.

Öykülerde Kadın İşçilerin İzleri

Aysun Kara

Kadın işçilerin yer aldığı öykülere baktığımızda genel anlamda gündelikçi, bakıcı, temizlikçi, terzi, ev içi hizmetinde çalışan kadınların yer aldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu meslek gruplarındaki kadın işçilerin sorunlarının öykülerde işlendiğini söyleyebiliriz. Sık karşılaşılan alanlardaki çalışan kadınların öyküleriyle birlikte eğlence sektöründe çalışan kimi zaman görmezden gelinen kadın işçilerden de birkaç örnekle söz etmeye çalışacağım.

Zaman dizimsel bir sıralama yapacak olursak Sait Faik’in, Yaşar Kemal’in, Necati Cumalı’nın, öykülerinde kadın işçilerle karşılaşıyoruz. Yaşar Kemal’in 1952 yılında yayımlanan Sarı Sıcak adlı öykü kitabındaki “Bebek” öyküsünde, tarlada doğum yaptıktan birkaç gün sonra ölen Zala unutulmaz bir örnektir. Yine bu kitapta çeltik tarlasında, harmanda çalışan kadın işçiler hemen her öyküde karşımıza çıkar.

Yaşar Kemal’in Çukurova’daki işçi kadınları anlattığı yıllarda, Sait Faik de 1951’de yayımlanan Havada Bulut adlı öykü kitabındaki “Havada Bulut,” “Yorgiya’nın Mahallesi” öykülerinde İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayan işçi, figüran ve terzi kadınlardan söz açar. “Eleni ve Katina” öyküsünde, Katina’yı pasta imal edilen bir yerde başında kukuleta, üzerinde kirli bir önlükle öyküye alır. Sait Faik’in öykülerindeki işçi kadınlar yoksul, çalışmak zorunda olan kadınlardır.

Sabahattin Ali 1937’de “Hanende Melek” öyküsüyle kadın emeğini, eğlence sektöründeki bir kadının hayatından kesitle öyküsünde merkeze oturtur ki buna ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.

Melek bir kahvede birkaç kişilik saz heyetiyle şarkı söyleyen bir kadındır. Öykü davavekili Hüseyin Avni’nin, Melek’in söylediği içli şarkılarla içip sarhoş olduğu bir gece kahvede yaşanan gerilim üzerine kurulmuştur. Melek’e sarkıntılık eden adam, garsonlar tarafından dövülerek dışarı atılır. Kadın programı bitince dışarıda çamurların içinde yatan Hüseyin Avni’ye ve onu kaldırmaya çalışan küçük kızına acır. Garsonların yardımıyla adamı evine götürürler. Evdeki sefalet, karısının Melek’e düşmanca bakışları, korkan çocuklar can sıkıcıdır. Melek Hüseyin Avni’nin karısına iki bilezik ve bir çift küpeyi, “Bunlar sizin olacak,” diyerek verir. Tam çıkıyorken gözü küçük kıza takılır. O gün aldığı gündeliği ve çantasındaki bütün parasını kıza bırakıp handaki odasına döner. Yazar, Melek’in kimliği ve yaşantısı hakkında doğrudan bir şey söylemez. Öyküde Melek’i kadın işçi olarak görmeye niyet edersek davranışının profesyonelce olmadığını fark ederiz. Melek hem bedenen hem de ekonomik olarak sömürülmekle beraber o yağmurlu gecede bir taraftan da duygusal bir sömürüye uğramıştır.

Nezihe Meriç 1953 yılında yayımlanan ilk kitabı Bozbulanık’dan başlayarak kadının ev içi emeğini öykülerinde ağırlıkla işlemiş bir yazardır. Meriç’in öykülerinde bildik anlamda “kadın işçiler”le karşılaşmayız. Genellikle orta sınıf kadınları anlatır. Kadının zihni, gün boyu yapılacak alışveriş, pişirilecek yemek, çarşaflar, ütü, çocukların okulları gibi meselelerle meşguldür. Kadının kendisine ait parası ve zamanı yoktur. Ev içi işlerin sorumluluğu açısından erkek figürü belli belirsizdir. Ev içi emek, kadının dışarıda çalışıp çalışmamasından bağımsız olarak kadına yüklenen, güvencesiz, iş tanımı ve sınırları olmayan, karşılıksız, ömür boyu sürecek ağır bir işçiliktir. Nezihe Meriç birçok öyküsünde farklı biçimlerde bunun izini sürer. Onun söyleyişiyle “mutbak” kadının ev içi emeğinin temsilidir. Erken dönemde kadını ve ev içi emeğini öykülerinde görünür kılmıştır.

1970’lere geldiğimizde işçi kadınlardan söz eden öyküleri Füruzan’dan okuruz. Füruzan’ın Kuşatma adlı kitabındaki “Kırlangıç Balıkları” öyküsünde bisküvi fabrikasında çalışan, çocuğuyla birlikte yaşayan genç kadının para kazanmak için bir balıkçıyla birlikte olmaya kalkması anlatılır. Kadın öylesine yoksuldur ki çalıştığı fabrikadan çaldığı iki bisküviyi her akşam koynunda eve, çocuğuna getirir. Kadın düşük ücretle çalışmaktadır üstelik her an kendi yerine işe girecek daha genç işçi kadınların varlığını bir tehdit olarak görmektedir.

Feyza Hepçilingirler’in 1981 yılında yayımlanan Sabah Yolcuları adlı kitabında da kadın işçileri konu alan öyküler ağırlıklıdır. “Fava,” “Dikenli Terlikler,” “Sızı Sancı Her Gece” isimli öyküler bunlardan birkaçıdır. Fava öyküsünde zeytin toplayarak çocuğuyla birlikte geçimini sağlayan kadın anlatılır. Burada da güvencesiz ve düşük ücretle çalışan bir karakterdir öykü kişisi. Kadın işçilerin çocuklarının bakım sorunu bu öyküde karşımıza çıkar.

“Sızı Sancı Her Gece” adlı öyküdeyse hem evde hem de dışarıda çalışmak zorunda olan kadının sıkışmışlığına ışık düşürür yazar. Bu öyküde evlilik içi cinsel sömürü diyebileceğimiz bir durumu da görünür kılar. Öykü karakteri defalarca kürtaj olmuştur ve kürtajın neredeyse bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanıldığını görürüz. Diğer her türlü mesele gibi bunun da yükünü kadın tek başına taşır.

Hulki Aktunç’un 1976 yılında yayımlanan Gidenler Dönmeyenler adlı kitabındaki “Evli Evinde” öyküsü, “Ebe Hemşire Güzin (İğneci) evlere gidilir,” cümlesiyle açılır. Güzin uzun yıllar büyükşehirde hastanede çalışmış, emekli olunca kocasıyla birlikte kasabaya taşınmıştır. Öykünün merkezinde köyleri, kasabaları ambulansla ziyaret edip kadınlara doğum kontrolü için spiral takan sağlık ekibi vardır. Güzin bu durumdan rahatsızdır. Kazancına aynı zamanda varlığına bir tehdit olarak görür bu durumu. Bunlar doğurmazsa ben ne yiyip içeceğim, diye düşünür. Üstelik kocasının da yanında çalıştığı kasabanın zenginleri gelinlerini doğum için büyük şehirdeki hastaneye göndermektedir. İğneci Güzin geçmişi anımsarken iğne yapmak için çağrıldığı evlerde erkeklerin pervasızca soyunmaları aklından geçer. Aklından geçer ama bunu taciz olarak da algılamaz sanki. Güzin’in iç hesaplaşması, kararsızlıkları ve korkularıyla sürer öykü.

Öyküde, ülkenin 1980’lere doğru değişen ekonomik ve toplumsal manzarasından bir kesit sunmuştur Aktunç. Kadının çalışırken tacizi tam tanımlayamaması, işini tehdit altında görmesi üstelik de kadınlığın en özel durumlarına tanık olan bir kadının zihnini ortaya sermesi öyküyü ilginç hale getirmektedir.

Hulki Aktunç’un 1989’da yayımlanan Bir Yer Göstericinin Hayatı adlı öykü kitabında aynı adlı öykü Madam Krista’nın ölümüyle açılır. Öykünün anlatıcısı Seyfi, Madam Krista’dan oldukça gençtir. Seyfi, Madam Krista’nın iş arkadaşı ve aynı zamanda da sevgilisidir. Onun anlatımından Hulki Aktunç, Madam Krista’nın yaşamına ve ilginç mesleğine ışık tutar. Sinemaların toplum yaşantısında önemli yer tuttuğu 1970’lerin başlarında Madam Krista sinemada yer göstericidir. Hayatını film haftalarına göre bölmüştür. Özgürlüğüne düşkün, ekonomik olarak bağımsız ama yoksul bir kadındır. Çeşitli biçimlerde tacize uğrar. Seyit’in evlenmek istemesine rağmen evlenmeyi kabul etmez. Krista’nın ölümüyle ülkede ufak ufak hissedilen değişim hızlanır. Beyoğlu’ndaki sinemaların yerini Şehzadebaşı’ndaki sinemalar alır. Sinemaya gelenler de koşullar da farklılaşmıştır. Öykünün sonunda da “Artık hiçbir kadın yer göstermeyecek,” der Seyfi. Madam Krista ekonomik özgürlüğünü zorlukla sağlayabilen buna karşılık tek başına ayakta duran bir kadın işçidir.

Mehmet Baydur’un Gözün Kahverengi Suyu adlı öykü kitabında yer alan, 1992 yılında yazılmış “Tarzan” öyküsünde Aynur gezici sirkte çalışan bir kadındır. Hayvanları doyurur, bakımlarını yapar, çamaşır yıkar, at sırtında gösteriye çıkar. İş tanımı yoktur. Sirk bir işyeri olmasına rağmen toplumsal cinsiyet rollerine uygun bir iş bölümü yapıldığını söylemek mümkündür. Aynur, çalışma arkadaşı iki adamla kendi rızasıyla birlikte olur. “Tarzan,” Mehmet Baydur’un  eğlence sektöründe çalışan sıra dışı bir kadın karakterin cinsel özgürlüğünü abartısız bir anlatımla ortaya koyduğu bir öyküdür.

1990’lardan sonra kadın işçilerin öykülerde daha az varlık gösterdiğini söyleyebiliriz. Edebiyatta bireysel konuların, iç hesaplaşmaların anlatıldığı öyküler ağırlık kazanır. Bu durum günümüzde de sürmekle beraber kadın işçilerden söz açan öyküler vardır yine de.

Jale Sancak’ın 2020’de yayımlanan Tanrı Kent adlı kitabında yer alan “Kulaksız” adlı öykünün mekânı, Okmeydanı yakınlarında, Hacıhüsrev’e komşu bir yokuştur. Giresunlularla Rizelilerin yaşadığı mahallede iki grup arasında çekişme vardır. Mahallenin muhafazakâr yapısını, kadınların “Her ezanda işi bırakmalarıyla” anlarız. Öykünün ana karakteri Nuray mahalledeki kadınların boncuk, payet işlediği şifon bluzları Laleli’ye götürür. Bluzları sayıp ağır torbaları yüklenir. Nuray’ın iç konuşmalarından “Tekstil sektörü gene krizde,” cümlesiyle ödemelerin düzenli olamadığını anlarız. Değişen dönemle göç alan büyük şehirlerde, siyaset yoluyla güç sahibi olmanın belirginleştiği günümüze ışık düşürür öykü. Öyküde Nuray’ın başına buyruk olduğunun altı birkaç defa çizilir. Nuray babasının ve çevresinin telkiniyle “kapanmak” kapanmamak arasında kalmış genç bir kadındır. Sancak bu öyküde değişen Türkiye manzarasında yoksul kadınların emeğinin yine sömürüldüğünü ama farklı meseleleri de olduğunun altını çizer. 2020 yılına geldiğimizde, işçi kadınların muhafazakârlık, siyasetin kirli güç ilişkileri, şehre uyum sağlamakta zorlanan kesimlerin içine çekilip daha da muhafazakârlaşması gibi sorunları vardır ama değişmeyen belki de tek şey halen emeklerinin karşılığını alamamaları ve güvencesiz çalışmalarıdır.