.

Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım; Napoli Romanları’nda Tekinsiz’in İzleri

Cansu Turan

Ve hiçbir zaman inanmadım

Hayallerin ve kelimelerin çokluğunun boş olduğuna

Seni Sevdiğim Şehir (Li Young Lee)

İkisi de 1944 yılının ağustos ayında, Napoli’de dünyaya gelmiş Raffaella Cerullo ve Elena Greaco’nun arkadaşlık hikâyesini aktaran dört kitaptan oluşan bir anlatı Napoli Romanları. Arkadaşlar bu isimlerinden ziyade Lina ve Lenu olarak bilinirler. Lina, sadece Lenu tarafından Lila olarak çağrılır. Arkadaşına Lila dışında bir isimle hitap ederse aralarında bir sorun olduğuna dair bir anlam çıkacak kadar Lila, Lenu’ya özgüdür, Lenu içindir.

Arkadaşlıkları bir oyun sırasında Lila’nın, Lenu’ya ait olan oyuncak bebek Tina’yı mazgala atması ile başlar; Lenu da buna karşılık verir, o da Lila’nın bebeği olan Nu’yu mazgala atar. Lenu altı yaşındayken kendisine Lila’yı seçer ve bu seçimine açıklamalar getirir; “Diğer kızlarla gidersem onda bana ait olan ve bir daha asla iade etmeyeceği bir şeyi terk edecekmişim gibi hissederdim”.

“Lila ben ilkokul bire giderken hayatımda birden belirdi ve çok kötü yürekli bir kız olduğundan beni hemen etkiledi. O sınıfta hepimiz biraz kötüydük ama bunu sadece Oliviero öğretmen görmediğinde yapardık. Lila ise daima kötüydü”

Aralarında en başından atanmış olan iyi-kötü rollerini Lila da üçüncü kitapta doğrular; “biz küçüklüğümüzde bir anlaşma yaptık, acımasız olan ben oldum”

Yaklaşık 60 yıla yayılan anlatıda birbirlerine benzemeye karşı hem sonsuz bir arzu duyan hem de bundan tüm gücüyle kaçmanın yollarını arayarak ayrışmaya çalışan, tam ayrıştıklarında yeniden farklılaşmadıklarını kanıtlamak istercesine tekrar birbirlerinin hayatlarının içine geçen iki kadının Elena Ferrante tarafından yazılmış uzun arkadaşlık ve hayat öyküsü… Biz bu öyküyü Lenu’nun anlatımıyla okuyoruz.

Bu yazıda Napoli Romanları’nın gösterdiği yüzeydeki ilk temaları aktarmaya çalışarak, bu arkadaşlığın hissettirdiği dehşete yakın duyguların Freud’un 1919 yılında yazdığı “Tekinsiz” metni ile olan ilişkisine dair çıkarımlarımı paylaşacağım.

Genel Hatlar

Napoli Romanları 1950’li yıllardan başlayarak 2000’li yılların başında son bulan bir zaman diliminde geçmektedir. Kitaplarda birkaç bölümün aktarımı hariç, genel olarak olağan kronolojik sıralamayla yazılmıştır. Bu zaman diliminde Lila ve Lenu’nun arkadaşlığı ile aileleri ve mahallelerindeki kişilerin hayatlarındaki değişimler; İtalya ve Napoli’deki siyasi, ekonomik ve kültürel arka planın ayrıntılı tasviri ile sunularak etkileşim içinde resmedilmiştir.

Napoli’de büyüdükleri mahalle yoksulluğun, şiddettin, karşılıksız aşkları uğruna deliren kadınların, her an birbirine zarar vermeye yeltenebilecek erkeklerin, bol bol küfür ve kabalığın yerel lehçe ile hâkim olduğu bir mahalledir. Kız çocukları okula gider ancak şanslı olanlar ilkokuldan sonra okumaya devam edebilir. Geri kalanlar ise küçük yaşta evlilik, çocuk sahibi olma ve bir erkeğin ve onun ailesinin hâkimiyeti altında yaşam sürdürme gibi bir hayat akışını takip ederek annelerinin kaderini yaşamak zorundadır; mahalleden çıkmak zordur.

“Çocukların ve büyüklerin sıklıkla yaralandığı bir dünyada yaşıyorduk; yaralardan kan akar, iltihap toplardı; kimi zaman da ölürdü insanlar.”

Savaşlar, enkazlar, iş kazaları, salgın hastalıklar, bombalamaların sebep olduğu ölümlerle ve vahşet duygusuyla oldukça tanışık bir mahalle tasvir edilir. En güzel Noel gecelerinin, kutlamaların, doğumların, düğünlerin olduğu anlarda bile mazgallar arasında farelerin, yer altında gezinen böceklerin, kurumuş kanların, patlayan kafaların, isimsiz cinayetlerin doldurduğu sokaklarda daha iyi bir hayatın düşlerini kurmaya çalışırlar.

Lila bir kunduracının, Lenu ise belediyede çalışan bir odacının kızıdır. Lila ilkokul yıllarında son derece parlak zekâsı ile sınıfta herkesten önce okumayı öğrenmiş olması -ve bunu kendiliğinden yapması- ve Lenu ise çalışkanlığı ve disipliniyle okulun en başarılı iki öğrencisidir. Lenu’dan dinlediğimiz hikâyede Lila, hiç çabalamaya gerek duymadan edindiği başarılarının ve öğrenme yeteneğinin diğer kızlar ve erkekler tarafından kıskanılacak, ona zarar verme isteğini uyandıracak bir özellik olduğunu öne sürer. Kendisi ise hayat boyu bu gibi olumsuz duyguları üzerine çekmemek için tanıştığı tüm insanlarla ılımlı ilişkiler sürdürür, kendisini gizler.

Lila ve Lenu ilkokuldayken ellerine geçen bir parayla Küçük Kadınlar kitabını satın alırlar ve o gün ikisi de bir kitap yazma hayali kurarlar. Lila ilkokulda Mavi Peri isimli bir kitap yazar; içindeki resimlerden yazılara kadar her şeyi çok özgün olan bu yaratımı Lenu’da hayatı boyunca iz bırakır. İlkokuldan sonra ailesi ekonomik koşulları sebebiyle Lila’nın okula devam etmesini istemez. Lila sonuna kadar direnir, okumak istediği için anne-babasıyla mücadele eder, ancak bir gün ettikleri kavga o kadar çığırından çıkar ki, babası Lila’yı camdan fırlatır; o gün Lila’nın okula devam etme isteği için son çabalayışı olur. İlkokul öğretmenleri Oliviero ise Lila’yı kötü kalpliliği yüzünden gözden çıkarmıştır. Onun pleb sınıfına ait olarak kalmasını uygun görür ve tüm yatırımını Lenu üzerinde kullanır; Lenu’nun ailesiyle konuşur, okula devam etmesi için onları ikna eder. İki arkadaşın kurduğu ortak hayaldeki ilk ayrılık ortaokula geçiş döneminde yaşanır. İyi ve kötü olana dair yarılmanın ilk en görünür örneği de bu ayrılıktır; Lenu’nun hayatı Lila’nınkine göre artık umut vaat eder.

Lenu ortaokul ve liseyi de tamamladıktan sonra mahalleden tek başına ayrılır ve üniversite öğrenimi görür. Bir akademisyenle evlenerek Floransa’ya yerleşir, tanıştığı nitelikli insanlar yaşamına olumlu yön vermesinde destekler ve Lenu ünlü bir yazar olur. Lila ise mahalleden hiç çıkamaz. Çocukluk yıllarının en korkutucu sembol kişisi Don Achillie’in oğlu Stefano ile evlenir, Lenu’nun çocukluk aşkı olan Nino için evliliğini terk eder, bir süre Nino ile yaşadıktan sonra yine mahalleden çocukluk arkadaşları olan Enzo ile hayatını sürdürür. Yıllar içerisinde ayakkabı tasarımcılığı, şarküteri çalışanı, domuz eti fabrikasında işçilik, bilgi işlem uzmanlığı gibi çeşitli meslekler edinir. Her değişimi oldukça sancılıdır; sert geçişlerle ve hüzünle doludur.

Lenu başarıları konusunda hep kendisinden şüphe içindedir. Kendisinin sahip olduğu fırsatlar Lila’ya verilseydi kendisinden daha başarılı olacağını düşünür ve sanki onun hayalini çalmış gibi bir inancın gölgesiyle yaşar. Bu yüzden arkadaşına karşı ambivalans duygular taşımaktadır. Lenu için Lila hem hep yanında olmasını istediği hem de ölmesini istediği arkadaşıdır, öte yandan ona olan sevgisi hiç azalmaz. Gittiği şehirlerde, okullarda kendini kanıtlayan Lenu’nun başarıları mahalleye her gelişinde, Lila’nın yanında görünmez olur. Lenu hayatı kitaplarda ve akademide öğrenirken Lila hiç çıkamadığı mahalledeki insan ilişkileri içinde mücadele etmeyi öğrenmiştir. Bu farklılıklar Lenu için hem kendine güvensizliğin kaynağını oluşturur hem de daha ileriye gitmesi için itici bir güç verir.

Arkadaşlıkları süresince seçimleri, yaşamları farklı yönlere gitse de Lenu kendisi için hep Lila’nın gözlerini referans alır. Lila’nın kendisinden çok daha başarılı olacağı inancına rağmen/bu inançla birlikte yeniden okula dönmesi ve onun da mahalleden çıkabilmesi için uğraşır. Arkadaşının hayatına destek olmak istemekle birlikte aslında onsuz var olmanın, başarmanın, onunla rekabet etmeden kazanılan savaşların sanki kendisi için bir önemi olmadığı duygusunu taşır. “Onun gölgesinde kalmak ve böylece kendini güvende ve güçlü hissetmek” isteğini açıkça ortaya koyar.

“Birimizin beyninin içindeki çılgın seslerin bir diğerimizin beyninin çılgın seslerinin arasında yankılandığını duymak için…”

Okurken bu iki arkadaşın acaba aynı kişi mi olduğu sorusu başka okuyucuların da düşüncesine ilişmiştir. Bu aynı olma durumu, ikizlik metaforu üzerinden Sigmund Freud’un 1919’da yayınlanan “Tekinsiz” makalesindeki motifler ve öğeler üzerinden düşünmeyi mümkün kılmıştır. Hikâyenin iki kadının değil, aslında Lenu’nun büyüme hikayesi olduğu üzerinden düşündürmüştür.

Tekinsiz Olanın Ne Olduğu

Freud “Tekinsiz” makalesinde; çoğunlukla korku uyandırıcı olanla örtüştürülen bu kavramın yabancı/bilinmez olana karşı hissedildiği görüşünü araştırmak için kelimenin Almanca karşılığı olan unheimlich’i irdelemiştir. Bunun için yola öncelikle heimlich’i açıklayarak çıkar. Heimlich’in ifade ettiği ev, ev gibi rahat, yabancı olmayan, tanıdık, samimi, güven veren, dört duvar arasında sıcak bir yuvanın uyandırdığı gibi insana iyi gelen bir huzur ve kesin korunma duygusu vb. anlamlarıyla yetinmez çünkü heimlich’i sadece bu şekilde tanımlamak unheimlich’i neyin tekinsiz yaptığına dair tartışmayı gerektirir. Bu tartışmayı da iki kavramın birbirinin tersine çevrilebilir olmaması sebebiyle yürütmüştür. Yani der ki, tanıdık ve bilindik olmayan her şey insanda korku/dehşet salınımlarını hissettirmiyorsa, tekinsizi bir yabancıdan ayıran başka bir şey olmalıdır. Heimlich’i irdeledikçe başkaları öğrenmesin diye, onlardan gizlemek için saklı/gizli tutulan ve bir şeyin esasını anlamakla ilgili olarak nüfuz edilemez, kapalı, ketumanlamlarını da taşıdığını görmektedir ve savını öne sürer; “Tekinsiz, dehşet verici olanın öteden beri bilinenden, çoktandır aşina olunandan kaynaklanan türüdür; yeni ya da yabancı bir şey değil, tersine ruhsal yaşamın öteden beri aşina olduğu bir şey olup, bastırma sonucunda ruhsal yaşama yabancılaşmıştır.”  Freud insanlarda neyin tekinsizlik duygusu yarattığını açıklamak içinse metninde fantastik masallara ve masallardaki öğelere başvurmuştur. Masal dünyasında okuyucuyu gerçek bir kişi mi yoksa otomat mı olduğu konusunda şüpheye düşüren figürleri/oyuncak bebekleri, düşünsel açıdan akılcı kavrayışlarla üstesinden gelinemeyecek belirsizlikleri, kasıtsız yinelemeleri ele almıştır. Masal dünyasındaki öğelere ek olarak gerçek hayatta rastlayabildiğimiz ‘düşüncelerin her şeye kadirliği’ ve nazar korkusu gibi batıl inançları da tartışmıştır. Nazar korkusunu; bir kişinin değerli ama dayanıksız bir şeye sahip olduğunda o kişiye karşı hissedilebilecek haset duygusundan kaynaklandığını, bu sebeple durum tersine çevrildiğinde kendisine karşı hissedilebileceğini bildiği bu içeriğin kendisini korkuttuğunu öne sürer.  Bir diğer deyişle kişinin bu duyguyu en çok kendisinden bildiğini ancak ötekine yansıttığını belirtir. Bununla birlikte zarar vermeye yönelik bir gizli niyetten korkulduğunu ve birtakım belirtiler üzerinden o niyetin gücü de olduğu varsayıldığını öne sürer.

Nazarla ilgili haset açıklamasından yola çıkarak kişinin bilinçdışında taşıdığı -yani aslında aşina olduğu-, bilince (henüz) çıkmamış olumsuz olanı karşısındakine yansıtıp bir korku unsuruna dönüştürdüğünü akılda tutarak, Lenu’dan dinlediğimiz hikâyede kendisinin Lila’ya karşı hissettiklerinde tam da bu korkularla savaştığı hatta bu korkulara yenik düştüğü izlerini kolayca yakalayabiliriz. Hem yaşamlarını sürdürdükleri mahalleye dair bazı öğeler, hem de iki arkadaşın ilişkilerinde hissettikleri bu gibi tekinsiz duygulara dair aktarımlar oldukça fazladır.

Bu uzun anlatıda tekinsizlik uyandıranlar hiç bilinmeyen bir yerden gelmemektedir; en az insanın kendi kişisel tarihiyle aynı yaştadır, hep oradadır sadece bastırılmış olandır. 

Elena Ferrante

İkizlik Motifi

Freud makalesinde ikizlik görünümünün tekinsizliğe işaret ettiğini savunur ve şu şekilde tanımlar: “Tüm dereceleriyle ve biçimleriyle ikizlik durumu, yani aynı görünmelerinden ötürü özdeş olarak görünmeleri gereken kişilerin ortaya çıkması. Ruhsal süreçlerin o kişilerin birinden diğerine sıçramasıyla (biz buna telepati deriz) ikizlik ilişkisinin pekiştirilmesi, öyle ki biri diğerinin bilgisine, duygusuna, yaşadıklarına ortak olur. Başka bir kişiyle özdeşleşme, öyle ki kişi kendisinden kuşkuya düşer ya da ötekinin egosunu kendi egosu yerine koyar, yani çifte benlik, benlik bölünmesi, benlik değiş tokuşu. Ve son olarak aynı şeyin sürekli yinelendiğini, aynı yüz hatlarının, karakterlerin, yazgıların, suçların, hatta aynı adların ardışık birkaç nesil boyunca tekrarlanması.”

Lenu ve Lila’nın hikâyesinde ikizliğe, ortak kadere dair çokça anlatı vardır. Lenu’nun çocukluk yıllarında âşık olduğu Nino; ilk yetişkinlik yıllarında Lila’nın sevgilisi olur, daha sonra ise tekrar Lenu’nun kalbine girer. İkisi de eşlerini farklı zamanlarda bu ortak kişi için terk etmiştir. Lila’nın yazar olma hayalini ilerleyen yıllarda Lenu yaşar. Lenu’nun Lila tarafından kaybedilen oyuncak bebeğinin ismi Tina’dır, Lila yıllar önce kaybettiği bu oyuncak bebeğin ismini kendi kızına verir ve kendi kızı da sonsuza kadar kaybolur; hiçbir ize rastlanmaz (Yazar bu kaybolma olayında Tina’nın aslında Lenu’nun kızı sanıldığı için kaçırıldığına dair bir soru işareti ortaya atar ancak bunun cevabını açık bırakır).   

Lenu kendi yaşantısına uyguladığı sansürle, kendisine yakıştıramadığı tüm olumlu ve olumsuz içerikleri Lila’ya atfetmiştir. Lila’nın etrafındaki kadınlardan ve erkeklerden korkmaması, başladığı her işte tüm iddiası ve tutkusuyla kendisini ortaya koyması, hata yapma ihtimaline rağmen ilerlemesi, kıvrak zekasıyla hızlıca alabildiği manevralar ve her şeyi her an değiştirebilme gücü Lenu’nun gözünde Lila’yı kendiliğinden tümgüçlü ve korkutucu kılmaktadır. Lenu ise yaşamı boyunca attığı adımlarda kendisine aslında hiç güvenmez; başarıları kendisine bile şaşırtıcı gelir, başkalarının/yakınlarının onayına ihtiyaç duymaktadır. Girdiği farklı çevrelerde yaptığı işler ve fikirleri desteklense de en çok Lila’nın adil ve keskin görüşlerini önemsemektedir.

Freud ikizlik tasarımının birincil narsisizm döneminde yaşama dair bir güvence olarak ortaya çıktığını ancak bu dönem aşıldıktan sonra kişinin gelişen özeleştiri yoluyla egonun istenmeyen içeriği ikize yansıtarak ikizin tasarımını değiştirdiğini; böylece ikizin yaşamın güvencesi olmaktan çıkarak ölümün habercisi olduğunu belirtmiştir; ikiz figürünün kişinin yazgısında henüz gerçekleşmemiş ama fantezinin hâlâ vazgeçmek istemediği şeyler ile dışsal koşulların uygunsuzluğu nedeniyle bastırılmış bütün istemli kararların da dahil edildiği bir yönüne/işlevine değinmiştir (s.44-45). İkinci kitap olan Yeni Soyadının Hikâyesi’nde Lenu, ‘ben öyle bir büyütülmüştüm ki eğer bir konuda hata yapmış olsam kendimi asla bağışlamazdım’ der; kendisine bir konuda yanlış yapma hakkını tanımaz. Bu cümleyi kurduğu akışta Lila, evli olduğu Stefano’yu Nino için terk etme hazırlığındadır. Oysa Nino’dan en başından itibaren Lenu hoşlanmaktadır. Lila’nın evli olması -her ne kadar girdiği her ortamda kendisine hayran bıraktıran bir yanı olsa da- Lenu’nun onu tam bir rakip olarak görmesini engeller. Lenu, Lila’yı yasak aşk yaşadığı için en ağır biçimde yargılar ancak bu fikirlerinden ona hiç söz etmez. Lenu, Nino’ya karşı hissettiği duygularını da tamamen kendine saklar. Lila ile Nino’nun aşkına tanıklık eder ve acısının üstünü örterek sırf bir cinsel deneyim edinip Lila ile eşitlenmek için Nino’nun babasıyla sevişir. Lila ve Lenu ikilisinin hikâyesinde gerçekte kim kimin hakikatini yaşamaya zorlanmıştır; bunu düşünmek ve salt bir doğruya ulaşmak mümkün olmamaktadır.

“Ve onun hayatı sürekli benimkine uzanıyor, söylediğim sözlerin içinde sık sık onunkilerden biri yankılanıyor, benim şu davranışım onun o davranışının bir uyarlaması oluyor, benim şu eksikliğim onun şu fazlalığı yüzünden olmuş oluyor; bende bir şey fazladan kendini belli ediyorsa, bunun nedeni onda eksik olması oluyor”

Yaşam öykülerinde ikisinin hayatlarının aynı dönemlerde iyi ya da aynı dönemlerde kötü olduğuna hiç rastlamayız; birinin hayatı yolunda giderken diğeri mutlaka bir kriz yaşamaktadır. Sanki birinin iyi oluşu diğerinin kötü olmasına neden olmaktadır. Yakın çevrelerindeki insanlar (aileler, sevgililer, arkadaşlar) da bu iki kadının ayrı birer kişi olduğu gerçeği yokmuş gibi kaderlerinde onları birbirlerinin yerine koyarak bir kıyaslamaya gider. Lila’nın da okumaya devam etmesi durumunda en az Lenu kadar başarılı olacağı (ki bu Lenu’nun hem arzusu hem korkusudur) her zihinde yankılanmaktadır. Lenu’nun annesi Lila’nın yaşadığı değişimlere göre kendi kızını iyi-kötü arasındaki yorumlarında sürükler. Lila zengin bir hayat sürüyorsa Lenu beceriksizdir, Lila zengin eşini başka bir erkek için terk ediyorsa Lenu kendini bilen ahlaklı bir kız çocuğudur, Lila mahallede herkesin saygısını kazanmışsa eğer Lenu işe yaramaz bir hayat sürüyordur, Lenu eşini terk ediyorsa Lila tam bir hanımefendidir. Lenu’nun zihninde Lila’ya projekte ettiği her şey diğerlerinin bakışlarına da yansımıştır. Bu karşılaştırmalar aynı dönemde kızları doğduğunda onlar üzerinden de yürütülür; Lenu kendi kızının gelişim hızına Lila’nın Tina’sına bakarak karar verir.

Lenu hayatında attığı her adımda Lila’nın bu adım hakkında ne düşüneceğini, kendisinin yerinde olsa nasıl davranacağını kestirmeye çalışır. Lila, Lenu’nun içinde bitmek bilmeyen bir savaşın hem destekçisi hem de savaşın kaynağıdır. Öyle ki Lenu’nun kendisini sınayan bir bakışa olan ihtiyacı o bakışla bütünleşmiş gibidir ve o bakışın olmayacağı şey olmak tüm çabasıdır. Kendisine dair eleştirel fikirlerini Lila’ya yansıtır, ona sızdırır, ondan da tekrar kendisine sızanlarla Lila’nın kötü niyetli olduğunu kanıtlar. Bilince çıkamayanlar bu ikilinin bilinçdışı düzeyleriyle iç içe geçmiştir. Hangisi kime aittir bilinmez, ayırt edilemez. Lila’nın bir şekilde hep kendisine zarar vereceğini, tüm eylemlerini hatta zihnini kontrol altına aldığına dair kuşkusu hakkında işaretler vermektedir. Örneğin Lenu ilk bebeğinin doğumundan sonra bebeğiyle her şey yolunda giderken doğum haberini vermek için Lila’yı arar; bu telefon konuşmasından sonra bebek emmeyi bırakır, uykuları düzensizleşir, yaklaşık bir yıl çok sancılı bir dönemden geçer. Lenu bu değişimin sebebinin o telefon konuşmasında, Lila’nın içine ektiği kötülükte olduğuna inanır.  Tekrar “Tekinsiz”e dönecek olursak Freud canlı bir varlığın kötü niyetler besleyeceğini ve hatta onun zarar verme niyetlerinin özel güçlerin yardımıyla gerçekleşeceğine inanmayı da tekinsiz olarak göstermektedir.

İkilinin ilişkisinde olduğu gibi mahalledeki yaşantılarda ve kuşaklararası geçişlerde; ölüm biçimlerinden, suçlara kadar tekrarların birkaç örneğini görmekteyiz.

Solara ailesinden Manuela (ailenin annesi)’nın mahalledeki herkesin borçlarını kaydettiği bir kırmızı defter tuttuğu bilinir ve tüm mahalle bu defterden korkmaktadır. İki oğlu Marcello ve Michele de mahallede yaşayanların korktuğu, insanları tehdit eden; bar, pastane işleten, Lila’nın ailesinin sahip olduğu kundura dükkanını satın alıp aileyi borçlandırıp karanlık işlerinde kullanan kişilerdir. Yıllar içerisinde para kazandıkları bu yollar da değişmiştir; son kitapta mahalleye uyuşturucu sokmuşlar ve Lila’nın abisi Rino da dahil genç insanların uyuşturucu kullanımından ölümüne sebep olmuşlardır. Önce anne Manuela evinin önünde faili meçhul bir cinayete kurban gitmiştir, daha sonra ve farklı bir yerde ise iki oğlu, aynı şekilde öldürülmüştür.

Peluso ailesindeki Alfredo (ailenin babası) ise yine mahallede başka bir korku sembolü Don Achilie’i öldürmekle suçlanarak yıllarca cezaevinde yatmıştır. Oğlu Pasquale ise militan bir komünist olduğu için farklı cinayetlerden sorumlu tutulmuş ve uzun yıllarını cezaevinde geçirmiştir.

Lila oğluna ağabeyi Rino’nun ismini vermiştir. Hem ağabeyi hem oğlu yıllar içerisinde oldukça karanlık yaşantılara çekilmiş, Solara ailesinin iki oğlu ile yakın ve tehlikeli ilişkilere girmişlerdir. Romanların sonlarında ikisi de uyuşturucu kullanmaya başlamıştır; Lila’nın ağabeyi bir tren vagonunda ölü bulunmuştur.

Lila ve Lenu’nun küçük yaşlarından itibaren iyi bildikleri, sezdikleri, kendilerini de içine almasından korktukları yazgı, kendilerinden önce başlayan ve hiçbir zaman sonra ermeyen karanlık, her yaşantıya ve detaya sinmiştir. Mahalle tasvirinde hayal dünyası ile karışık kullanılan tekinsiz öğeler -Don Achillie’nin evi, ölülerin başlarının konduğu katakomplar, yarı keçi yarı tanrılar, insanların evlerine tanrı tarafından gönderilen cinler, geceleri gelen gözle görülmeyecek kadar küçük ve tüm mahalleyi zehirleyen hayvanlar- okurken fantastik bir dünyanın içine alarak gerçekdışı olanı yaşatan bir yerde konumlanmaz; daha çok mahallenin hiç değişmeyen ölüm, şiddet ve suçla ilintili yaşantılarının bir sembolü gibidir.

Lila’nın Sınırsızlanma Deneyimi

Lila yıllar içerisinde üç kez adına kendisinin ‘sınırsızlanma’ dediği deneyim yaşar. İlki Noel gecesinde havai fişeklerinin patladığı ve Solara kardeşlerin kendilerine silah doğrulttukları gecedir. (Patlatılan havai fişek sayısı bir zenginlik göstergesidir. Sayıca altta kalan Solara kardeşler çareyi silahlı tehditte bulur). Ailesinde en çok güvendiği kişi, abisi Rino, Lila’nın gözlerinde o gece şekil değiştirmiştir. Zenginlik hırsının insan dünyasında yaratabileceği tehdidi ve her türden iyi duygunun üstünü örtecek kadar insanları değiştirdiğini ve nihayetinde abisinin de değişeceğini fark eder. O geceden sonra kitaplara, okumaya ilgisini tamamen kaybederek abisiyle zengin olmak için çabalar.  İkincisi çalıştığı salam fabrikasında komünistlerin baskınından sorumlu tutularak ölümle burun buruna geldiği an, sonuncusu ise Lenu ile yakalandıkları deprem anıdır. Sınırsızlanma deneyimine dair en detaylı anlatım deprem anında Lenu’ya aktardıklarındadır ve neredeyse yaşantısının tüm detaylarını bu defa Lenu’dan değil, ilk ve son kez Lila’dan işitiriz.

Bu deneyimlerde Lila için tüm dünya ters yüz olur; bilinir olan bilinmeze, güvenilir olan güvenilmeze, yaşam ölüme ya da tüm bunlar tam tersine dönüşür. En tekinsiz hisler bu sayfalarda aktarılmıştır; oldukça bulanık bir alanın tasviri vardır. Her şeyi tüm çıplaklığıyla gördüğü ve bu yüzden aklını yitirmekten korktuğu -sık sık Lenu’dan böyle bir durumda çocuklarına bakmasının sözünü ister-, tüm geçmişinin bedeninde gezindiği ve hem kendisinin hem başkalarının bedenlerinin, ruhlarının sınırlarının kaybolduğunu gördüğü, aklının istikrarsızlaştığı bir cinnet anıdır.

Sınırsızlanma adını verdiği deneyim Lila’nın kendi zekâsını, keskin görüşünü ve hayal gücünü sınırsızca kullanabilme yeteneğini çağrıştırmıştır. Görünmeyen her şeyi çabucak kavrama kapasitesine sahiptir ve bundan korkmamaktadır. Çocukluk yıllarında kadınların acil eşitlik ve intikam arayışından ilk bahseden, Alfonso’nun eşcinsel olduğunu ilk keşfedip onu destekleyen, her ne kadar okuluna devam etme şansı kendisine tanınmamış olsa da kütüphaneden kitaplar alıp Lenu’dan önce Latince ve Yunanca çalışıp öğrenmiş olan ve doğru çalışma yöntemini Lenu’ya öğreten Lila’dır. Kendisinden esirgenen ilgi ve desteğin düzensizleştirdiği fazla çalışan zihniyle neyi nereye koyacağını bilemediği hayatında her şey sınırsızlaşır. Kendi kurduğu hayalleri Lenu’nun yaşaması için ona destek olur, uzun bir süre Lenu’ya kendi evinde özel bir çalışma ortamı sunar. Lenu, Lila için kendi hayallerine şekil ve beden verendir, onun en istikrarlı tanığıdır.

Ayakkabı tasarladığında eşi olarak yaratıcılığını destekleyen Stefano’yu seçer, Nino ile öğrenme aşkını paylaşır, Enzo ile yeni bir meslek edinmek için aylarca çabalar. Kendisini dünyaya açmak ve aynı zamanda bu dünyadan korunmak için hep bir kişiye daha ihtiyacı vardır, çünkü Lenu kadar korunmuş bir çocuk olamamıştır, korunaklı alanlar da yaratamamıştır.

Lila içine doğdukları dünyanın en başından itibaren farkında olandır. Hisleri ve düşünceleri bedeninden taşarak en ham halleriyle onu sınırsızlaştırır.

İade, Lenu’nun Büyümesi

Hikâyenin Lenu tarafından yazılması, Lila’nın tamamen ortadan kaybolduğunu öğrenmesi ile başlar. Lila kendini hep istediği gibi öyle ölçüsüzce silmiştir ki, var olduğuna dair hiçbir iz bırakmaz, fotoğraflardan kendi yüzünü kesmek dahil ardındaki tüm anıları siler. Bu haberin ardından bir gün -artık ikisi de 66 yaşına geldiğinde- Lenu, posta kutusunda iki oyuncak bebek bulur. Tina ve Nu; arkadaşlıklarının başında mazgala atılmış olan oyuncak bebekleri… Lila o bebekleri ömrü boyunca gizlemiştir. Artık saklı kalan açığa çıkmıştır. Heimlich’in bir anlamı pekişmiştir; bilinen ile saklı, gizli tutulan. Hikâyenin en çarpıcı yeri kanımca burasıdır; yeniden ve son olarak bilinen bilinmeyene, bilinmeyen bilinene hareketle yer değiştirmiştir. Yeniden ve son olarak bir kayıp daha yaşanmıştır. Lila ardındaki son hatırayı Lenu’ya göndermiştir; kendisini ise silmiştir.

Son kitap olan Kayıp Kızın Hikâyesi’nde Lenu’nun Lila’ya karşı itilme-çekilme, sevgi-düşmanlık uçlarını yavaşça bıraktığını ve içinde bulunduğu durumlarda kendi varlığını da ortaya koyarak bulunabildiğini görmekteyiz. Üniversite yıllarında terk ettiği Napoli’ye, hatta hiç yaşamak istemediği mahalleye yetişkinlik yıllarında geri döner. Bunu Napoli’den beslenerek daha iyi yazmak için yapar ve etrafındaki insanlarla kurduğu ilişkileri de iyi yönetebilmeye başlamıştır. Geri döndüğünde Lila’nın üst katındaki bir daireye taşınır; artık onun da hayatındaki zorlukların farkındadır. Çocuklarını birlikte büyütmek ve gündelik yaşamda birbirlerinin işlerini kolaylaştırmak gibi bir denge kurarlar. Lenu, Lila’nın öyküsü içinde kaybolmadan kendisini de yerleştirebilir.

Zamanla Lila’ya atfettiği kötü özellikleri, davranışları kendisinin de gerçekleştirebildiğini görürüz. Örneğin kendisi de yargıladığı Lila gibi Nino’nun peşinden gider, evliliğini bu sebeple bitirir. Daha kolay hata yapabilir hâle gelir ve olumlu özelliklerini de kimseden gizleme ihtiyacı duymaz. Nino’yu kendisini aldatması üzerine terk eder ve tüm ısrarlarına rağmen ona geri dönmez. Fikirlerine hep ihtiyaç duyduğu Lila’nın ve kendisine yol gösterici olmuş eski kayınvalidesi Adele’in hiç beğenmedikleri bir metnini yayınevine gönderir ve kitap basılınca şaşırtıcı biçimde oldukça beğeni toplar. Ailesinin fikirlerinden, hayatındaki erkeklerden ve hep kendisinden daha nitelikli gördüğü kadınların görüşlerinden özgürleşmiştir.

Son kitapta annesiyle uzlaşmanın bir yolunu bulur. Bunun en görünür temsili annesinin isimsizlikten çıkışıdır. Kitaplar boyu tüm karakterler içerisinde sadece Lenu’nun annesinin ismi geçmez; son kitabın ortalarına kadar bilemeyiz ta ki Lenu üçüncü kızına annesinin ismini verene kadar; Immacolata. Anne, Lenu için bir kimlik kazanmıştır. Çocukluğundan itibaren annesine benzemekten çok korktuğunu, annesinin bir ayağının aksaklığının kendisine de bulaşacağı inancıyla büyüdüğünü bilmekteyiz. Tam da bu yüzden annesinin karşısına ayakları sürekli hareket eden Lila’yı çıkarmıştır ve annesi gibi aksak bir ayağının olmaması için Lila’yı gözden kaybetmeden takip etmesi gerektiğine inanır. Yetişkinliğinde Lenu’nun kehaneti gerçekleşir, bebeğinin doğumundan sonra bir ayağı aksamaya başlar ancak bunu iyileştirmek istemez, özellikle annesinin ölümünden sonra onun yerine bu semptomu taşımayı bir nevi onu yaşatmak olarak görmektedir.

Lila ortadan kaybolduğunda son görüşmelerinin üzerinden beş yıl geçmiştir ve o görüşmede Lila, Lenu’dan kendisi hakkında asla yazmamasını ister hatta Lenu’yu bilgisayarının içine girip tüm bilgileri ele geçirmekle tehdit eder. Lenu ise ona böyle bir durumda kendini koruyabileceğini söyler. Yıllarca Lila tarafından kendisine zarar verileceği korkusunu kontrol edilemez biçimde hisseden Lenu’nun yerinde artık kendini koruyabilen ve bunun için yarattığı ikizini de karşısına alabilecek bir Lenu vardır.

Bebeklerin geri geldiği son bölümün ismi ‘iade’dir ki bu da bizi romanın ilk başında, Lila ile arkadaş olma sebebine götürür. “Diğer kızlarla gidersem onda bana ait olan ve bir daha asla iade etmeyeceği bir şeyi terk edecekmişim gibi hissederdim”. Lenu yıllarca Lila ile kalmıştır ve sonunda kendisine ait olan ona geri dönmüştür. Geri dönen sadece oyuncak bebek değil, ulaşması için bir özdeşe gerek kalmayan kendi kişiliğinin yanlarıdır. Lenu bebekleri karşısına alarak yazmaya başlar. Sanki Lenu’nun dünyasındaki şeyler bir yüzleşmeye hazır olacak kadar yer değiştirmiştir. Kendisinden bildiği içerikleri yansıtmak ve hayatta kalmak için artık bir ikize ihtiyacı olmayacak kadar iç dengesine yaklaşmıştır ya da tam da bu dengeyi kurmak için, kendi deyimiyle Lila’ya ulaşmak için kendinden yol çıkarak; kendisine tanınan fakat Lila’ya tanınmayan fırsatın ömür boyu silinmeyen izinin muhasebesini yapmak için yazmaya başlar.

İkizinin ortadan kaybolması onu tamamen silmemelidir; “Onun zaman içerisinde sürmesini istiyordum, ama onu sürdüren ben olayım istiyordum” diyerek hikâyelerini kaleme alır. Hem de kendisinin romanları yazdığı esnada Lila’nın bir yerde gizlenip daha güzelini yazıyor olması korkusuyla…

Freud edebiyattaki tekinsizliği iki şekilde ele almaktadır; ilki gerçeklik zeminini peşinen terk etmiş ve animist inançları benimsemiş olan fantastik masallar- ki gerçeklik zeminini bırakmışlığın aslında okuyucuda tekinsiz bir etki yaratmayacağını da belirtir-, ikincisi ise sıradan gerçekliği temel alanlar. İkincisi için yazarın tekinsizlik duygusunun ortaya çıkmasını gerekli kılan bütün koşulları benimsediğini ve yaşamda tekinsiz etki yaratan her şeyin edebiyatta da öyle bir etki doğurduğunu öne sürer (s.59). Elena Ferrante’nin yazdığı Napoli Romanları’nın okuyucuyu bu denli etkilemesinin altında içinde yaşadığımız gerçek dünyaya, ilişkilere dair izini sürmekten korktuğumuz ve dile getirmekte zorlandığımız duygu çeşitliliğini görmekteyiz. Yazar tekinsiz olanı hissettirmek için gerekli koşulları benimsemiştir. Anlatılamaz olanı anlatmış, dile gelemez olanı önümüze bir ayna tutarak getirmiştir. En yakın ilişkilerin içerisinde birinin duygusunun diğerinin duygularını nasıl düzenden çıkardığını, davranışlarını nasıl etkilediğini, çok küçük görünen ama bir kaderi baştan oluşturacak kadar derin etkileri, ortada olan ile gizlenmiş arasındaki salınımları işlemiştir. Çoktandır aşina olunan ama bilinçten uzaklaştırılmış olanı karşımıza çıkarmıştır.

Yoksulluğun ve erkek egemenliğinin hayallere keskin sınırlar çizdiği bir dünyada anneleri tarafından bile korunamamış olmanın getirdiği eşitsizlik ve eksiklik karşısında kendilerine biçilen kadere boyun eğmeyen iki kadının dayanışmasının, dostluğunun, birbirlerinin hayallerini desteklemesinin, etraflarındaki tüm tehlikelere karşı birbirlerini sarıp sarmalamalarının, birlikte aldıkları uzun yolun hissettirdiği en güzel duygular arasında hep ikirciklerle dolu bir dünya örerek, iyi ve kötünün zaman içerisinde anlamını ve yönünü değiştirebildiğini hatta iyi ve kötünün bir ayrımı olmadığını göstermiştir.

Elena Ferrante yazarın müstear ismidir. Romanların yazarı gerçek kimliğini gizlemektedir. “Tekinsiz” ile ilişkilenen bu yazıda, kendisini gizlemek isteyen bir yazarın bilinmezliği üzerinden bir yorum yapmak uygun bulunmadığı için yapılmamıştır.  

Freud, S. (2021). Yas ve Melankoli. (Çev: L. Uslu). İzmir: Cem Yayınevi.