Seval Şahin
Tüm anlatıların bir özü, çatısı, bel kemiği hatta röntgeni vardır ya da var olduğu sanılır. Eksilti bunları aramanın, sorgulamanın bir ürünüdür. Bu sorgulamada metinlerin özgün hallerine sadık kalınmış, metin olay örgüsü, üslubu, anlatım tekniği ve sonu değişmeksizin eksiltilmiştir.
Bu sütunun ilham kaynağı şu alıntıdır: “Anlamını koruyarak anlatının en fazla ne kadarını çıkarabiliriz? Bu anlayış ya da onun eksikliği, yazabilenleri gerçekten yazabilenlerden ayırır. Çehov olay örgüsünü kaldırdı. Pinter incelikle işleyerek tarihi ve anlatıyı söküp attı. Beckett karakterizasyonu çıkardı. Ama onları yine de duyabildik. Eksiltme bir yaratım biçimidir.” (David Shields, Gerçeklik Açlığı: Bir Manifesto, s. 173)
“Taşralı
Sokağın ucundan dön demiştiler. Aynı boyda budanmış akasya ağaçlarının bitiminde, yeşil panjurları olan evdir.
Evin tümü kapanık bir renge bulanmıştı.
Aaaa hoş geldiniz.
Benden küçük hizmetçi kıza söz edilmişti.
Ara kapıyı açınca teyzemi gördüm.
Bana anlattıklarına benziyordu. Saygın bir hanımefendiydi.
Okumuş yazmış kadındır. Evinin titizliği, temizliği dillere destandır. Koskoca paşayı kaybetti, hanımefendice içine attı acısını.
Teyzem gri giysisinin içinde bana gülümsedi, elini uzattı. Tuttum, nemi kalmamış kuru kâğıt cildine dokununca yaşlılığını anladım.
Ablamın yaşını bilmem. Aramızda on yıllık fark var sanırım. O da bir türlü doğrusunu söylemez.
Yurdagül, dedi teyzem. Git limonata hazırla.
Teyzeme hiç bakmıyordum.
Onunla aramızda sevgisizlik hemen kuruluvermişti.
-Demek ki , üniversiteye gitmeye kararlısın. Vallahi kızım ne demeli bilmem. Jale’yi okutttuk de ne oldu. Evlenip gene çocuktu, kocaydı, aldığı diploma da süs.
Gözlerini yüzüme dikip sustu.
Teyzemin bana karşı olan tutumunun bilincine vardım.
Birden yoruldum.
-Annene şaşarım hâlâ, o çabayı başka bir erkek için gösterseydi…
Sen babanı bilmezsin kızım. Altı yaşındaydın öldüğünde…
O Orta Anadolu kentini, arklardan suların bahçeleri doldurduğu geceleriyle anımsıyorum. Baba baba… Anacığımın para sıkıntılarını bile bile… içkili, havuzlu istasyon lokantasında her gece, bir beyazpeynir, rakı, yazın kütür kütür karpuz. Her gece içilir mi? Hiç olmazsa kendine acı. Bir güzel adamdı. O boy o pos…
Bu en koca kenti yadırgıyorum.
Buranın dışındayım.
Bana, git kal, teyzendir demişlerdi.
Yurdagül odayı açtı.
Annemin Yurdagül’e armağan olarak yolladığı renkli basmayı çıkardım bavuldan.
Sakın sen verme kızım. Teyzen öyle yanında çalıştırdıklarıyla yüz göz olunmasını sevmez, kendi versin.”
-Bu senin Yurdagül.
-Çok teşekkür ederim, küçük hanım.
İsmimi bilmiyor. Ona söylemeliydim. Yüz göz olunamaz evin isim gereksinmediğini öğrenmeliyim.”
Füruzan, “Taşralı”, Parasız Yatılı, YKY, İstanbul, 2016, (23. Baskı) s. 27-32.