
Elif Çamlıkaya
Moskova, hatta Rusya deyince belki de akla gelen ilk görüntü, çatısını şekilli ve renkli kubbelerin örttüğü bir katedrale aittir. Kubbeleri birer soğana benzetenler, bu yapı ve benzerlerini “soğan kubbeli” diye tanımlar. Gerçekten soğana benzetilebilecek bu kubbelerin eski bir Rus hikâyesiyle bağlantısı var mıdır bilinmez ama aslında neyi simgelediklerine dair yaygın kabul edilen bir açıklama, uzun kış geceleriyle bilinen kentin karanlık gökyüzüne uzanan mum ışıklarına benzemeleridir. Yazımın sonunda soğanın hikâyesinden de bahsedeceğim ama önce Rusya Federasyonu’nun başkenti Moskova’nın hikâyesiyle başlayalım.

Bugünkü sınırlarıyla Rusya Federasyonu deyince aklımıza 17.098.000 km² alanı ile dünyanın en geniş ülkesi gelir. Doğudan batıya 9000 km boyunca uzanan bu büyük ülkenin başkenti Moskova, Rusya’nın günümüze uzanan tarihinde çok önemli bir role sahiptir. Kentin tarihi genelde 12. yüzyıldan itibaren başlatılır. Prens Yuri Dolgoruky tarafından resmen kurulduğu tarih olarak 1147 kabul edilse de aslında bu tarihten öncesine uzanan kültürel bağlantıları vardır.
İnsan türünün varlığı, Volga Nehri’nin kuzeyinde 20 bin yıl öncesine uzanıyor. Mevsimsel göç dönemlerinde avcı toplayıcılar güneyden buradaki tundraya gelip mamut ve yünlü tek boynuzlu at avlıyorlardı. Mevsimsel konaklama yerlerinden kalan izler arasında Sungir, en ünlü arkeolojik alan olarak biliniyor.
Buzul çağının sona ermesiyle tundra yerini sık ormanlara; mamut avcıları balık, kümes hayvanı ve kürklü yabani hayvan avcılarına bırakır. Lyolovo Kültürü, MÖ 4000’den itibaren yaklaşık iki bin yıl varlığını sürdürür. Ardından birbiriyle çatışan çok sayıda Slav kabile yerleşir. MÖ 1000-MS 800 arasında. Moskova’da Viatiçi ve Kriviçi kabileleri hâkimdir. Kehribar, kürk ve beyaz köle ticareti yapan Varyaglar’la (Vikingler) ticari ilişkiler kurulur.
Rus kelimesi bugünkü İsveç’te yaşayan bir İskandinav kabilesinin kullandığı Ruotsi kelimesinden gelir ve “kürek çeken erkekler” demektir. Yaşadıkları yer de Rotslagen olarak biliniyor. MS. 7. yüzyılın sonlarından itibaren Rus platosunda önemli değişiklikler yaşanır. Varyag Prensi Rurik bölgede güç kazanır ve Slav halkları arasındaki savaşı bitirir. Rurik 862’de Novgorod’u alır ve burada bir kale kurarak yerleşir ama oğlu Oleg 882’de Kiev’i alarak başkent ilân eder.
Rurik’in soyundan gelen Prens 1. Vladimir 988’de vaftiz olarak Hıristiyanlığı kabul eder. Bizans imparatorunun kız kardeşiyle evlenir. Rusya’nın Ortodoks kimliği böylece başlar. Moskova ismi 1147’de kroniklerde ilk defa geçer. Bu nedenle 2. Vladimir’in oğlu Yuri Vladimiroviç (Yuri Dolgoruki / Uzun Kol) tarafından bu tarihte kurulduğu kabul ediliyor.
12.yy’da Rusya’nın kuzey beylikleri politik ve ekonomik olarak güç kazandıkça ve Kiev zayıfladıkça Yuri Dolgoruki hakimiyetini kuzeye doğru genişletmeye karar verir. Babası Vladimir Monomak tarihte ilk defa güney ve kuzeyi birleştirmede başarılı olmuştur. Yuri Dolgoruki 1125’te Suzdal’ı başkent ve kendisini bölgenin prensi ilân eder. Volga ve Oka nehirleri arasında, Moskva Nehri kıyısında Rostov- Suzdal Beyliğini koruyacak bir ileri karakol kalesi kurar.
Moskova’dan ilk defa 1147’de İpatyev Tarihi Kayıt Kitabı’nda bahsedilir. Prens Yuri Dolgoruky’nin Novgorod Prensi’ne burada bir ziyafet düzenlediğinden bahseder. 1156’da ilk ahşap Kremlin, yani kentin kalesi inşa edilir ve içinde bir kilise yaptırılır. Bu yeni yerleşim yeri kuzeyde Baltık Denizi, güneyde Karadeniz, batıda Avrupa birleşim noktasında kaldığı için zamanla büyür, güçlenir ve Moscovy Beyliği’nin başkenti olur.
1223 ilk Moğol akınları başlar ve 1237’de bölgeyi Moğollar işgal eder. Rus beylikleri parçalanır ve 240 yıl boyunca Moğollara vergi ödemek zorunda kalırlar. Moğollar Rus prensliklerinden vergi toplaması için Moskova’yı seçerek Kalita (para kesesi) lâkaplı 1.İvan’ı (1324-40) başa geçirir. Zamanla Moskova gelişir ve Moğolların öngöremediği bir tehlike oluşturmaya başlar. Moskova Prensi Dimitri Donskoy (1359-89) liderliğinde kurulan ordu Moğollara karşı ilk zaferi kazanır ve Rus ulusu fikri doğar. Büyük İvan (3.İvan) döneminde (1440-1505) Moğollar tamamen yenilgiye uğratılır. Moskova sınırlarını Kuzey Buz Denizinden Urallara kadar genişletir.
Konstantinopolis 1453 yılında Osmanlı Devleti hakimiyetine girince Büyük İvan, savaşta ölen 9.Konstantin’in yeğeni Sophia Paleologus ile 1472’de evlenir. Moskova’nın itibarı ve Ortodoksluğun koruyucusu olduğu fikri güçlenir. Moskova’da imar çalışmaları başlatır ve Kremlin’in bugünkü duvarlarını yaptırması için İtalyan mimarlar davet eder.
Büyük İvan’ın torunu olan ve Korkunç İvan olarak bilinen 4. İvan 1530 doğumludur ve babası 3. Vasili’nin ölümünden sonra, 1533’te henüz üç yaşındayken tahta geçer. 1547’de kendi unvanını Moskova Prensliğinden “Tüm Rusya’nın Çarı” unvanına yükselten kişi olarak yeni bir geleneği başlatacaktır. Annesi Yelena Glinskaya 1538’de aniden öldüğünde devlet, aristokrat sınıfı olan boyarların eline geçer ve büyük aileler güç için mücadele etmeye başlar. Genç çar şüpheci ve öç alıcı bir karakter geliştirmeye başlar.
1547’de Rus Çarı olarak taç giyer. Çok iyi eğitimlidir ve mükemmel hafızası vardır. Devleti Sibirya’ya kadar genişletir. İngiliz Krallığı ile ticari ilişkiler kurar. 1550’de Kazan Hanlığına karşı, sonucu başarısız olan bir sefere çıkar. Bu olaydan iki yıl sonra Haziran 1552’de çok daha kalabalık ve güçlü bir ordu kurarak Kazan’a hareket eder ve 1 Ekim 1552’de Kazan’ı alır. 1556’ya kadar tüm Volga deltasını almış ve nehir ticaretini eline geçirmiştir.
İvan çok sevdiği eşi Anastasya’nın 1560’ta zehirlenerek ölümünden boyarları sorumlu tutar. Bu olay üzerine çar ve ailesinin düşmanı olabilecek kişileri ortaya çıkarmak için bir örgüt kurar. Aristokrat ve köylülere bazı yasaklar getirir. Dördüncü Ivan işte bu tahmin edilemez tavırları ve acımasız cezalandırma kararları nedeniyle Korkunç İvan olarak da bilinir.
Korkunç İvan 1581’de bir öfke krizi anında, kendinden sonra tahta geçmesi beklenen oğlu ve veliahdı İvan’ı kafasından ağır yaralar ve oğlunun ölümüne neden olur. Olaylar tabii ki bundan sonra da başka hüzünlü gelişmelerle devam ediyor ama burada Moskova tarihine son vermek istiyorum. Kentin tarihini, katedrali yaptıran Korkunç İvan’a kadar getirdikten sonra, artık katedralin özellikleriyle devam edebilirim.

Çok sayıda yayında, Moskova deyince hayalimizde beliren ilk manzaranın sahibi olan katedralden Aziz Vasili Katedrali olarak bahsediliyor. Aziz Vasili’nin mezarının yer aldığı giriş katındaki kilise, aslında “Kutsal Bakire Meryem’in Şefaati Katedrali’nin” içinde yer alan ibadethanelerden sadece bir tanesidir. Katedral, Kremlin yani kalenin duvarlarının hemen yanında, Kızıl Meydan’ın boyarların yaşadığı semt tarafından girişinde yer alıyor. Katedral Çar Korkunç Ivan tarafından, Kazan Hanlığı karşısında elde ettiği zaferin hatırasına yaptırılır. Canlı görünüşü ve çok renkli kubbeleriyle Moskova ve Rusya’nın en ünlü yapısı denilebilir.
Korkunç İvan 1554 yılında bir ferman yayınlar. Buna göre, 1552 Kazan seferi öncesinde zafer elde etmek için yaptığı adağı gerçekleştirmek niyetiyle bir katedral yaptırmaya karar verir. İnşaat 29 Temmuz 1557’de Meryem Ana’ya ithaf edilerek kutsanır ve 29 Haziran 1561’de tamamlanır. Katedralin inşa edildiği yerde daha önce var olan Kutsal Üçleme Kilisesi aynı yerinde korunarak, iç mekandaki doğu yönüne bakan kilise olmuştur. Rus tarih kitaplarına göre mimarları Postnik ve Barma’dır. Bazı kaynaklara göre de lâkabı Postnik olan, Barma isimli bir mimardan bahsedilir. İvan, bir benzerini yapamasın diye mimarın elini kestirdi söylentileri, dünyadaki benzer yapıların mimarları hakkındaki benzer rivayetler gibi, gerçek dışı bulduğumu da eklemeliyim.

Katedral bin metrekare tabana oturan, yüksek ve görkemli bir görünüme sahiptir. Aziz Vasili’nin kutsal kemiklerinin yer aldığı mezar kilisesinden giriş yapılır. Dar koridor ve merdivenlerle üst kata çıkılır. Üst katta, birinden diğerine geçiş yapılan dokuz bağımsız kilise yer alıyor. Yapılar, ortak yeraltı kemerleri üzerinde yükselir. Her biri farklı kutsal isimlere adanmıştır ve ayrı giriş kapıları vardır. Dışarıdan bakınca karmaşık gibi görünmesine rağmen katedral aslında simetrik ve basit bir plana sahiptir. Dört büyük kilise dört ana yönde yer alır. Aralarında da dört küçük kilise yer vardır. Bu sekiz kilise, ortadaki merkezi kiliseyi çevreler. Böylece “Kutsal Bakire Meryem’in Şefaati Katedrali” ortaya çıkar. On altıncı yüzyılda, İvan Çan Kulesi yapıldığında Moskova’daki en yüksek yapı olan katedralin yüksekliği atmış bir metredir. Ortadaki ana kilisenin çadır biçimli çatısı vardır. Diğer kiliselerin soğan biçimli kubbeleri farklı büyüklük, renk ve desene sahiptir.
Kutsal Üçleme Kilisesi’nin eski binasında Moskova’da çok saygı gören ve Rusların kutsal meczup olarak saygı gösterdiği Aziz Vasili’nin kemikleri vardır. Katedrale1588’de Aziz Vasili’nin kemiklerini korumak amacıyla bir kilise eklenir. Bu kiliseye yapılan sık ziyaret ve ibadetler nedeniyle katedralin ismi Şefaat Katedrali’nden çok, Aziz Vasili Katedrali olarak yaygınlaşır. Çadır çatılı çan kulesi 17. yüzyılın ikinci yarısında eklenir. Öncesinde burada üstü açık bir çan kulesi yer alıyormuş. Dış ve iç süslemeleri o kadar uyumlu ve çeşitlidir ki, günümüze ulaşan bir mimari şaheser olarak anılmayı hak eder. Şimdi bu sekiz kilise ve Aziz Vasili’nin röliklerini (kutsal olduğuna inanılan kemikleri) koruyan kiliseyi kısaca anlatmak istiyorum.
Bakire Meryem’in Şefaati Kilisesi, diğer kiliselerin tam ortasında yer alan, 47,5 metre yüksekliğe sahip merkez kilisesidir. Meryem Ana’nın Şefaat Bayramı’na adanır ve 1561’de tamamlanır. Meryem Ana’nın, imanlıları sınırsız şefkatiyle koruması altına aldığına inanılır ve bu özelliğine ibadet edilen bir bayram vardır. Korkunç İvan’ın1552’de Kazan’ı aldığı tarihi, yeni takvime göre 14 Ekim’e denk gelir. Böylece zaferin günü ve Meryem Ana’nın inananları korumasına adanan bayram örtüşmüş olur. Ortodoks kiliselerinde rahiplere ait kutsal bölmeyi halkın bulunduğu bölümden ayıran ve üzerinde ikonaların asılı olduğu duvara ikonostatis denir. Şefaat Kilisesi’nin ikonostatisi eskidi diye yetmiş rubleye Tver eyaletinde bir köye satıldığı ve şimdiki ikonostatisin Kremlin’deki Çernigov Azizleri Katedrali’nden 1770’te getirildiği biliniyor.

Konstantinopolis’in Üç Patriği Kilisesi, dört küçük kiliseden biridir. Kubbe yüksekliği14,9 metre olan kilise, 4-8. yüzyıllar arasında yaşamış ve kilise öğretilerini bozan sapkınlara karşı mücadele vermiş üç patriğe adanmıştır. Bu üç patriğin kutsal günü 30 Ağustos’tur. Korkunç İvan Kazan seferi sırasında 30 Ağustos 1552’de Kazan Han’ına yardım için gelen Tatar Prensi Yepança’nın birliğini yendiği için, kiliselerden birine yortusu aynı güne denk gelen patriklerin ismini verir.
Şehit Cyprian (Siprian) ve Justina Kilisesi, katedraldeki büyük kiliselerden biridir ve kubbesi 20 metre yüksekliğe sahiptir. Kilisenin adandığı iki isim aslında Ruslar için alışılmadık bir seçimdir. Siprian, 210-258 yılları arasında yaşamış Kartaca’lı bir Berberidir. Justina, Siprian’ı Hıristiyan yapan kadındır ve bekâret yemini etmiştir. İkisi de Diokletianus’un emriyle 304’te İzmit’te öldürülür. Anma günleri olan 2 Ekim, Ivan’ın askerlerin Kazan’ı tamamen aldığı gün olduğu için kiliselerden birine ismini, onların yortusu verir.
Yapı içindeki güney yönünde yer alan 28 metre yüksekliğindeki büyük kiliseye Aziz Nikolas- Velikaya Nehri Kilisesi ismi verilir. Katedralin inşaatı devam ederken Velikaya Nehri üzerinde yer alan Vyatka kasabasının ikonu Aziz Nikolas, yıllardır göstermediği çok sayıda mucize göstermeye başlar. Kilise çok defa yanar ama ikona zarar görmez. Kazan zaferi sonrası Rusya’ya yeni katılan bölgelerde yaşayanların hızla Hıristiyanlığa geçişi bir mucize kabul edilerek, Aziz Nikolas mucizesine adanır. Çar ikonanın 1555’te Moskova’ya getirilmesini emreder.
Dört küçük kiliseden biri olan ve 15 metre yüksekliğe sahip Kutyn’li Aziz Barlaam Kilisesi ismini 1193’te ölen bir Rus azizden alır. Üçüncü Vasili ve oğlu Korkunç İvan, Aziz Barlaam’ı imparatorluk hanedanının koruyucusu olarak kabul ediyordu. Üçüncü Vaisli’nin, keşişin hatırasına başının tepesini keşiş gibi tıraş ettirdiği söylenir. Kiliseye ait 15. yüzyıldan kalma Nuremberg antika avizenin tepesine, Rus ustalar tarafından çift başlı kartal eklenmiştir.
Büyük kiliselerden biri olan ‘Efendimizin Kudüs’e Girişi Kilisesi’nin ismi bazı yabancı kaynaklarda sanki katedralin tamamına aitmiş gibi kullanılarak ‘Kudüs’e Giriş Katedrali’ diye yazılır. Kilise için, Kremlin’e bakacak şekilde özel bir yerleştirme yapılır. İsa Peygamberin çarmıha gerilmeden önce Kudüs’e son defa girişini simgeleyen Hurma Pazarı ibadeti, 16. yüzyıldan itibaren buradan başlatılır. Çar ve patriğin katıldığı Kremlin Meydanı’nda haç ile yapılan geçit töreniyle devam eder. Bugün görülen ikonostatisi 1770’te Kremlin’deki Aziz Alexander Nevsky Katedralinden sökülerek getirilmiştir.
Ermeni Aziz Aydınlatıcı Krikor Kilisesi 15 metre yüksekliğe ve çiçeklerle boyalı bir tavana sahip olan, küçük kiliselerden biridir. Aziz Krikor Lusavoriç (aydınlatıcı) olarak bilinen aziz, Ermenilerin hükümdarı Kral Drtad’ın (Tridat) MS. 4. Yüzyılın hemen başlarında Hıristiyanlık inancını kabul etmesi ve Hıristiyanlığın Ermeniler arasında baskın din halini alması sağlayan azizdir. Kutsal günü 30 Eylül’dür ve 1552’in 30 Eylül günü Kazan’daki Arsk Kulesi yıkıldığı için, katedraldeki kiliselerden birine onun ismi verilmiştir.
Dört büyük kiliseden biri olan ve 21 metre yüksekliğe sahip Kutsal Üçleme Kilisesi, Eski Ahit Teslisini (Üçlemesi) temsil eder. Hebron’da (El Halil) Mamre meşelerinin yanında çadırı olan Hz. İbrahim’e Rab, üç meleğin formunda görünür. Üç melek, eşi Sara’nın bir yıl sonra çocuk doğuracağını söyler. Katedralin yerinde eskiden bu isimde bir kilise varmış. Kilise aynı yer ve yönünde korunarak, yeni haliyle katedrale dahil edilir.
Güney doğu yönündeki küçük kilise, Svir’li Aziz Aleksander’ın (1448-1533) ismini taşır. Aziz, Rusya’nın kuzeyini Ortodoks Hıristiyanlığa çeviren misyonerlik işleriyle ünlüdür.
1547’de, kilisenin yapılmasından önce aziz ilân edilmiştir. Kazan savaşının önemli zaferlerinden biri bu azizin anma gününde yaşandığı için, ismi kilisede yaşatılır. İkonostasisi, 16. yüzyıl Rus ikonografi şaheserlerine bir örnektir.
Katedralin bugün görülen sekiz köşeli ve tek çadır çatıya sahip çan kulesi, eski üç katlı üç çadır çatılı kule yerine yapılmıştır. En tepede küçük bir soğan kubbesi ve sekiz köşeli haçı vardır. Slukhi (kulak açıklıkları) denilen küçük pencereleri, çan sesi daha güçlü çıksın diye yapılmıştır. Şimdi var olan on dokuz adet çanı, 16-20. yüzyıllar arasında farklı tarihlerde Fransa, Polonya, Hollanda, Almanya, Moskova’da yaptırılmıştır.

Son olarak, katedralin girişinde yer alan Aziz Vasili Kilisesi’nden bahsetmek istiyorum. Kemikleri bu kilisede saklanan Aziz Vasili, mucizeleri ve olayların görünen yüzünün altında saklı gerçekleri görmesiyle ünlenir. Korkunç İvan ona hem saygı duyar hem de biraz çekinir. İnsanların zihnini ve kalbini gören adam diye düşünür. Sarayında kabul eder. Kilise azizin defnedildiği yerin üzerine1588’de yapılarak, katedrale eklenir. Fakat şimdiki duvar resimleri 1905’ten kalmadır. Kilisenin tarihi ikonostatisi ve azizin mezarı üzerindeki yapı bugüne gelememiş. Şimdiki ikonostatis 1895’e aittir.
Katedrali oluşturan bölümleri kısaca anlatmaya çalıştım. Yapı karmaşık gibi görünse de aslında sıkı sıkıya bağlı kalınarak inşa edilen simetrik kiliseleri nedeniyle, sınırları belirlenmiş bir düzene sahiptir. Ben içinde dolaşmayı çok severim ve her kilisede, tam üzerinde yükselen soğan biçimi kubbesini hayal ederim. Bolşevik Devrimi’nden sonra 1923’te müzeye dönüştürülen katedralde sınırlı da olsa 1929’a kadar ibadet devam eder. 1930’larda yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. 1935’te Joseph Stalin ve yakın kadrosu, Moskova’nın gelecekte nasıl görüneceğiyle ilgili bir toplantı yapar. Önlerinde Kızıl Meydan’a ve meydanda bulunan yapılara ait bir model yer almaktadır. Odadaki en etkili isimlerden Lazar Kaganoviç katedralin modelini kaldırır ve tankların törenler sırasından meydana rahat girişi için yolun nasıl açılması gerektiğini gösterir. Rivayete göre Stalin bundan hoşlanmaz ve “koy onu yerine” der. Bu konuşmayı ispatlayan bir belge yok ama katedralin mimar Piotr Baranovsky tarafından kurtarıldığı biliniyor. Aslında Baranovsky 1920’lerin başından itibaren başta kiliseler, çok sayıda mimari yapıyı korumak için çaba göstermiştir.
1917’deki devrimden sonra Sovyet yönetimi, sınıfsız bir toplum oluşturma yolunda en önemli engel olarak gördükleri din görevlileri ve dini yapıların işlevini değiştirir. Tarihi katedral ve kiliseler spor tesisleri, yurt binaları, sinema salonları ve depolara dönüştürülür. Baranovsky bu yapıların bir bölümünü koruyabilmek için yoğun çaba gösterir ve mimari anıt statüsünde müze olmalarını sağlar. Aziz Basil Katedrali, Kızıl Meydan’a boyarların eskiden yaşadığı semt yönünden girişini daraltan bir konuma sahip olması nedeniyle tamamen yıkılmaması için önemli bir riski göze alır.

Kızı Olga Baranovskaya bir söyleşide, katedral yıkılmasın diye babasının kendini içeri kilitlediğini söyleyenler olduğunu ama ailede böyle bir hatırayı duymadığını belirtir. Babasının hatıralarından yola çıkarak, aha az gösterişli ama daha tehlikeli bir yol seçtiğine inanıyor. Buna göre babası yıkım plânını duyduğunda postaneye gider ve Stalin’e bir telgraf çeker. Telgrafta “Moskova. Kremlin. Yoldaş Stalin’e. Lütfen, Aziz Vasili’nin yıkılmasına engel olun çünkü bu durum, Sovyet Devleti’ne politik olarak zarar verecektir” yazar. Bu telgrafı gören olmadığı ve başka söylentiler de olduğu için katedralin nasıl yıkılmadığını kesin olarak bilemeyiz ama önemli olan bugün tüm güzelliğiyle meydanın girişinde yükselmesi.
Katedral ilk yapıldığında, kent genelinde kullanılan yerel taş ile inşa edilir ve kubbeleri altın rengidir. Duvar ve kubbelerin bugünkü çok renkli görünümü 17. yüzyıl ortalarına aittir. Kubbelere soğan şekline olan benzerlikleri nedeniyle, soğan kubbe deniliyor ama kubbeler, Moskova’nın uzun ve karanlık kış günlerinde sembolik olarak göğe yükselerek aydınlatan mumlara benzer. Soğan kubbeleri tanımını bir hikâyeye bağlayarak bu yazıyı bitirelim. Bir sonraki yazımda Aziz Vasili’den daha ayrıntılı bahsedeceğim: Kutsal meczup kimdir, Rusya’nın Hıristiyanlık öncesi kültürüyle ne gibi bağlantısı olabilir ve Rus Çarlığı’nın sona erdiği yıllarda yaşayan Rasputin de bir kutsal meczup kabul edilir mi?
Şimdi yeniden soğan hikâyesine dönelim. Dostoyevski, Karamazov Kardeşler kitabında eski bir Rus masalından şöyle bahseder:
“Gruşenka, Alyoşa’ya dönerek birden sinirli gülümsedi. – Bak Alyoşa’cığım, dedi, bir baş soğan verdiğimi söyleyerek övünmek istedim Rakitka’ya, ama sana başka bir nedenle anlatacağım bunu. Yalnızca bir masaldır bu, ama güzel bir masal. Şimdi benim mutfakta çalışan Matrena, daha ben çocukken anlatmıştı onu bana. Anlatayım da dinle: “Huysuz, hırçın bir kocakarı varmış, günün birinde ölmüş. Ömründe küçük bir hayır bile yapmamış. Şeytanlar kaptıkları gibi ateş gölüne fırlatmışlar onu. Koruyucu meleği ise durmuş, düşünüyormuş: Ah, yaptığı bir iyiliği anımsasam da Tanrıya söylesem. Anımsamış sonunda, söylemiş Tanrıya: Bir gün bostanından bir baş soğan koparıp dilenciye vermişti. Tanrı şöyle yanıt vermiş: O soğanı al, göldeki kocakarıya uzat, ucundan tutup oradan kurtulmaya çalışsın, başarırsa varsın cennete girsin, soğan koparsa şimdi bulunduğu yerde kalacak kocakarı. Melek kocakarının yanına koşmuş, soğanı uzatmış: Tut ucundan kadın, tut da oradan kurtulmaya çalış. Melek yavaş yavaş, dikkatlice çekiyormuş onu gölden, yarı beline dek çekmiş ki, göldeki öbür günahkârlar görmüşler onu, kurtulmak için kocakarının eteğini yapışmışlar. Ne var ki, kocakarı hain olduğu için tekmelemeye başlamış onları: “Beni çekiyor yukarı, sizi değil; soğan benimdi, sizin değil.” Bunu söyler söylemez soğan kopuvermiş. Kocakarı da gene göle düşmüş, o gün bugündür yanarmış orada. Melek ağlayarak uzaklaşmış yanından.” Masal bu işte Alyoşa, ezbere anımsadım onu. Ben de o kocakarıdan farksızım çünkü. Soğan sadaka verdim diye övündüm Rakitka’ya, ama sana başka türlü söyleyeceğim: Ömrümde bir baş soğandan başka hiçbir sadaka vermedim, yaptığım bütün iyilik budur işte.”
Katedralin soğan kubbeleri de dua etmek için gelen inanların tutunduğu ve onları aydınlığa çıkarmasını dilediği soğanlar mı acaba, ne dersiniz?