşru kılmak için yaptığı bir ayrımdır. Romanda Muinar ya da Latife Tekin dili kullanarak dünyayı yeniden anlamlandırmaktadır. Dil gelişimini etkileyen en önemli faktörlerin başında, destekleyici çevre gelir. Bebekler doğumdan başlayarak çevrelerinin onlarla kurduğu sözel iletişim sayesinde ana dillerini öğrenirler. Bu nedenle doğduğu andan başlayarak bebekle konuşmak çok önemlidir. Bebeğe bakım veren kişilerin bebekle kurdukları sözel uyaranlar arttıkça, bebeğin dil gelişimi zenginleşmektedir. Romanda da derdini anlatamayanlar tıpkı bebekler gibi bir dile ihtiyaç duyanlardır. Hem canlı hem cansız olanın gerçekliğini hesaba katan Latife Tekin, söze ve dile dayanarak çekilen sıkıntıları şiirsel bir anlatımla aktarabilmiştir. Belki de güç ancak dille ele geçirilebilecektir ki Muinar zamanla Elime’nin de zihnini ele geçirir. Elime kendi rüyalarına dahi sahip çıkamadığından yakınmaktadır.
“Yolumuz dikleşecek bundan sonra, kalk hadi, rüya gözle görülen bir şey değildir… Benim rüyam sensin, ne yaşıyorsan hepsi o, düşünemiyor musun bunu?” diye sorar Muinar ve Elime de bunun üstüne “Hem onun rüyasıyım, hem de kendi rüyalarımı görüyorum bu arada, rüya gören rüya olmuş olduğumu düşünerek ağacın gölgesinden çıkıp yürüdüm kayaya doğru” diyerek Muinar’ın ne denli kuşatıcı, hatta işgal edici olduğunu aktarmaktadır.
Muinar da, gerçeğin sınırlarını mite dayalı ve büyülü gerçekçi bir anlatımla aslında dış dünyanın da bir kurmaca olduğunun altını çizer. Rüya gibi masal da zıtlıklarla uğraşır, gizil ve açık anlamı vardır, semboller kullanır, gerçekliğin içeriğini açıklar ve genişletir, ifadeyi dramatize eder, cinsel ve kültürel öğeler iç içedir, dilekleri ifade eder, mizah içerir. Bilinçli yaşantının boşlukları bizi bilinçdışına götürür. Herhangi bir düşünce, duygu, rüya ya da semptomun zihinde önceden olup bitenlerle bir neden-sonuç bağlantısı yok gibi görünüyorsa, bunun nedeni söz konusu bağlantının bilinçten çok bilinçdışı süreçlerle ilgili olmasındandır. Psikanaliz bilinç aracılığıyla elde edilen algılamaları, onların nesnesi olan bilinçdışı ruhsal süreçlerle eş tutmamamız konusunda bizi uyarır.
Bu roman bize düşsel bir gerçeklik sunmaktadır. Büyülü gerçekçi anlatımın en belirgin özelliği mitoloji, efsaneler ve halk söylenceleri ekseninde gerçek ve doğaüstünün, yaşam ve ölümün ve hatta Batılı ve yerel olanın karışımıdır; çoğu zaman ortada birbirleriyle çelişmeyen ancak birbirleriyle uyum içinde olan bir yapı oluşmaktadır. Böylelikle de, okurda bütün bunların gerçek dışı olduğu şüphesi uyanmaz. Okurun bilinçdışını harekete geçirecek yoğunlukta imgelerin kullanıldığı büyülü gerçekçilik, bilinç ve bilinçdışını tıpkı rüyada olduğu gibi harmanlar ve yine bilinçdışına rüyanın sunduğu geniş hareket imkânını imgeler ve semboller aracılığıyla benzer oranlarda sunar.
Muinar için zaman da son derece geniş, esnek ve hızlıdır. “Hız diyorsun ya, kimse geçmişten hızlı koşamaz, kanat taksa koşamaz….” diyen Muinar için geçmiş gayet canlıdır. Bu bilge kocakarının zamansızlığı, hem bilinç hem bilinçdışı süreçlerin işleyişini sergilemekte, bilinç ve bilinçdışı arasındaki hem çok yakın hem de çok uzak olan mesafeyi benzer şekilde okur ve yazar arasında oluşturabilmektedir. Freud, bilinçdışı süreçlerin özellikleri olarak “karşılıklı kısıtlamadan muafiyet, birincil süreç (yatırımların harekete geçirilmesi), zamansızlık ve dışsal olanın yerini ruhsal gerçekliğin almasını saymaktadır. Romandaki sesler hem kimsenin sesi olamayacak kadar eski ve kolektif, dolayısıyla zaman dışıdır hem de çoğulluklarının altının çizilmesi adına bireyselleştirilmiş seslerdir. Muinar herşeyin sesi olmuştur.
“Ölmene daha var, merak etme, benim görevim seni yaşlılığa hazırlamak… Güzel yaşlanacaksın sayemde…Aklın başında, bilincin açık…” Muinar kadınları yaşlılığa hazırladığını anlatmaktadır. İçlerinden geçtiği dayak yiyen, kaybolan, bir şekilde haksızlığa uğrayan kadınların hikâyelerini anlatarak kadınlara
Cixous kadının kendi bedenini, kendi deneyimini yazması gerektiğini söylerken, çift-cinsiyet olanağından bahsederken dişil ve erilin ayrı ayrı özellikleri olduğunu ve bu özelliklerin her birinin de önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ancak bu şekilde hem kadın hem de erkek ataerkinin bir taraf olma dayatmasından kurtulabilecektir.
“Kadın içindeki erkeği serbest bırakıp hak tanıyacak ona, erkek de içindeki kadını serbest bırakacak, başka türlü sağlanmaz barış…” diyen Muinar da benzer bir uzlaşma önermektedir. Psikanalitik kurama göre, kadınlık ve erkeklik cinsel kimliğin iki kutbunu tanımlıyormuş gibi görünse de, her birey hem kendi cinsiyetine hem de karşı cinse dair özellikleri yapısında barındırır. Çiftecinsellik bağlamında, kadınsılık ve erkeksilik birbirini tamamlayan özelliklerdir. Psikoseksüel kimlik, cinsiyet farklarına yatırımlara ve iki cinsiyetten olan ebeveynle özdeşleşmelere bağlı değişimlerle gerçekleşen libido gelişiminin sonucudur.
Bu romanda kimlik bütünlüğünün zorluğu, özne ve nesne arasındaki sınırların silikleşmesi, iç ve dış sınırların belirsizleşmesi, anlatının içindeki kopmalar, esrarengiz olanlar, söz dizimindeki bozulmalar takip edilebilmektedir. Ancak bu yolla yeni bir dil oluşturulabilecektir.
Julia Kristeva, “kadın” başlığı altında tek tek her kadının özerkliğinin, öznelliğinin ve farklılığının kaybolduğunu ”biz” kelimesinin gittikçe problematik hale geldiğini ileri sürer; ona göre “biz” yerine ”ben”lerden konuşulmalı ve yeni bir dil oluşturulmalıdır artık. Psikanaliz bu noktada son derece işlevseldir; insanın biricik olma halini, aynı zamanda kendi hikâyesini anlatabilme, dillendirme, simgelerle anlamlandırma çabasını gerçek kılar.
Muinar ile gezinti Elime’ye gayet iyi gelmiş gözüküyor, psikanalitik seansları andıran bu karşılaşma, tam da hedeflendiği gibi bir kadının güç kazanmasıyla sona ermiş ve Elime kendi rüyasını görebilmiştir.
“Dün gece rüyamda gördüm onu, daktilom bin parçaya bölünüp bir yamaca dağılmıştı, inekler kokluyordu harflerimi… Gülüyordum bir kenarda… Eğilip bükülen otların arasından arılar, çekirgeler fışkırıyordu, rüzgarlıydı hava, topraktan fırlayan yer sincapları daktilomun tuşlarını kemiriyordu… Çaylakların süzüldüğü sabah göğünün altında, başımı arkaya yatırıp sönmüş yıldızların ince dumanını soluyordum, Muinar belirdi karşımda, bir an… Dua yumuşaklığında içime doldu hava, tanıdım onu, ayaklarımın dibinden turuncu kabarcıklar çıkıyor, uçuşarak boşlukta biçimleniyor, yükselip göğe çekiliyordu… Adımlarım hafifledikçe, bakışım derinleşiyor… Gözlerim kamaştı, yüzünü bir an görebildim, “Bu benim öleceğim anlamına mı geliyor” diye sordum ona. “Hayır hiç ölmeyeceğin anlamına geliyor” dedi.”
Elime’nin izinden gidilir mi, gidilmeli mi, yanıtlamak zor, ama Latife Tekin diyor ki: “…her kadının içinde benim gibi bir kocakarı uyur derinde, uyanması şans işi, şarta bağlı.” Ve unutulmamalı ki “Biz Kadınlar Dünyanın Kız Kardeşleriyiz”…