Ekin Türkantos
Yazar Richard Powers, Pulitzer Kurgu Ödülü kazanan kitabı Her Şeyin Hikâyesi’nde bizden sonra da burada olacak ağaçları anlatıyor. Yeraltında büyüyen kökleri, yeryüzüne uzanan gövdeleri ile ağaçlar, bilim ve edebiyatın odak noktasında.
Amerikan edebiyatının popüler isimlerinden Richard Powers’ın 2019’da Pulitzer Ödülü kazanan kitabı Her Şeyin Hikâyesi, İthaki etiketiyle Türk okuyucusuyla da buluştu.
Hepimizin ağaçla kurduğu ilişki, ondan öğrendiklerimiz, aile ağacımız, tohumdan yeşerttiklerimiz olduğu gibi yeşertirken bozduklarımız, güçlü doğa karşısında şaşkınlığımız, bir ömür çocuk yetiştirir gibi göz kulak olduklarımız ve bizden sonra da orada olacaklarını bildiğimiz o güzelim ağaçlar, kitabın ana damarını oluşturuyor. Eminim bu kitabın yazılmasına ve basılmasına en çok ağaçlar sevinmiştir. Ve ağaçlara aşık olanlar, el ele verip onları koruyanlar…
Farklı mecralarda yılın en iyi kitapları arasında gösterilen Her Şeyin Hikâyesi, “Kökler”, “Gövde”, “Dallar” ve “Tohumlar” olarak bölümlere ayrılıyor.
Kitap, ağaçlardan hayat bulsa da eksenine öncelikle bilimi, edebiyatı, coğrafyayı, sanatı ve doğayı koyuyor ve bu bütünlük ortaya muazzam bir ahenk çıkartıyor. Doğaya bu kadar incelikli yaklaşan, doğamızı bu kadar net ortaya koyan yazar, kök salmanın bilim ve edebi yönünü irdeliyor.
Nasıl ki ağaçlar birbiriyle kökleri aracılığıyla haberleşiyorsa evren de bizimle öyle titreşiyor.
Kök salarken başka canlıların kökünü kazımanın nelere mal olabileceği, doğa olmadan türümüzü geliştirebilmenin imkansızlığı, tüketen insanların hırsları karşısında ağaçların şefkatini duyabilenlerin hikâyesi, yazarın kalemiyle çok etkileyici bir hale bürünüyor. Yıllar önce bir Balkan geleneği olarak köylü kadınların bir ağacın etrafında el ele tutuştuğu bir fotoğraf görmüş ve çok etkilenmiştim. Ağacı bahara hazırlamak için cesaretlendirdikleri yazıyordu. Onların da sevgiyle hareket ettiklerini, bir ağaca sarıldığımızda yaydıkları enerjiyle bizi sakinleştirdiklerini, hep orada olacaklarına dair güven verdiklerini ve sallanan dallarıyla esnek olmanın kırılmamanın birinci kuralı olduğunu öğrenmemi sağlamıştı. Bu kitap da zihnimi açan bir çok soru ile dolu. Bu yönüyle de ağaçlara ilgi duyan insanlar için bir baş yapıt desem abartmış olmam. Çünkü ağaçları onun gibi ele alan birine rastlamadım. Sanırım bunda yazar Powers’ın fizik eğitimi alıp sonra edebiyata yönelmesinin payı büyük. Üniversite eğitimi alırken bir yandan bilgisayar programcılığı yapan yazar, bilim konulu romanlar yazmayı seviyor ve bu ilgisi edebiyatla birleşince konuyu oldukça ilgi çekici hale getiriyor.
Her Şeyin Hikâyesi, doğadan sanal aleme uzanan bir yapıda…
Kitabın başrolünde hep ağaçlar var ve onların yanından geçen insanlar, hayatı besleyen olaylar, farklı yaşamlar, minik tomurcuklar, yağmur sesi, değerli taşlar, bilgisayar oyunları, şirketler… Kitaptan bahsetmişken çevirmeni Kıvanç Güney’i de anmadan geçmeyelim, özgün çevirisiyle berrak akan bir su gibi okumamızı sağlıyor. Bu yönüyle kalbinize dokunacağına eminim.
AĞAÇLARLA İLK BULUŞMA: KÖKLER
Kitap “kökler” ile başlıyor… Batıdaki şehrin bir parkında sırtını çama yaslamış bir kadının kulakları en düşük frekansla uyumlanıyor ve ağaç onunla konuşmaya başlıyor.
“Güneş ve su, sonsuza kadar cevaplanmayı hak eden sorulardır” diyor; “iyi bir cevap tekrar tekrar sıfırdan yaratılmalıdır.” Mesajlar birer tohum gibi etrafına yağıyor; “İnsanların sorunu bu, kök sorunu. Hayat yanlarından akıp gider, görmezler.” Ardından canlı ağaçlar sesleniyor; “Zihnin birazcık daha yeşil bir şey olsa, seni anlama boğardık.” Yaslandığı çam sözü alıyor; “Dinle. Duyman gereken bir şey var.”
DOĞAYI VE DOĞANIZI TANIMAK İÇİ SORULAR
Yazar, “Doğanın sırlarını öğreneceksen başkalarından daha insancıl davranmalısın” diyerek bir kestane ağacıyla hikayesini anlatıyor Nicholas Hoel’in. Çiftçilerin “korucu ağaç” dedikleri kestane ağacı birer simgeye dönerken, aileler o ağacı görmeye gidiyor. Ağacın fotoğraflarını çekmek ise bir ritüel haline geliyor. Benim gibi, ağaçları farklı mevsimlerde fotoğraflamayı seven biriyseniz ve sizin de kendi yetiştirdiğiniz dışında bir yerde gönül bağı kurduğunuz ve ziyaret ettiğiniz bir ağaç varsa, kitap sizi daha ilk sayfalarından müthiş saracak. Kökler bölümünde hikayesi anlatılanların içinde en dikkatimi çeken Patricia Westerford oluyor. Çünkü babası ona hayatı dikkat çeken sorularla yapıyor; “Hangisi daha çoktur: Samanyolu’ndaki yıldızlar mı yoksa tek bir mısır yaprağındaki kloroplastlar mı? Hangi ağaçlar yapraklanmadan önce, hangileri yapraklandıktan sonra çiçek verir? Ağaçların tepelerindeki yapraklar neden çoğu zaman alt taraftakilerden daha küçüktür? Bir kayın ağacının yüz yirminci santimine adını kazısan, ismin yarım asır sonra hangi yükseklikte olur?” Patty bu son sorunun cevabına bayılıyor: Yüz yirmi santim. Kayın ağacı ne kadar büyürse büyüsün, hep yüz yirmi santim… Kitap bu gibi ilgi çekici bilgilerle de okuyucunun ilgisini topluyor. Mesela insanların ağaçlara dönüştüğü hikâyeleri de hatırlatıyor. Ormana gelen ilk insanların sözlerini kullanarak maziye sesleniyor. “Uzun yaşayan. Buradayım. Aşağıda. Sepetler ve kutular için sana teşekkür ederim. Pelerinler, şapkalar ve etekler için teşekkür ederim. Beşikler için teşekkür ederim. Karyolalar için. Bebek bezleri için. Kanolar için. Kürekler, zıpkınlar ve ağlar için. Çürümeye dayanıklı çatı kaplama malzemeleri için. Kolayca yanan çıralar için… Araç gereçler için, sandıklar ve yer döşemeleri için. Giysi dolapları, lambriler ve adını sayamadığım her şey için… Özür dileriz. Tekrardan büyümenin senin için ne kadar zor olduğunu bilemezdik” diyerek bir ağaca minnet etmemiz gereken ne varsa sıralıyor. Kitap ilerledikçe, gövde, dallar ve tohumlarla birlikte ritmi de başka bir yöne gidiyor. Şirketler, sosyal sorumluluk adı altında gerçekleşen doğa etkinlikleri ve bilgisayar oyunları… Bir bilim kurgu filminin içinde gibi geçen sayfalar arasında kendi doğamızdan ne kadar uzaklaştırıldığımızı düşünürken kitap bittiğindeyse kendi adıma hala eli toprağa değen, mevsimlerin farkında olan, eken, yaşam döngüsüne saygılı, olan bitenlerin farkında biri olarak kitaptaki sesi ben de hissediyorum; “Bahçendeki ağaçla sen aynı atadan geliyorsun.”