
Burak Soyer
Bülent Görür, yeni öykü kitabı Sarıkanat’ta, bütünlüğü elinde tutan, farklı yerlere savrulsa da elindekinin dışına taşmasına izin vermeyen, arayışlarla, arayışlar içindeki kayboluşlarla, ara ara çöküşlerle neticelenen öyküler sunuyor okurlarına.
Bülent Görür, babası memur olduğu için üniversiteye kadar Anadolu’nun dört bir yanını tavaf etmiş, sonrasında 1987 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş. 1988’den beri serbest avukat olarak çalışan Görür, 2020 yılında öykü yazmaya başlamış ve ilk öykü kitabı Ahmakıslatan 2022 yılında yayımlanmış. Yeni öykü kitabı Sarıkanat ise kısa süre önce A7 Kitap etiketiyle okuyucuyla buluşan Bülent Görür, Sarıkanat’ta, bütünlüğü elinde tutan, farklı yerlere savrulsa da elindekinin dışına taşmasına izin vermeyen, arayışlarla, arayışlar içindeki kayboluşlarla, ara ara çöküşlerle neticelenen öyküler sunuyor okurlarına.
“Yer sarsıldı aniden, kızıl lavlar püskürdü. Ve gökyüzü, bir anda kararıverdi. Karanlığın içinde incecik keskin bir bıçak etimi geçip yavaşça kalbime giriyordu. Darmaduman olmuştum. Çeliğin keskin ince yüzeyinin, soğuk bir hışıltıyla yüreğime girişini hissediyor ama sesimi çıkaramıyordum. Sonra, kesilen damarların çeperi açılmaya, tarifsiz acılar yayılmaya başladı vücuduma. Asla kabil değildir bu ıstırabı tarif edebilmek… Tıbben yaşıyordum evet! Kalbin nasıl dayanıklı bir organ olduğunu ilk o an anladım! Gözlerim çöp kovasına sabitlenmiş, kaskatı, içi boş zırh gibi öylece dikiliyordum.”

Bu alıntı Bülent Görür’ün kitabındaki “Darbe” adlı öyküden. 12 Eylül darbesinin bir ülkeyi götürdüğü çöküşü, masum bir aşk hikâyesi üzerinden anlatan “Darbe”de geçen bu paragraf her ne kadar 12 Eylül’le ilgili olsa da kitaptaki öykülerin karakterlerinin farklı olaylar vesilesiyle yaşadıklarını tam olarak özetleyen bir pasaj olduğunu söyleyebilirim. Zira Görür, 70’lerin orta direk sınıfının sahip oldukları yazlık sitelerinin zamana nasıl yenik düştüğünü, kendisinin şu anki varlığıyla ispatlamaya çalışan isimsiz bir karakterle anlattığı, kitaba ismini veren “Sarıkanat” öyküsünde de bu duyguyu aktarıyor, birbiriyle bağlantılı olan son iki öykü “Paris” ve “Lacivert Gece”de de.
Olaylarla karakterleri eşit mesafede tutan Sarıkanat, her ikisinin de içine girerken meçhul bir kurgu kullanmayı tercih ediyor. Nereye gittiğini kestirmediğimiz öyküler büyük ters köşelerle ya da büyük sürprizlerle sonlanmasa da ânların içi, suratı düşmüş kahramanlara ayrılıyor. Sade hezimetler gibi sonlanan metinlerde ilgi çekici yapı da bu zaten. Don Juan’la Kazanova arasında kalmış, hovardalık yolunun başındaki kahramanın yaşadığıyla, 12 Eylül’de aşkını arayan liselinin ya da Sovyetler dönemini andıran yazlık sitedeki en güzel kızın peşinden koşan adamın yaşadığı hissiyat farklı parantezler içinde yer alarak girişte bahsettiğim bütünün birer parçası oluyorlar. Bülent Görür’ün Sarıkanat’ının kendi yolunu bulması da bundan kaynaklanıyor ve besleniyor. Kıssadan hisse, Sarıkanat, her olaya, duruma, karaktere nötr bir şekilde yaklaşıp, sinemacı ağzıyla söylersek “oyunu büyütmüyor”.