.

Pembe Bulutların Üstünde Sergisi Üzerine

Burcu Dimili

Başlangıçlar ve bitişler ile birlikte yeni gelen, yeniden başlayan şeyler karşısında iyilik ve kötülüğün içinde umutlu bir alan açmayı öneren ama aynı zamanda karanlıkta umudu bulabilmenin de yolunun mümkünlüğünü irdeleyen “Pembe Bulutların Üstünde” sergisi, Chi Art Gallery’de izleyicilerle buluşmaya devam ediyor.

Umutlu ve umutsuz olasılıklar ve ironiler içindeki arayışları derinleştiren ve herkes tarafından bu arayışların sorgulanmasını teşvik eden sergi, yeni bir düzen tahayyülünü öneriyor. 21 Şubat’a dek ziyaret edebileceğiniz sergi kapsamında sanatçılar Damla Yalçın, Ege Subaşı ve Alla Güner ile sohbet ettik.

Damla Yalçın, Hafıza Dekorları, Karışık Teknik, 2023

Sergideki çalışmanızı anlatabilir misiniz?

Damla Yalçın: Günlük yaşantımızı -çoğu kez biz farkında olmadan- çevreleyen mekânlar, nesneler, koşullar anı ve hatıralarımızın sentezini ortaya koymamızda yardımcı olurlar. Ev, yaşamımızı çevreleyen, bizi dış dünyadan koruyan ilk kabuktur; oda ise evin içinde daha dar ve bireysel bir dünyanın oluşumunu sağlayan ikinci kabuktur. 

İç mekânın içsel değeri üzerine yapılan fenomenolojik bir yaklaşımla anıların ve hayallerin bir sentezini sunulmuştur. Kişisel belleğine yine kendi hikayesine dayanan nakış yoluyla ışık tutulmuştur. Eski fotoğraflarından yola çıkarak oluşturduğu imgelerinin içerisine kendini yerleştiren sanatçı, sonsuzlaşan bekleyişinin bulunduğu odaları hafıza ve düşlemenin bir araya geldiği temaşa mekânlarına dönüştürmüştür. Nakışlar, geçmiş ve bugünün diyalektiğini içerisinde taşımaktadır ve geçmiş-bugün arasında aşikâr bir eşik oluşturmaktadır.

İki kasnak yüzeyinde yer alan desenler mekân ve figür olarak ayrılmakta. İlk katmanda tül üzerine işlenmiş figürler ikinci katmanda ise bulundukları mekân yer almaktadır. Bu sayede geçmiş ve bugün arasında hafıza odaları oluştururken ev içi hissiyatı vermek adına ışık kullandım.

Eseriniz tema ile nasıl bir ilişki kuruyor?

Umut, bellek ve hayal gücü, insanın yaşam yolculuğunda rehberlik eden üç güçlü unsurdur. Geçmişin izlerini taşıyan anılar, bireyin iç mekânında yarattığı imgelerle buluşur ve yeni başlangıçların kapılarını aralar. “Pembe Bulutların Üstünde” teması gibi, hayal gücünün sınırlarını zorlayarak daha iyimser bir gelecek tasarlamak, karanlık zamanlarda bile ışığı bulmayı sağlar. Geçmişim iyimserliğini geleceğe taşımak mümkün mü? Sorusu sergi teması ve işler arasındaki köprüyü temsil ediyor diye düşünüyorum.

Genel üretim pratiğiniz ve ilham noktalarınız neler?

Araştırma ve süreç odaklı üretimlerimde dikiş, nakış tekniklerini kullanıyorum. Genellikle izleyicinin esere dahil olacağı işler üretmeyi tercih ediyorum. Geleneksel olanı çağdaş sanata aktarırken yeni medyadan ve biyolojik yapılardan faydalanıyorum. Bu yarattığım sentezle ürettiğim işler mekân, bellek, kimlik kavramlarını ele alıyor.

İnsanın yaşadığı mekâna kök salma sürecini ve doğanın diyalektik dengesiyle bir arada var olma biçimlerini sorguluyorum. İnsan-mekân ve organizma-mekân kavramları, sanatsal üretimlerimin merkezinde yer alıyor. Mekân, bireyin yaşamını şekillendiren ve aynı zamanda birey tarafından sürekli olarak yeniden anlamlandırılan bir yapıdır. Tıpkı organizmaların bir ekosistemin parçası olarak mekânla bütünleşmesi gibi, insanlar da yaşadıkları mekânları dönüştürür ve bu mekânlarla bütünleşir. Mekân, insanın yalnızca içinde bulunduğu bir alan değil, aynı zamanda bireyin varoluşsal ve duygusal bağlar kurduğu bir olgudur. Bu doğrultuda çalışmalarım ve araştırmalarım sonucu teknik olarak üretim sürecim değişiyor. Genellikle izleyicinin esere dahil olacağı işler üretmeyi tercih ediyorum. Geleneksel olanı çağdaş sanata aktarırken yeni medyadan ve biyolojik yapılardan faydalanıyorum.

Gelecek projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Son üretimlerimde ise sürdürülebilirlik perspektifinden yola çıkarak, tekstil ve sanat alanında biyomateryallerin önemine dikkat çekiyor; özellikle SCOBY (Simbiotic Colony of Bacterias and Yeasts) ve mantar gibi biyolojik yapıların potansiyelini araştırıyorum. Kendimi bir “yüzey araştırmacısı” olarak tanımlıyor ve doğayla kurduğum dengeyi yalnızca estetik bir tercih değil, aynı zamanda etik bir sorumluluk olarak görüyorum. Bu sentez yaklaşımı, ekolojik bilinçle estetik değerleri bir araya getirerek resim, tekstil ve biyolojik-ekolojik disiplinler arasında özgün bir sanatsal dil yaratmayı, aynı zamanda farklı biyolojik materyal araştırmalarıyla litaratüre katkı sağlamayı planlıyorum. 

Geleneksel olanı disiplinlerarası çalışmalarla hem kavramsal hem teknik olarak çalışmalarıma taşımayı devam edeceğim.

Ege Subaşı, Flow, Tuval üzerine yağlı boya, 2022

Sergideki çalışmanızı anlatabilir misiniz?

Ege Subaşı: Sergide “Flow” ve “Undefined” çalışmalarım yer alıyor. İki resim de hayatımın farklı dönemlerinde yapılmış eserler. “Undefined” çalışmam üniversite mezuniyetimin hemen ardından yaptığım bir çalışmaydı. 22 yaşında bir gencin yaşadığı belirsizlik, umut ve endişe gibi farklı duyguların birbiriyle temas etmesiyle ortaya çıktı. Gelecek kaygısı ve endişelerin, aynı zamanda da umutlu bir bekleyiş ve heyecana sebep olması, resimde kullanılan renk paletindeki pembe tonların açıktan koyuya doğru olan hareketine bir referans olarak düşünülebilinir.

“Flow” ise içinde büyük ölçüde umut etme dürtüsünü barındıran bir eser. Kullanılan renk paleti ve figürün konumlandırılması dolayısıyla izleyene uzun bir zaman sonra alınan ilk derin nefes hissini yarattığını düşünüyorum. Hayatın akışına güvenmenin kişiye getirebileceği rahatlama hissini, mavi tonlarında palet kullanımıyla daha da vurgulamaya çalıştım. Tıpkı gökyüzü ve denizin maviliğinin hissettirdiği gibi, hayatın akışına umutla bakmanın da benzer bir huzur verdiği düşünüyorum.

Bütün bunların yanında resimlerimde görülen muğlak ve bulanık imgeler, şeylerin geçiciliği ve muğlaklığın bir anda netleşmeyeceği gerçeği ile de izleyenin önünde belirmekte.

Eseriniz tema ile nasıl bir ilişki kuruyor?

Her iki eser de renk paleti ve ele aldığım kavramlar itibarıyla içinde “pembe bir umut” taşıyor. Resimlerimin kavramsal temelini oluşturan belirsizlik ve muğlaklık, sergide sıklıkla ele alınan umut etme eylemiyle dirsek teması hâlinde. Benim bakış açıma göre umut kavramı, doğası gereği içinde bir parça da olsa muğlaklık barındırıyor. Umut ederiz. Hayal kurarız. Umarız. Ama hiçbir umudumuzun gerçekleşeceğine kesinlikle yaklaşamayız.

Resimlerimde görülen muğlak imgeler, kullandığım renk paletiyle de birleşince sergide bahsedilen pembe bulutlu bir ütopya arayışının başlangıcı olarak değerlendirilebilir.

Genel üretim pratiğiniz ve ilham noktalarınız neler?

Eserlerimi; öz farkındalık ve benlik kavramları üzerine temellendirerek, insan ruhundaki varoluşsal parçaları aramaya ve sorgulamaya çalışıyorum. Pratiğimin çok büyük bir kısmı ruhum hakkındaki merakım etrafında, nasıl hissettiğime ve bu hislerin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmakla şekilleniyor. Bu arayışı tanımlamak için sıklıkla “Sis Perdesi” metaforunu kullanıyorum. Bu metafor ile insan ruhundaki belirsizlik ve muğlaklık durumunun benliğin üzerine sis perdesi gibi çöktüğünü vurgulamaya çalışıyorum. İnsan ruhundaki muğlaklığın sebebinin bireyin kendine yabancılaşmasından kaynaklanabileceğini düşünüyorum. Bu

yabancılaşmanın da etkisi ile resimlerimdeki imgeler, tıpkı zihnimizdeki gibi, bulanık ve silik.

Gelecek projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

2025 yılı benim için heyecanlı başladı. İstanbul’dan Montenegro’ya yerleştim. Bu süreçte burada atölyemi kurmak öncelikli amacım. Ardından Montenegro, Türkiye ve farklı ülkelerde yer alacağım sergi ve projelere sabırsızlıkla hazırlanıyor olacağım. Eylül ayında La Maison de BARBARA Residence Programına konuk sanatçı olarak katılacağım. Bu dönemin benim

için oldukça keyifli bir süreç olacağına inanıyorum. Bundan sonraki sanat hayatımda kendimi ve sanatımı daha da zenginleştirmek için farklı bakış açıları ve kültürlerden sıklıkla faydalanmayı umuyorum.

Sergideki çalışmanızı anlatabilir misiniz?

Alla Güner: Bu kaotik dünyada geleceği tahmin edemeden bir sanatçı olarak en zor durumda bile umut etmekten vazgeçmemek gerektiğini hepimize hatırlatmak isterim. 2022 yılında Ukrayna’da savaş başlayınca Contemporary İstanbul ve diğer Ukraynalı sanatçılarla birlikte bir yardım sergisi düzenledik, “Umut” serim de böyle oluştu. Sonra Hatay yaşanan deprem , Gazze’de tüm olaylar bana bir “Umut” serisi sürdürmeyi düşündürüyor.

Eseriniz tema ile nasıl bir ilişki kuruyor?

Bu serginin konsepti, bir sanatçı olarak benim vizyonum ve vermek istediğim mesajla tamamen örtüştüğü için “Pembe Bulutların Üstünde” sergisine davet edilmekten onur duydum. Herkesin mutlu olduğu ve daha iyi bir gelecek için umut dolu olduğu ütopik bir dünya yaratmak istiyorum.

Genel üretim pratiğiniz ve ilham noktalarınız neler?

Bu çalışmamda “umut” benim için ne anlama geldiğini en iyi şekilde aktarabilmek için renklere daha çok odaklandım. Aynı zamanda medium olarak klasik yağlıboyayı kullanarak hayatımızda bazen şeyler değişmemesi gerektiği mesajını vermek istedim.

Gelecek projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Şu anda şehirlerin su noktaları ve su haritaları kullanarak su tüketimi araştırmaları yapıyorum. Ayrıca su veya su sakinlerinin ses kayıtlarını alıp Aİ veya Photoshop programında düzenliyorum. Galerinin yönlendirmesiyle en iyi şekilde sergilemeyi planlıyoruz.