
Simlâ Sunay
Çocukların önüne cinsiyet ayrımcılığından arınmış ya da bu ayrımcılıkla mücadele eden kitaplar koyduğumuzda bir değişimi tetikleyebileceğimizi biliyoruz. Mary L. Trepanier-Street ve Jane A. Romatowski’nin değerli araştırması[1] bize bunu göstermişti. Mesleklere dair deneysel araştırmaya katılan çocuklar, cinsiyetçi olmayan, belli başlı seçilmiş çocuk kitapları okuduktan sonra, meslek içi kadın ve erkek rollerine dair kalıpyargıdan (stereotype) çıkabildiler. Öyleyse çocuk kitapları toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele ve toplumsal dönüşüm için araç olabilir. Ancak çocuk edebiyatında kadının rolü eşitsizlik eşiğini zorlarken (aştığını söyleyemeyiz), erkek rolleri bu hıza ve değişime pek ayak uyduramadı. Dolayısıyla, çocuk kitaplarında dişiler (anneler, anneanneler, kız çocukları, kadınsı hayvanlar vb…) erkek rollerinden çalarken, erkekler (babalar, dedeler, erkek çocuklar, erkeksi hayvanlar vb…) geleneksel ve toplumsal kalıp rollerin içinde çoğunlukla aynı kaldı.[2] Çocuk okurun önünde sadece kadın/dişil figürler değişmişti.
Bu sorun yeni tip bir eşitsizlik doğurdu ya da eşitliğin yanlış anlaşılmasına hatta eşitliğin devreden çıkmasına neden oldu; dişiler çeşitli biçimlerde erkekleşti ama sözgelimi erkekler geleneksel bakım ve duygusal emek sorumluluklarında “müşterek”leşemedi. Cinsiyet ayrımcılığına karşıt, kalıpyargılardan uzak yayınlar üretilirken böyle bir sorun öngörülemezdi. Temel, nicel bir etken de vardı, okul öncesi, resimli çocuk kitaplarında en çok hayvanlar ve sonra da “annelik” etkisiyle dişil roller (eşitsiz, ikincil ve pasif de olsa) nicel olarak daha fazla yer alıyordu, babalar ve dedeler daha azdı [3]. Bir diğer etkense daha çok kadın yazarların özdeşliğin kolaylaştırıcılığında kadın karakterlerde değişim yaratmasıydı, kişisel görüşüm, erkekliği konu edinmekte çekincede kaldılar. Toplumsal kalıpyargıdaki rollerin bu eşitsiz güncellenişi (gündelik hayat da değiştiğine göre) bir denge sorunu doğurur mu? Ya da sadece kadınların edebi karakterler olarak güçlenmesi eşitsizlik sorununa ne kadar katkıda bulunabilir? Karşımızda kadınların ve kız çocuklarının daha çok kitap okuduğu istatistiği de duruyorken. Bununla beraber erkeklik çalışmalarının akademide yeni bir alan olduğunu biliyoruz, bu nedenle çocuk kitaplarındaki erkek temsilini anlamak için daha çok araştırmaya ve yazıya ihtiyacımız var.
Çocuk kitaplarında kadının temsilindeki değişim ile erkek temsilindeki değişmezliğin açtığı dengesizlik bizi başka bir gerçekliğe götürür mü? Denge zaten ya yoksa? Akademik araştırmaların, nicel genellemelerin dışında, belki de gerçekten toplumsal olarak kadın daha hızlı değişirken erkek ̶ özellikle de eşitlik söz konusuysa ̶ daha yavaş kalıyor olamaz mı? Bunu çocuk kitapları üzerinden görebilir miyiz? Anne işten eve geldiğinde bozuk musluğu tamir ederken, baba salona geçip ̶ artık gazetesini değil de ̶ telefonunu eline alıyorsa, sözgelimi. Kadınların özgür bireyler olarak işlendiği kitaplarda “müşterek”lik bahsine rastlamıyorsak ve babaları ev işlerine çağıran bir çocuk kitabında (Benim Babam Kötü Örnek, Aslı Tohumcu & Mavisu Demirağ) kulağa nefis gelen müş-te-rek sözcüğünü gördüğümüzde gözlerimiz ışıldıyorsa… Kız çocuğumuza Madam Curie’nin biyografisini, Virginia Woolf’u çıtlatan resimli bir kitabı (Kendime Ait Bir Oda, Serena Ballista & Chiara Carrer) kolaylıkla bulurken yanında duran, erkeklerin de ağladığına dair başka bir çocuk kitabıyla (Erkek Adam Ağlar, Jonty Howley) karşılaştığımızda tam da bu nedenle şaşırıyorsak… Kadınların nasıl yazar, pilot, mühendis olabileceğini göstermeye çalışırken, erkeklerin de ağlayabileceğini fark ettirmek bize bu dengeyi verebilir mi? Müşterekliği eşitleyebilir miyiz peki?
Kendime Ait Bir Oda, Benim Babam Kötü Örnek ve Erkek Adam Ağlar başlıklarındaki, cinsiyet meselesinde ortaklaştığını ilkin söyleyebileceğimiz üç çocuk kitabı üzerinden, tartıştığımız dengenin uçurumlarına bakabilir miyiz, merak ettiğim bu. Benim Babam Kötü Örnek ve Erkek Adam Ağlar benzer tutumları ve “baba” karakterleri nedeniyle pekâlâ bir yazı için seçilmiş ideal iki çocuk kitabı olurdu. Bu iki kitabı erkeklik eleştirisi yapabilen ve cinsiyet ayrımcılığına karşıt iki yayın olarak konuşturmak da önemli bir işi tutardı. Ancak ben, aralarına çok “farklı” bir örnek alıp cinsiyet temsillerinin dengesizliğini göstermek istiyorum öncelikle. Bunu da Kendime Ait Bir Oda’nın elinde tuttuğu yüksek sembole rağmen nasıl tatlı bir rehavette olduğunu göstermeye çalışarak yapmayı deneyeceğim. Diğer iki kitapla arasına kayıt çeken de bu olmalı. Ya da belki de tartışırken üçünü de kolayca birleştirebileceğiz.

Kendime Ait Bir Oda adlı resimli çocuk kitabının arka kapağında iki soru var: “Bir yazar ile bir örümcek arasında ortak noktalar nelerdir? Peki ya bir kız çocuğu ile Virginia Woolf arasındaki ortak noktalar?” Kitabın kısacık metni “Merhaba benim adım Virginia. Bir zamanlar ben de küçük bir kızdım.” diye başlıyor. Doğrudan kız çocuklarına seslenen kitabın amacı Virginia Woolf ile ilk tanıştırmayı yapmak olmalı. Bir biyografi hedefi yok, çocukken günlerini masal uydurarak geçiren bu çok önemli, feminist, özgürlükçü yazar ile kız çocuğu arasında bir özdeşlik aranıyor. Beraberinde yazar olmanın nasıl bir şey olduğuyla da tanışmış oluyor minik okur. Virginia daha çocukken karar vermiş büyük bir yazar olmaya. Bu kısımda kız çocukları yüreklendiriliyor. Daha sonra, yazar ile örümcek arasında bir bağ kuruluyor. İkisi de örgü oluşturmaya çalıştığına göre bir hayvanla da özdeşlik uçup geliyor sayfaya, çünkü resimli çocuk kitaplarında hayvanlar mutlaka olmalıdır. Örümceğin örgüsü ağ, yazarın örgüsü ise öyküdür. Örümceğin cinsiyeti erkek olmalı, metinden değil, resimdeki papyondan bunu anlayabiliriz, bunun nedenini anlamak zor. Daha sonra ise mekân giriyor öyküye, çünkü bir şekilde “oda”ya giriş yapmalı hikâye. Odanın girişiyle okur da metne şöyle dâhil oluyor: “Bir odanın köşesinde bir ÖRÜMCEK AĞI bulabilirsin. Mesela seninki gibi bir odanın.” Virginia, çocuk Virginia, örümcek, okur ve hatta kitabın yazarı olduğunu tahmin ettiğim kişi (bir kadın) sayfalar aktıkça yer değiştiriyor. Yazmak için bir örümcek gibi yalnız olmak ve bir odaya sahip olmak gerekir. Burada “örme”nin dişil bir eylem oluşuyla ilgili bir tartışmaya gerek yok, öykü ve ağ arasındaki bağ söz konusu olan. Uç uca sözcükleri ve cümleleri eklemek… Kitabın sonunda Virginia Woolf’un okul öncesi yaşa uygun, kısa bir özgeçmişi de var. Eşitsizliği, kadınların yoksullaştırılmasını, erkeklerce değerlendirilen kadın yazınını tartıştığı ve kadınların kendilerine ait zamanla ve mekânla yazarak özgürleşebileceğini uman büyük eseri Kendine Ait Bir Oda’nın adı da… Böylece kız çocuğunun kulağına bu sihirli başlık da kaçırılmış oluyor. Son derece sade bir şekilde ilk tanışma gerçekleşmiş oluyor. Bu kitapta çizilmiş kadınların hiçbirinde önlük yok. Okuyan, yazan, örümcekle çay içen kadınlar ve odasında kitaplarla eğlenen kız çocuğu var. Babalar, dedeler ve örümcek dışında erkek de yok. Çünkü “bir kız çocuğu ile Virginia Woolf arasındaki ortak noktalar” kurulmuş, arasındaki mesafe çoktan aşılmış. Özgür olmak kadar, özgürlüğü bir kız çocuğundan diğer kız çocuğuna yayacak olan o “yazı”nın da yazılması mühim. Peki, örümcek ile kurulan müştereklik niye?

Ve işte Benim Babam Kötü Örnek’te karşımızda önlüklü bir baba var! Bu resimli öykü kitabındaysa kalıplaşmış aile içi baba rolü çocuğun dilinden, tekrarlı “kötü örnek” ironisiyle sorgulanıyor. Aykırı baba ev işlerine “müşterek” katılan ama bununla beraber kendi işini gücünü aksatmayan, hobilerini de yapan, son derece hareketli ve yetenekli bir “kötü örnek”. Hikâyeyi anlatan küçük kızın, bu denli fedakâr olan babası hakkında, aile içinde sıklıkla duyduğu ve anlamadığı şey de hep şu, “senin baban kötü örnek”. “Müşterek”lik annenin ağzından da onaylanıyor. “Keşke herkese böyle kötü örnek olsaydı. Hayat babanla müşterek gerçekten de.” diyor annesi küçük kıza. Okuduğumuz aslında günümüz annesinin portresi; o her şeye koşturan, doktor, bakıcı, aşçı, tasarımcı, hasta bakıcı, yaşlı bakıcı, şoför olabilen. Baba, anneden rol çalmış, günümüz çocuk kitapları genellemesinin dışında bir yayın karşımızda. “Müşterek gerçekten de” önemli bir ifade; yazar gösterdiği hayat işçiliği paylaşımını bir de “gerçekten” diyerek kanıtlamak istiyor, belki de. Anne sanki biraz umutsuz ama “keşke herkese böyle kötü örnek olsa” dediğine göre. Bu babanın ender bir kişi olarak çizilmesi yukarıda tartıştığımız o denge meselesine götürüyor bizi. Henüz bazı “özel” babaların değişime ayak uydurabildiğini ama bu durumun hâlâ bir istisna olduğunu gösteriyor. Üstelik de müşterekliğin (onun bile) nasıl yadırgandığını, aile içinde alayla karışık nasıl eleştirildiğini de beraberinde aktarıyor. Dikkat çeken, babanın yadırganan eylemlerinin hepsinin aile içi kadın rolleriyle eş olmaması, sözgelimi koşuculuk, haltercilik. Bunların da “kötü örnek” olarak nitelenmesi başka bir tartışmayı açabilir. Babalar da özgür değil aslında. İş dışında ilginç bir şey yapmazlar. Pek hobileri yoktur. Ancak burada kitabın meselesi yine de ikiye ayrılıyor. Müşterekliğin yanında baba kendi özerkliğini de koruyabiliyor. Yazar neden böyle tercih etmiş, neden sadece ev işlerini yaparken “kötü örnek” olmuyor baba? Müşterekliğin özgürlükten çalmadığını göstermek istiyor olabilir mi? Bu ihtiyaç nereden geliyor?

“Erkek adam ağlamaz” lafügüzafına cevap niteliğindeki Erkek Adam Ağlar başlıklı resimli öyküde ise bir erkek çocuk ile babasının hikâyesini okuyoruz. Levi’nin okulda ilk günü ve bu nedenle de gözleri sulu sulu. Babası da ne yapacağını bilemeyip “erkek adam ağlamaz” deyiveriyor uğurlarken. İşte, dile pelesenk olduğundan. Levi de ağlamıyor, laf dinliyor. Ancak okula doğru yürürken Levi fark ediyor ki kasabada “her yer ağlayan erkek” dolu! Ve o da en sonunda gözyaşlarını bırakıyor, okula yaklaşmışken. Günün sonunda eve döndüğünde bir de ne görsün, babası da ağlamıyor mu. Bu kitapla da yine çocuk kitapları genellemesine göre erkeklerin kadınlardan rol çaldığını okuyoruz. Bir kalıpyargı daha yıkılıyor. Öyle ya, doğar doğmaz tüm bebekler ağlar, çocuklar da ağlar. Peki, sonra ne olur da erkekler ağlamaz hale gelir ve ağlamak kadınların zayıflığı olarak kalıplaşır? Bunula beraber duygusal emek de kadınlara eşitsiz yıkılır. “Ağlarsa bir anam ağlar, gerisi yalan ağlar.” Ne ki Levi’nin bir annesi yok. Baba bir erkek olarak mı değişti, yoksa annenin yerini mi doldurdu?
Hâsılı, iki kitapta da baba karakterleri kadınların/annelerin iki temel görevini paylaşır/üstlenir; bakım ve duygusal emek. Diğer kitap ise gündelik hayat işçiliğinin eşitsizliğinden “kurtulmuş” kadın yazarın yazmak için bundan daha fazlasına, özerkliğe ihtiyacı ve hakkı olduğunu gösterir. Çünkü önlük çoktan çıkarılmıştır, peki bundan sonrası? Müştereklikte eşitlenmek mi?
Kendime Ait Bir Oda, Serena Ballista, Resimleyen: Chiara Carrer, Çeviren: Bahar Ulukan, Çınar Yayınları, 2020.
Benim Babam Kötü Örnek, Aslı Tohumcu, Resimleyen: Mavisu Demirağ, Can Yayınları, 2020.
Erkek Adam Ağlar, Jonty Howley, Çeviren: Lora Sarı, Hippo, 2020.
[1] Trepanier-Street, M. L, & Romatowski, J. A. (1999). The Influence Of Children’s Literature On Gender Role Perceptions: A Reexamination. Early Childhood Education Journal, 26(3), 155-159.
[2] Cinsiyetçi ve cinsiyetçi olmayan çocuk kitaplarının bir karşılaştırması için bknz: Diekman, A.B., Murnen, S.K. (2004). Learning to Be Little Women and Little Men: The Inequitable Gender Equality of Nonsexist Children’s Literature. Sex Roles. 50, 373–385.
[3] Ayşenur Karaaslan ve Sevgi Arslan araştırmalarında; kitap satan bir internet sitesinde çok satan kitaplar listesinden 50 adet resimli çocuk kitabından sadece 7’sinde baba figürü olduğu bulgusuyla baba temsilini tartıştılar. Karaaslan, A. & Arslan, S. (2018). Okul Öncesi Dönem Resimli Çocuk Kitaplarında Yer Alan Baba Figürünün İncelenmesi. Uluslararası Çocuk Edebiyatı ve Eğitim Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, 18-31.