.

Aka Gündüz’ün Bilinmeyen Romanları-1

Serdar Soydan

Külliyat köşesinin yeni yazarı Aka Gündüz. Bu aydan itibaren yazarın tefrika halinde kalmış dört romanını ele alacağım.

Bu romanların ilki çok oyuncaklı, yani anlatıbilimsel açıdan çekici ve değerli, belki biraz kafa karıştırıcı ama kesinlikle okuması, takip etmesi eğlenceli bir eser. Umarım ben de sürükleyici bir şekilde anlatabilirim size.

Hangi eser mi? Aka Gündüz’ün 1930 yılında, yani tam doksan bir yıl önce Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen bir romanı. Romanın ismi… Spoiler olmasın diye bunu şimdi söylemeyeyim. Çünkü gazetede gün gün yayınlanan tefrikaları takip eden okuyucular da bu romanın ne menem bir şey olduğunu ve dahi adını uzunca bir süre bilememiş, anlayamamış.

Birazdan size kronolojik olarak anlatacağım bu süreci. 

Ama önce Aka Gündüz’den bahsedeyim kısaca. Aka Gündüz, şair, romancı, öykücü yahut oyun yazarı kimliğiyle çok ciddiye alınmamış olsa da halkın sevdiği, eserlerini tefrika ettirmekte zorluk çekmeyen bir yazar. 1932-46 yılları arasında, tam on dört yıl CHP Ankara milletvekillerinden biri olarak görev almış ve ne tuhaf… Ya da tuhaf mı? Tesadüf müdür? Tam da bu milletvekilliği yaptığı yıllarda matbuatta popüler olmuş. Basılı 23 romanı var. Bunların 22’si bu tarihler arasında basılmış ve/yahut yeniden basılmış, 1946 sonrasındaysa sadece bir romanı çıkmış. 

Ölümünden, yani 1958’den sonraysa sadece 1974’te Toker Yayınları üç romanını yeniden basmış. Bu çaba dışında, Aka Gündüz ne yazık ki bugüne, bugünün okuyucusuna ulaşamamış. Ancak sahaflarda yahut kütüphane raflarında bulabilirsiniz romanlarını. Ki bu 23 kitaplaşan roman dışında, gazete ve dergi ciltleri arasında kalmış, araştırmacı ve yayıncıların ilgisine mazhar olacakları günü bekleyen irili ufaklı on beş romanına daha rastladım.[1] Zaten yazımın başında da söylediğim gibi, bu aydan itibaren size bu bilinmeyen romanların dördünden bahsedeceğim.

1885-1958 yılları arasında yaşamış Aka Gündüz. Yazarlarımızın ekserisi gibi ölmeden önce popülerliğini kaybetmiş, imzası para etmez hale gelmiş, fakirleşmiş. Ömrünün son yıllarında sağlığı da bozulmuş, önce felç geçirmiş, inzivaya çekilmiş, hemen ardından gırtlak kanseri olduğu ortaya çıkmış. Tedavi olabilmek için Gazeteciler Cemiyeti’nin 500 liralık yardımına muhtaç kalmış.

Yine ‘yazarlığın sefaleti’ çıkıyor karşımıza. Ya da acaba yazarlığın sefaleti mi yoksa bir tür müsriflik, ayağını yorganına göre uzatamama hali mi diye düşünmeden de edemiyor insan. Zira Nahid Sırrı otuzlu yıllarda yazdığı, Aka Gündüz’ün eserlerini ele alan iki farklı yazısında yazarın adeta bir fıkra ve tefrika makinesi gibi çalıştığını, her gün ama her gün bir yazısı yahut tefrikasına denk geldiğini söyler. Bunca kalem emeğine, on dört yıllık milletvekili maaşını da eklemek lazım. Tabii muhtemelen milletvekili maaşları bugünkü kadar kabarık değildi o tarihlerde. Ama daha iktisatlı yaşasa, rahat bir yaşlılık/emeklilik dönemi geçirebilir miydi acaba?

Abdülhamit iktidarını, ikinci meşrutiyeti, birinci dünya savaşını, mütareke dönemini, milli mücadeleyi ve cumhuriyeti idrak etmiş Aka Gündüz. Eserlerinde tüm bu dönemlere, bu dönemler arasında değişen topluma dair ayrıntılar var.

Biyografisine ya da yazarlığına dair minik bir googlelamayla bile ulaşabileceğiniz bilgileri papağan gibi tekrarlamayayım burada. Sadece yazarı daha yakından tanımak isteyenler için Abide Doğan’ın Kültür Bakanlığı tarafından basılan biyografisini ve Dergah Yayınları’ndan çıkan Alev Sınar imzalı Aka Gündüz’ün Romanlarında Kadın adlı kitabı önereyim.[2]

Evet, artık ismini şimdilik saklı tuttuğum romana dönebiliriz.

1930 yılının ocak ayının sonunda, üç gün üst üste yayınladığı ilanlarla yeni romanının reklamını yapar Cumhuriyet gazetesi. Yepyeni bir tarzda, yepyeni bir roman olduğu vurgulanan bu eserin yazarı Aka Gündüz’dür. Resimli bir tefrika olacaktır hem de. Resimleri ünlü ressam İzzet Ziya’nın çizeceği duyurulur.

29 Ocak’ta gazete bir açıklama yapar ve Aka Gündüz’ün ilanlar beğenmediğini söyler. Yazar bundan sonra ilanları kendisinin hazırlamak istediğini söylemiştir telefonda. Fakat kendi hazırlayacağı ilanlar için de tefrika başına aldığı parayı istemektedir. Dahası o günden itibaren yayınlanacak her şeyin başına bir tefrika numarası da konulacaktır. Yani, roman tanıtımından başlayacaktır diğer bir deyişle.

Bir gün sonra Aka Gündüz tarafından hazırlanan yeni tanıtım yayınlanır. Tanıtımın başında, gazetenin ağzından yazılan bölümde şunlar denilmektedir.

“Romanın ilk müsveddelerini aldık. İddia edebiliriz ki Aka’nın bu son eseri, bütün eserlerinin en orijinali, en meraklısı ve en edebisidir. Bu eserde heyecanlar, hisler sel halinde akmaktadır. Aka Gündüz’ün ibda ettiği bu yeni roman tekniğini hayretle karşılamamak kabil değildir. Otuz beş sene devam en bir ruh ve beden ıstırabının en ince noktalarını bu eserde bütün canlılığıyla gösteren Aka Günd­üz, zannediyoruz ki roman tarihinde de yepyeni bir hadiseyi meydana getirmiştir.”

Daha sonra Aka Gündüz’ün ağzından da şunlar yazılır.

“… Bu yeni romanımı yazarken klasik roman tekniğini aklıma ge­tirmedim. Zaman, imkân, tarih, vukuatın mantıki silsilesi, kahramanların ölçülü tahlilleri gibi kayıtları, şartları tamamen bir tarafa bıraktım.

Kahramanlarımı çerçeve içine almadım. Seneleri, vakaları duvar takvimi gibi sıraya koymadım. Ko­nuşturulacak yerde susturdum, susturulacak yerde düşündürdüm. Sükûta delil verdim, gevezeliği ma­kasladım.

Bütün gayem mevzuumun çeş­nisini devamlı bir kıvamda tutmak ve ihtiva ettiği fikirleri sinirlerden gönüllere vermekti.

Siz belki reklam olsun diye bu yeni eserime orijinal filan dersiniz. Ben demiyorum.”

Burada şöyle bir karmaşa söz konusudur. Bir gün önce, tanıtımları Aka Gündüz’ün yazacağı ve her biri için para alacağı söylenmiştir. Ama bir sonraki gün gazetenin ağzından bir tanıtımla, Aka Gündüz’den ancak alıntı yapılarak roman övülür. Acaba gazetenin ağzından olan bu tanıtımı baştan aşağı Aka Gündüz mü yazmıştır?

Neyse… Olay birazdan daha da ilginç hale gelecek.

Üçüncü gün romanın adı da açıklanır. Yaldız’dır Aka Gündüz’ün eserinin adı. Burada da bir tuhaflık vardır. Zira Yaldız, Aka Gündüz’ün birkaç ay önce Hakimiyet-i Milliye gazetesinde tefrika edilen romanıdır. Onun eserlerini, tefrikalarını takip edenler için kafa karıştırıcı bir durumdur bu. Belki bir devam romanı… Bekleyip göreceğiz.

Ancak üçüncü günkü ilanda daha tuhaf bir durum vardır. Gazetenin ağzından yazılan ilanda, Aka Gündüz’den “Garip bir mektup” aldıkları söylenmektedir. Yazar, çok zor durumda kaldığını ve gazetenin, onun adına iki ilan yayınlamasını istemektedir mektubunda. Bununla da kalmayıp tehdit etmektedir gazeteyi. “İlan yoksa roman da yok,” demektedir. Gazete “ilanları okuduktan sonra ne yalan söyleyelim, ‘Senelerce eksilmeden artan dostluğumuz’ namına derin bir esef ve ıstırap duyduk,” der. Kararsızdır bunları yayınlayıp yayınlamamak konusunda. Okuyuculara mahcup olmak da istememektedirler. Bir gün düşüneceklerini söylerler.

Dördüncü gün ilanları yayınlar Cumhuriyet gazetesi. Okuyucular gerek gazeteyi ziyaret ederek gerek telefonla romanı ne pahasına olursa olsun Aka Gündüz’ün romanını yayınlamalarını istemiştir. Hal böyle olunca, onlar da ilanları paylaşmak zorunda kalmıştır.

İlk ilan bir daktilo, yani sekreter ilanıdır.

“Bir daktilo aranıyor.

İmla, yazı, makinede sürat meseleleri ikinci, hatta beşinci derecededir. Yalnız meslekten daktilo olması şarttır. Kurstan mezun olacaktır. Asıl matlup olan şu vasıflardır:

1.Güzel olacaktır ve güzelliğinde bir orijinalite buluna­caktır.

2.Siyah saçlı, ince siyah kaşlı ve koyu lacivert gözlü olacaktır.

3.Boyu uzuna yakın, ince ve zarif, göğsü yuvarlak, vücudu zayıf olmalıdır.

4.Elleri ve ayakları ufak, yürüyüşü akar gibi olacaktır.

5.Rengi açık fildişi, du­dakları kırmızı, teni mat olmalı­dır.

6.Neşe, say ve seciye itibarıyla herhangi bir erkeği mesut edebilmelidir.

7.Sesinin güzel olup olmaması mevzuubahis değildir.

8.Fakir veya orta halli ol­ması şarttır.

9.Kimsesizlik tercih sebebi teşkil eder.

10.Adı ve adresi katiyen mahrem tutulacaktır.

Kendisinde bu evsafı gören daktiloların mahremiyetinden e­min olarak şu adrese müracaat eylemeleri ilan olunur.

Ankara’da Balıkpazarı’nda Adliye Sarayı Caddesi’nde Ankara İkinci Noteri Veli Bey vasıtasıyla Dikmen’de ‘Dikmen Yıldızı’ köşkü denmekle maruf kırmızı köşkün biraz ilerisinde mükerrer on dört numaralı köşkte, Aka Gündüz.”

İkinci ilansa bir ev ilanıdır. Aka Gündüz altı odayı geçmeyecek bir ev aramaktadır.

Gazete ilanların altına, bunları zorunluluktan yayınladıklarını vurgulayan bir not yazar. Esef duymaktadırlar. Gazetenin ağzından yazılan özür metni şöyle devam etmektedir.

“Arkadaşımızın düştüğü bu hata ve buhranın nasıl tamir edileceği kendisine ait bir meseledir. Biz burada tekrar ka­rilerimizden özür dileriz. Yaldız romanının son müsveddelerini al­dıktan sonra söyleyecek çok sözle­rimiz vardır. Bunu şimdiden haber verelim. Ve zannımıza kalırsa son müsveddelerinin bu sabah postaya verildiğini haber aldığımız bu ro­man sabık arkadaşımızın edebi hayatını tamamen kapayacak son eseri olacaktır.”

‘Roman tarihinde yepyeni bir hadiseyi meydana getirecek’ eser, Aka Gündüz’ün edebî hayatını kapayacak son esere dönüşmüştür sadece dört gün içinde!

Beşinci gün romanın ilk bölümü yayınlanır. “Keyifli Cenaze” başlıklı bölüm Esmerzade Emin Bey’in ölüm haberini alan romancının, yani Aka Gündüz’ün düşüncelerini, hatırladıklarını içermektedir. Evet, Aka Gündüz yazdığı romanın karakterlerinden biridir aynı zamanda. Merhum Emin Bey’i tanıyan yazar onun hiç evlenmemiş olması ve hayatına hiçbir kadının girmemiş olması ardındaki sırrı, hikayeyi merak etmektedir. “Zaval­lı ihtiyar para hususunda olduğu gibi esrar hususunda ölünceye kadar ihtiyatlı davrandı. Sırrını bana söyleseydi, ben de bir roman yapıp nazlı gazete sahiplerinden yana yakıla, bin bir minnetle beş on para kazansaydım ne olurdu sanki?” demekten kendisini alamaz.

Cenazeye gider. Emin Bey toprağa verildikten sonra hoca duasını okurken süratle bir otomobil gel­ir. İçinden pek süslü, genç bir hanım çıkar. Gü­zel yüzünde belirgin ve samimi bir ciddiyet vardır. Süzülür gibi yürü­r. Kalabalık yol açar. Elinde ka­lın ve uzun siyah kurdeleli, şatafat­lı bir çelenk vardır. Mezarın ayak ucuna koyar ve ellerini kaldırıp amine iştirak ettikten sonra oto­mobiline atlayıp aynı süratle gider.

Herkesi bir meraktır alır. Bu hanım kimdir? Aka Gündüz pratik tarafından anlamak için çelengin kurdelesindeki beyaz, iri yazıya bakar. Kurdelenin birin­de şu imza vardır: Kadını Yüceltme Der­neği. Kurdelenin eteğinde de şun­lar yazılıdır: “Bizi sevmeyene hür­met ve Tanrı’dan rahmet.”

Romanın ilk tefrikası burada biter.

Ancak okuyucular, yani biz ertesi gün büyük bir sürprizle karşılaşırız. Gazete bir karışıklık olduğunu, bir gün önce okuduğumuz parçanın Yaldız’a değil, Aka Gündüz’ün değerlendirmeleri için kendilerine gönderdiği başka bir romanına ait olduğunu söylerler. Bu romanın adı Bir Ahlak Meselesi’dir. Gazete bu durumdan dolayı özür diler ve ertesi gün Yaldız’ın tefrikasına başlayacaklarını bildirir.

Gerçekten de bir sonraki gün Yaldız romanının tefrikası başlar. Ama bu, az önce de söylediğim gibi Hakimiyet-i Milliye’de yayınlanan metnin aynısıdır. Romanı tekrar mı tefrika ettiriyordur Aka? Bu görülmemiş bir şey değildir. Sadece gazete eseri övmüş, bu romanın Aka’nın en güzel romanı olduğunu söylemiştir birkaç gün önce. İkinci kez yayınlanan bir roman için bunları söylemek… Tuhaftır.

Bir gün sonra yeni bir şokla sarsılırız. Çünkü romanın tefrikası devam etmez. Gazete roman tefrikası yerine, Aka’nın tehditle yayınlattığı ilanlardan dolayı kendilerine iletilen protestoları yayınlamak zorunda kalmıştır tarafsızlığını korumak için. Aka Gündüz’ün verdiği, özellikle daktilo ilanı, oldukça ahlaka mugayir ve yakışıksız bulunmuştur. Güzel Sanatlar Birliği de bu fikirdedir ve birlik, ressam İzzet Ziya’ya böyle bir yazarın eserini resimlememesini söylemiştir. İzzet Ziya da verdiği cevapta o güne kadar çizdiği resimleri yazardan geri istediğini, onunla tüm ilişkisini kestiğini bildirir.

Ertesi gün bu defa da Aka Gündüz’ün cevabını yayınlar gazete. Yazar kimsenin işine karışmaya hakkı olmadığını söylemekte, kendisini savunmaktadır. Gazete de yazarına sahip çıkar ve romanın kaldığı yerden devam edeceğini söyler.

Fakat roman devam etmez, edemez. İki gün boyunca Aka Gündüz’ü eleştiren ya da savunan pek çok mektup ve görüş paylaşılır tefrika yerine. Bu arada ilginç bir durum vardır. Tefrika numaraları devam etmekte, yani tefrika numarası her gün artmaktadır. Sanki roman tefrikası sürmektedir. Dokuzuncu ve onuncu günler, Aka Gündüz’ün verdiği daktilo ilanının ahlaksızlığı yüzünden kopan fırtına ve on birinci gün yazarın cevabıyla geçer. Olay gitgide BİR AHLAK MESELESİ’ne dönmüştür. Bu skandal, romanın önüne geçmiştir.

On ikinci gün “Bir Ahlak Meselesi yüzünden Yaldız’ı erteledik,” der gazete. Roman, ilan meselesi etrafında kopan fırtına sebebiyle yayınlanmayacaktır. Fakat gazete bunu derken Reşat Nuri, Faruk Nafiz gibi isimlerin şahitliklerini de vurgulayarak daktilo ilanının romanla bir ilişkisi olduğu hissettirmeye, belli etmeye başlar. Yani tüm bunlar, tüm bu yaşananlar da romana dairdir, romana dahildir.

Sonraki gün Aka Gündüz gerçeği tüm sarahatiyle dile getirir. Evet, bunlar, hepsi romanın bir parçasıdır. Daha önce Hakimiyet-i Milliye’de çıkan Yaldız romanının başını yayınlatması, ev ve daktilo ilanı… Hepsi, hepsi yeni romanı Bir Ahlak Meselesi’nin parçalarıdır ve romanını tamamlamaktadır.   

Böylece hikâyeye, tekrar Esmerzade Emin Bey’in cenazesinin bir gün sonrasına döneriz. İkinci noter Veli Bey, yazarı bürosuna çağırmıştır. Zira Emin Bey’in vasiyetnamesi açılacaktır. Aka’yı ilgilendiren bir durum da söz konusudur. Emin Bey mirasını yeğeni Ali’ye bırakır. Fakat tuhaf da bir ricası vardır. Bir daktilo ve bir ev bulunmasını istemektedir. Hatta ilanları yazmış, vasiyetine iliştirmiştir. Yani Aka Gündüz’ün Cumhuriyet gazetesinde yayınlattığı ilanlar işte bu ilanlardır. Emin Bey ölümünden sonra bir daktilonun madden ve manen refaha kavuşturulmasını, mutlu edilmesini istemektedir.

İyi ama neden? Burası halen muammadır.

İstediği gibi bir daktilo bulunur. Başına devlet kuşu konan bu daktilo yine ilan verilerek alınan eve yerleştirilir. Aka Gündüz, Emin Bey’in yeğeni Ali’nin kızdan hoşlandığını düşünür. Ancak Ali başkasına âşık olduğunu açıklar. Ali’nin aşık olduğu bu kişi, şu tesadüfe bakın, yazarın bir önceki romanının, yani Yaldız’ın karakterlerinden biri olan Gülören’dir. Ancak Ali onun yine Yaldız’ın karakterlerinden biri olan Umur’u sevdiğini sanmaktadır. Aka bunun başlangıçta doğru olduğunu ancak Umur’un Eligül’le evlendiğini, Gülören’in artık boşta olduğunu müjdeler. Böylece Aka Gündüz iki romanı arasında bir bağ kurar ve önceki romanın karakterlerinin romandan sonra neler yaşamış olduğunu da bu vesileyle söylemiş olur.

(Bu arada isimlere dikkat ettiniz mi? Aka Gündüz’ün romanlarındaki karakter isimleri başlı başına hoş bir çalışma konusu. Başka hiçbir yerde duyamayacağınız çok orijinal, çok acayip isimleri seçer Aka Gündüz romanlarında. Bazen eğlendirici, bazen yabancılaştırıcı bir durum haline geliyor bu.)

Romanın kalanıysa yine sert bir virajla Esmerzade Emin Bey’in yalnızlığını ve bu tuhaf vasiyetini anlamamızla devam eder. “Romanın içyüzü” adlı bölüm Esmerzade’nin ağzındandır ve işin içyüzünü açıklamaktadır.

Bu bölümde Emin Bey’in bir daktiloyu delicesine sevmesine şahit oluruz. Öter adlı bu daktiloyu elde etmek için elinden geleni yapar. Ancak Öter’den istediği cevabı alamayınca gitgide çirkinleşir. Onu taciz etmeye başlar, para teklif eder. Statüsünü ve erkekliğini kullanarak ona hayatı dar eder. Sonunda da kendisine teslim olmayan genç kadına çok çirkin bir iftira atar ve namusu için yaşanan Öter’in intihar etmesine yol açar.

Romanın kalanı genç bir kadını intihara sürükleyen hastalıklı, zehirli bir erkek egosunun, bir saplantının anlatımıdır. Emin Bey’in bundan dolayı vicdan azabı çektiğini ve ilanları bu yüzden yayınlattığını anlarız.

Bir Ahlak Meselesi, Emin Bey’in ağzından şu satırlarla biter.

“İnce Türk kızları! Çalışkan ve masum daktilo kızları! Otuz sene azabınızı çektim, beni affediniz. Ve cemiyette her zaman ve her ve­sile ile bir ahlak meselesi icat e­denleri hiçbir vakit affetmeyiniz!”

Bu cümledeki ahlak meselesi, Emin Bey’in iftirası üzerine, ahlaksızlığına hükmedilen genç Öter’e yaşatılanlardır. Ahlak bahane edilerek, hem de tamamen gerçek dışı iddialarla bir genç kadın intihara sürüklenmiştir. Böylece bir değil iki ahlak meselesini anlatır roman. Hem atılan iftiranın, hem de ilanın yarattığı ahlak meselelerini.

*

Bir Ahlak Meselesi, bu oyunlu, bu katman katman roman ne yazık ki kitaplaşmamış.  Mustafa Arslantunalı, seksenlerin başında bu romandan bahseden bir yazının Milliyet Sanat’ta yer aldığını ve tam da bu oyunlu, bol oyuncaklı yapısını vurguladığını söylemişti. O yazıyı hâlâ bulup okuyamadım. Ama ne mutlu ki en azından bir başkasının da dikkatini çekmiş.

Dahası bu roman Aka’nın oyunlu, oyuncaklı tek metni de değil. Milliyet’te 1929’da Roman İçinde Roman adıyla tefrika edilen ve daha sonra Çapraz Delikanlı adıyla basılan roman da anlatıbilimsel açıdan son derece çekici, çarpıcı. Kokain, Giderayak gibi başka romanlar da bu ikisi kadar olmasa da ilginç malzeme sunuyor akademisyen ve araştırmacılara.

Yani Aka Gündüz sadece ele aldığı, hatta bazen tekrar tekrar, çeşitlemeler halinde ele aldığı temalarla değil, romanlarının anlatıbilimsel zenginlikleriyle, oyunlarıyla da dikkate değer. Hatta 2015 yılında Trakya Üniversitesi’nde bir yüksek lisans öğrencisi, Barış Berhem Acar, (Berhem adını Aka Gündüz çok severdi sanırım) Aka Gündüz’ün metinlerinde Anlatıcı-Muhatap İlişkisi başlıklı bir tez yazmış ve orada bu oyunlara detaylıca değiniyor.

Aka Gündüz’ün romanları yazının başında da söylediğim gibi, ne yazık ki uzunca bir süredir basılmıyor. Telifinin dolmasına da az kaldı. Yani sanırım yedi-sekiz yıl daha bekleyeceğiz onun romanlarını kolayca ulaşabilmek için.

Ancak kitaplaşmayı başarmış şanslı eserlerinden Çapraz Delikanlı’yı, Odun Kokusundaki Hicran’ı, İki Süngü Arasında’yı, bir röportajında en sevdiği romanı olduğunu söylediği Üvey Ana’yı ve Giderayak’ı bulabilirseniz okumanızı öneririm.

Önümüzdeki ay yine neredeyse hiç bilinmeyen bir Aka Gündüz romanında buluşmak üzere.


[1] Tefrika olarak kalan romanlar bahsinde, Mehmet Güneş’in “Aka Gündüz’ün roman, hikaye ve tiyatrolarında sosyal meseleler (1909-1958)” başlıklı tezini anmamak olmaz. Bu tezde, gazete ve dergi ciltleri arasında kalan bu romanların bir kısmı ilk kez ele alınmış ve tanıtılmıştır.

[2] Aka Gündüz’ün fuhşa sürüklenen, sürüklenmek istenen kadınları anlatmaktaki saplantısını göreceksiniz bu kitapta.