Aytuğ Tolu
İdeolojik-Politik Mücadelenin Geliştirilmesi ve İdeolojik Aygıtların Eleştirisi
Marksist tarih anlayışını ve sınıf mücadelesini şiirinin beslendiği kaynaklar arasına ekleyen Salih Bolat; ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisinde rızanın üretimine, hegemonyanın kurulmasında ideolojik aygıtların önemine, emekçi sınıfların toplumsal belleğinin inşasına yönelir. Emekçi sınıfların yaşam mücadelesine ve emeklerinin sömürülmesine yer vermenin yanında onların, kurtuluş mücadelesine uzak bir yerde konumlandırılmasının nelerin sonucunda gerçekleştiğini de farklı açılardan ele alır. Hegemonyanın kurulmasında baskı aygıtlarının ve ideolojik aygıtların emekçi sınıfların bilincinde oluşturduğu manipülasyon dizelere dökülür. Toplumcu gerçekçi şiir bu yönüyle sadece toplumsal sorunları ele almaz, aynı zamanda olgulara yaklaşırken onu var eden nedenlere yönelip çözüm yollarını estetik bir yapıda sunar.
İlk şiirlerinde 12 Eylül’ün sadece baskı aygıtlarıyla hegemonyasını tesis etmediği, rızanın üretiminde üniversiteleri ve eğitim kurumlarını sisteme uygun bir duruma getirmeye çalıştığı eleştirilir. İdeolojik aygıtların yaşam mücadelesi veren emekçi sınıfta “şükür” kültürünü oluşturması, inancın dinî otoritelerin devreye koyularak çarpıtılmasıyla oluşur. Kurtuluş mücadelesini baskılayan bir unsur olarak inancın manipülasyonu, hayatı algılama biçiminin metafizik bir temelde gerçekleştirilmesine dayanıp rızanın imalatında devreye girer. “Kilikya” şiirinde kent, önce eril şiddete (zor aygıtlarının temsili) maruz kalır; sonra ideolojik aygıtlar işleyişini sürdürerek kentin kimliğinde kırılmalara yol açar. Tarihte kadının ezilmesiyle emeğin sömürülme süreci edilgen bir maruz kalma olarak şiire yerleşir:
“adana bir kilikya kentidir ki ansızın özlemek
adana şimdi tokatlanmış bir kadın
saçlarından sürüklenmiş bir kadın, yapay bir gökyüzü
(…)
çıraklara dükkânların önünü sulatan
serinlik düşüren eşiklere
ve dua ve amin
çekiç ve kösele
bir kap yoğurt
sıcak bir ekmek
ve tevekkül
için.” (Bolat, 2020: 77)
Şiirin devamında, kesintiye uğratılan bir dönemin izlerine “batmış bir gemi, ölmüş bir tayfaya ağlamak, kendine giden bir tren, pazartesinin yoksulluğu ve sokakta kalmışlığı, sonbahara batmış bir eylül” ifadelerinde rastlanır. Kurulu düzenin kimin faydasına işlediğine yoğunlaşılır; baskı ve zor aygıtlarının “vatanseverlik” adına sermaye sahiplerinin bekası için işletildiğine, yaşatılan darbe sürecinin özünde emek ve eşitlik mücadelesini baskıladığına “ve mücahitler caddesi’dir bir sabah uyanan/ bankalarıyla ve bayraklarıyla/ partileriyle ve patronlarıyla/ sürekli bir vatan/ kurtaran.” (Bolat, 2020: 78) dizelerinde yer verilir. “Parti, bayrak, patron, banka, vatan” kavramlarının tek potada eritilmesi siyaset-sermaye ilişkileri arasında kurulan iş birliğine göndermedir. Bir yanda ayakta kalmak için emeği sömürülenler içinde bulundukları duruma “şükrederken” diğer yanda onların emeğini sömürenler vardır fakat sömürülenlerin aleyhinde işleyen diyalektik süreç ideolojik aygıtların (vatan, din) rızayı üretmesiyle tecessüm eder. Adaletin mülkün temeli diye sunulduğu ve “doğal” olarak mülk sahipleri lehine “adaletin” işleyeceğine yönelik yaklaşım, daha önce belirtildiği gibi, yargı erkinin de bir baskı aygıtı olarak kullanılmasına yönelik tepkidir.
“Güz Şarkısı” şiirinde özel mülkiyetin gelişiminin sınıfları ortaya çıkardığı, aile başta olmak üzere kurumların bunun sonucunda inşa edildiği, sınıflar mücadelesinin seyrini etkileyen şartların neler olduğu yönünde dile getirilen bir soru; şiir-anlatı yakınlaşması bağlamında öyküleyici anlatım tekniğiyle dizelere yansır çünkü tarih, sınıflar mücadelesinin öyküsüdür:
“şimdi hep birlikte dinliyoruz çölün sesini. başımız hep
birlikte çevriliyor umulmadık atlılar gibi çıkıp gelen rüzgâra.
imkânsızın eteklerinde bekliyoruz ateşe verilmiş sorunun
yanıtını: terkedilmiş otlakların, çiğnenmiş yasaların, ailenin,
duanın ve devletin sürmesi için miydi onca çılgınlık? kentin
imar planında en çok tartışılan hapisane ve mezarlık?” (Bolat, 2020: 242)
Bu dizelerde “çöl” verimsizliğin ve kuraklığın sembolü olarak belirirken ateşe verilen soru da “tehlikeli” bir sorgulamayı temsil eder. Yasaların çiğnenmesi; evrensel kurumlar olan ve özel mülkiyetin sonucunda kurumsallaşıp evrensel bir yapıya dönüşen ailenin, devletin ve dinin sürmesi için gerçekleştirilen “çılgınca” eylemlerdendir. Doğal ve eşit bir düzenin bozulması zorun rolüyle ortaya çıkar, bu yönüyle şiirin arka planında Engels’in tezleri mevcuttur. Zor aygıtlarıyla kent/ülke/yeryüzü imar edilir. İmar planında dikkat çeken ise cezaevi ve mezarlıktır. Kurulu düzeni tehdit edenlerin karşısına egemen güçler ve sınıflar cezaevini ve ölümü/mezarlığı çıkarır , çılgınlık burada devreye girer, şairin diğer şiirlerinde belirttiği “insanca yaşamanın bedeli” baskı aygıtlarının uyguladığı zor, zulüm, işkenceyle karşılanır; bu açıdan yargı erki-mahkemeler egemenler lehine işleyen aygıtlar olarak öne çıkarılır/algılanır.
İlk şiirlerinde 12 Eylül’ün, toplumsal gerçeği yalan ile takas ederek çarpıttığına değinen şair, kitaba adını veren “Karşılaşma” şiirinde ideolojik bir aygıt olan medyanın durumunu eleştirir. Baskı aygıtlarının zora dayanan uygulamaları sürdürülebilir bir durum olmadığından düzene uygun zihinlerin yetiştirilmesi için eğitim kurumları gibi medya da bu mekanizmaya uygun hâle getirilir. Bu bağlamda ilgili şiirde geçen “radyo yalan söylemeyi sürdürüyor” (Bolat, 2020: 118) dizesindeki “sürdürüyor” eylemi şimdiki zamanda çekimlenir. Radyonun “yalan” söylemesi kamuoyunun yanlış yönlendirilmesine yol açıp gerçeğin açığa çıkarılmamasına ve yaşanılan toplumsal gerçekliklere halkın yabancılaşmasına neden olur. İdeolojik aygıtların eleştirisinin en temel nedeni, ideolojinin gerçekliğin algılanmasındaki göreviyle ilgilidir. Kitlelerin tarih yapıcı özne olma niteliğini yitirmesi açısından ideolojinin yön tayin edici işlevi vardır. Daha önce değinildiği gibi yön, eşitlik temelli bir kurtuluş mücadelesine evrilmediğinde “yanlış binicileri taşıyan atlar” asıl hedeften sapar. Bu sapmanın sonucu da çarpıtılmış bir gerçeğe inanılarak rıza gösterilmesine/üretilmesine neden olur: “bu kadar güzelken ikindi vakti, bir yangın görüntüsüne/ alışmamız isteniyordu; bir kemik tasarımına inanmamız…” (Bolat, 2020: 352). Bu dizelerde “inanma” sözcüğünün tekrar edilerek kullanılması ideolojik manipülasyonla eşleşir. Dikkat çeken “kemik tasarımı” ifadesi de kitaptaki diğer şiirlerde geçen kent imarının kapsamına giren “mezarlıklarla” eşleşerek baskı aygıtlarının zora dayalı uygulamalarıyla örtüşür. Bu bağlamda eşitsiz bir düzeni eşitlik temelinde değiştirecek kitlesel hareketler önce zor aygıtlarıyla bastırılır, sonra “doğru” yapıldığına halkın “inanması” için ideolojik aygıtlar işletilir. Salih Bolat’ın şiirlerinde bu sürecin işlenmesine sıkça rastlanır. “İnanma”; tepkisizliği hatta şoven eylemleri beraberinde getirdiğinden toplumsal yaşamda aşağıdaki dizelere yansıyan bir tablo oluşarak resmî tarih yazımı da bu işletim sistemiyle gerçekleşir, şair de resmî ideolojinin ve tarihin dışına çıkarak aynı topraklarda yaşayan halkların karşılaştığı baskıları öyküleştirip şiirini aykırı bir konumda mevzilendirir:
“söylediler inandık. Ölülerin ilk akşamı için ayırdığımız/ üzüm tanelerini, karıncaların bilgisi için biriktirdiğimiz/ sayfaları, göçmen kuşların molası için ezberlediğimiz/ nefesleri bile verdik. Ne kaldı ki!/ alıp gittiler bizim olanı./ eve dönen balıkçı motorlarının masum seslerini, isfahan/ kuşatması’ndan kalma gümüş kını, balat’ta, ahrida/ sinagogu’nda dua eden komşumuz alis’i, Kızkulesi efsanesini/ binince kez anlatan salacaklı meyhaneci yorgo’yu, divan-ı/ hümayun’da tercümanlık yapan rum çocuklarını… bir ses/ kaldı, susan bir ağzın karanlığından kopmuş, düşkırıklığının/ duvarına çarpa çarpa sertleşmiş, karamsarlıkla keskinleşmiş./ bir ses: korkunun kanatlandırdığı…” (Bolat, 2020: 355).
Bu şiirde geçen “söylediler” eylemi egemenlerin ideolojik söylemini, “inandık” eylemi de bu söyleme maruz kalıp bunu kabullenen halk sınıflarının zihninin resmî anlatılara göre şekillendirildiğini öne çıkarır. Timur’un İsfahan’ı kuşatması sonucunda on binlerce insanın katledilmesi; Rumların ve farklı kültür-inanç mensuplarının yaşadığı Balat’ın şiire girmesiyle 6-7 Eylül ve benzer süreçlerin hatırlatılması; Anadolu topraklarında yaşayan Rum, Yahudi, Hıristiyan halkların bölgedeki kadim tarihine ait izlerin silinmesi üzerinden resmî tarih anlatısıyla hesaplaşma söz konusudur. Susan bir ağzın karanlığından kalan sesin “duvara” çarpa çarpa “sertleşmesi” ve korkunun yoğun şekilde halklara yayılması tarihin karanlık odasına yapılan bir yolculuğa ait kavramlardır.
Şiirlerinde kenti ülkenin bir prototipi olarak algılayan şaire göre “inanmanın” sonucu tepkisizliğin eylemi olarak sunulan “bakmayı” getirir, kent halkı “bakar” ama “göremez” çünkü görmek için algıda seçicilik gerekir, bu seçiciliği belirleyen gözlük ise ideolojik donanıma göre şekillendirilmiş bilincin eseridir: “akşamı kemiren/ birkaç köpekle. yol kenarında unutulmuş ateşle. bir yerlere/ bakan ağaçlarla. kent diyorlardı buna./ herkes bakıyordu yalnızca.” (Bolat, 2020: 335). Bakma ve inanma eylemleri “Belirsizlikler”in 12. bölümünde bir kez daha şiire girer. Hasattan gelen ürünlerin çuvallarını taşıyan emekçi halkın anlamsız bakışları altında zulüm devam eder çünkü onlar taşımak (emek sömürüsü) ve bakmak (tepkisizlik) dışında bir eylemde bulunmazlar, egemenlerin onlara anlattığı masallara inanmışlardır ama şiirin devamında egemenlere inanılmaması gerektiği, egemenlerin yanlış yerlere kurdukları kentlerde ölümlerin yaşandığı ve tüm güzelliklere karşı oldukları yönündeki teşhir dilsel düzleme taşınarak “yerel halka” çağrı yapılır.
“İstanbul Şiiri”nde geçen “gırtlağında boğaziçi köprüsü’nün elleri/ ah, gökdelenler…/ bizans’tan kalma mızraklar/ göğsündeki.” (Bolat, 2020: 329) şeklindeki dizeler İstanbul özelinde 1453 öncesini hatırlatmadır. Kentin mimarisi fetihler üzerinden şekillenirken tarih güncele kaydırılarak köprü ve gökdelenlerin, kenti kapitalist bir mimariye maruz bıraktığına sitem edilir. Bu bağlamda ele alınan şiirlerde öne çıkan tez, sınıflar ve egemenler arasında gerçekleşen mücadelede yengi egemenler lehine işlediğinde kentlere kazandırılan kimlik onların bilincine, yönetim anlayışına ideolojisine göre şekillenir. Salih Bolat’ın şiirlerine yayılan kent-kimlik-ideoloji-tarih ilişkisi sınıfsal bir temel üzerine kurulu ideolojik bir tartışmanın ürünüdür.
Yerelin-bölgeselin tarihine yönelik eleştirel yaklaşım, kitaba adını veren “Gece Tanıklığı” şiirine de yansır. Belleğin inşası ve tarihle hesaplaşma bir kez daha dizelere dökülür. Haksız ölümler bir kayığın içinde tasavvur edilir: “çiçek iskeletleri, edilgin gömüt, güz şimdi (…)/ görüyorum bir an, kıyıdaki yalnız kayığı/ içinde haksız ölümler olan bir geçmişe tutunuyorum.” (Bolat, 2020: 196). Çiçek iskeletleri güzelliklerin yok edilmesine, edilgin gömüt ise biyolojik bir ölüme değil katledilmeye karşılık gelir; içinde haksız ölümlerin olduğu kıyıdaki yalnız kayık toplu ölümlerin mezarlığı olarak betimlenir. Yalnız ve kıyıda olan bir kayık sembolü, tarihin kıyısına itilerek unutturulmak istenen katliamlarla eşleşir. Bu dizelerde yakın tarihe yönelik satirik bir yaklaşım söz konusudur.
Döneminin tanıklığını yapan bir şair olarak Salih Bolat, ülkenin doğusunda yaşanan dil-kültür-kimlik eksenli mücadele sürecini şiirine taşır. Yönler şiirinde güney, kuzey, doğu, batı beş dizelik bentlerle betimlenip öyküleştirilir. Yönler kendi yerel özgünlüğüyle şiire taşınırken tüm bu yönlerin arasına sıkışan insan vurgulanır. Doğu ile batı bir karşıtlık olarak değil farklı açılardan sömürülme ve ezilme veçheleriyle aynı hatta buluşturulur. Doğuda bir halkın öyküsü gündemdeyken batıda kapitalist kent düzeninde işlenen modernliğin üstünü kapatmaya çalıştığı suçlar ve hak ihlalleri yaşanır. “Gitmeseydin” şiirinde geçen “örselenmiş sokaklar, deniz, işgal altındaki sonbahar/ evet, tehlikeliydin ama güven bir gülüşün vardı/ askerî atıkların arasında patlamamış bir mermiydi kalbin” (Bolat, 2020: 255) dizeleriyle Yönler şiiri birlikte ele alındığında kentlerin durumu egemenlerin tahribatı üzerinden okunabilir, izleri silinmemiş darbe/lerin yol açtığı bozulma yaşanan bir gerçek olarak güncelliğini korur.
“doğuda, derin vadilerde sürer gölgenin yenilgisi
kaya çiçeklerinde barınır geçmiş ve gelecek
anlaşılmaz bir siyahlığı bakar çocuklar
savrulup durur bir halkın öyküsü, sorarız:
hangi öfke bilenir rüzgârın doruklarında?
batıda, birden derinleşir deniz, kesin
bir parkta bulunmuş ceset gibi soğuk ve meçhul
yanılgılar üstüne kurulmuş kentlerin kiriyle
akar ışıklar camın içinde, bilincin dışında, sorarız:
kimdir bu yönlerin arasına sıkışmış insan?” (Bolat, 2020: 187)
Karşılaşma şiirindeki öznenin eve gelip paltosunu çıkararak çırptığında paltodan dökülen “kent leşlerinin” eşikte küçük bir yığın oluşturması özel ve kamusal alanının sınırını çizdiği gibi kamusal alanlara sahip kentlerin işgal altına alınarak dejenerasyon sürecinin işletildiğine yönelik bir tepkidir. Aynı düzlemde “Gece Tanıklığı” şiirinin 6. Bölümünde özel-kamusal alan ayrımı yapılarak kapitalist kentleşme, insanlar arası yabancılaşma, doğallığın ve bütünlüğün bozulmasına yönelik satirik yaklaşım betimleme tekniğiyle sunulur; özel-kamusal alan arasına çekilen duvar doğa-yapay ayrımıyla eşleştirilir; duvarla çevrili ev tasarımı bir tür kaçış, kendi kabuğuna çekiliş açısından anlamlandırılır:
“yıllar sonra bir onun bahçesi kalmıştı
çok eskiden tanıdığım bitkilerle kaplı
devedikenleri, ısırgan otu, iki turunç ağacı.
hiç çıkmamış buradan, duvarın arkasını görmemiş epeydir
bahçenin apartmanlarla kuşatıldığını söylüyorum
lağım kanallarıyla, cıvatalarla, elektrik kablolarıyla
komşuların kavgalarıyla kuşatıldığını söylüyorum
anlamıyor, dokunduğum defnenin beni anlamadığı gibi.” (Bolat, 2020: 195)
Belleğin İnşası
Salih Bolat’ın şiirinde ideolojik aygıtlar ve tarih eleştirilirken onun sonuçlarından biri olan kentleşme ve yabancılaşma da şiire konu olur. Eleştiri sadece hesaplaşma boyutunda kalmaz, tüm çarpıklıklara ve yenilgilere karşı ezilenler ve sömürülenler için bellek inşa edilmeye çalışılır. Yabancılaşmayı, unutmayı, pasifizmi aşmanın ve bireyi-kitleleri mücadeleye çağırmanın yollarından biri belleğin canlı tutulması, ideolojik aygıtların biçimlendirdiği zihinlerin onarılmasıdır çünkü ona göre egemenler tarihin yırtık (aslında yırttıkları) yerlerini yalanla yamamaya çalışır. Bu bağlamda yakın ve uzak tarihin eleştirisi yapılırken şiir hafıza mekânına dönüştürülür. 12 Eylül üzerinden başlayan hesaplaşma tarihsel yolculuğa kapı aralar. Farklı kültür-inanç mensubu halkların tarihte ve güncelde yaşadığı sorunlar, yaşadıkları hak ihlalleri ve katliamlar, emekçi halk sınıflarının sömürülme ve baskılanma süreçleri tarihin köşe taşlarına dönüştürülür.
2 Temmuz 1993 Madımak Katliamı şiire güncel bir toplumsal sorun olarak girer. 2004’te yayımlanan Açılmış Kanat kitabındaki özellikle “Kara Su”, “Kasımpatı”, “İnanmak” şiirlerinde Madımak Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin yolculuk öyküsü, katliamın ardından yakınlarını kaybedenler duygudurumu, yakan-yakılan insanların aslında birer kardeş olduğu ve katliamın sonunda kardeş kanının döküldüğüne dair açılımlar bulunur. Aynı kitapta yer alan “Ülke” şiirindeki “bir ülkenin” nelerle tanımlanacağına dair ifadelere rastlanır: yorgun bir işçinin yaslandığı duvar, dilencinin kutusundaki karanlık, annelerin emeği, yoksul çocukların okuduğu köy okullarının hüznü, ezan sesine uyanan yaşını almış insanlar, “küskün şairlerin” şiir defteri. Tüm bu açılardan ele alındığında Salih Bolat’ın şiirinin belleğin inşası yönünden özelliği, “unutmamak, unutturmamak” üzerine kurulu bir hesaplaşmadır; gerçekleştirilen hesaplaşma sloganik bir kuru dile savrulmadan estetik temelde gelişir. Hatırlamanın, unutmamanın, kayda geçirmenin asıl amacı Unutma şiirine konu edilir. Bunu gerçekleştirmek için şaire göre sözcükleri taşlardan yontup anıların alfabesini zamana kazımaktır/işlemektir “çünkü belleğimizi siliyorlar/ akşamüstü sahilindeki kumsal gibi/ rüzgârın ayak izlerini yavaş yavaş sildiği” (Bolat, 2020: 301). Şiirin devamında ise yakın tarihte verilen mücadelelerin hatırlanması vurgulanır.
Tarihin Yönünü Tayin Eden Eylem Alanı Olarak Sınıf Mücadelesi
Özel mülkiyetin, tarihin, kentin, toplumsal yozlaştırılmanın, belleğin silinmesinin ve faşizm koşullarının eleştirildiği Salih Bolat’ın şiirinde tüm bu çarpıklıklara karşı mücadeleye çağrı söz konusudur. Mücadelenin kavram alanına bedel, inanç, kararlılık, yengi-yenilgi, ilkeler, değer, gelenek, düş kırıklığı, ihanet, umut, militan duruş yerleştirilir. Diyalektik yöntemin ve tarihsel materyalizminin ilkelerinden ve yaklaşımından beslenerek yazılan şiirlerde karanlık-aydınlık, özgürlük-esaret, hafızasızlaştırılma-belleğin güçlendirilmesi, yalan-gerçek, güzellik-çirkinlik çatışmasının kapsam alanına giren kavramlara rastlanır. Sömürü düzenini eşitlik temelinde değiştirmeyi hedefleyen sınıf mücadelesi esas alınır. Bu aşamada şair, bütünü yansıtan parça olarak bireyliğini yitirmez. Sürecin eyleyicisi ve izlenimcisi olduğu dönemlere ve duygudurumlarına dair şiirler İlk Kar kitabında yer alır. Eleştirel izlenimcilik, çevreye dışarıdan bakmayıp içeriden gören sorumlu bireyin ilkesi olarak yapılandırılır. Bu yönüyle, geliştirilen değer yurtseverlik ve halk sevgisidir. “Kent halkı” özünde ülke halkıdır, o da şair tarafından sahiplenilir, üstenci olmayan bireyin/parçanın bütünü sahiplenerek ona sözcülük etmesi söz konusudur.
Sınıf temelli yurtsever mücadele ulusçu/ulusalcı bir çizgiyi aşarak anti emperyalist bir duruşla enternasyonalizmi geliştirip dil, din, kültür fark etmeksizin şiirin merkezinde insan gerçeği konumlandırılır. “Paris Şiiri”nde evsizlerin kentte kurduğu çadırlara değinilir. “Hamburg Şiiri”nde Hitler faşizmi yargılanıp onun insanlık dışı uygulamalarına gönderme yapılarak Hitler şahsında Nazilerin “vahşi bir hayvana” benzetilmesi dikkat çeker: “kirli bir ay var hamburg göğünde/ ludwigshafen baskınında kırılmış ayna gibi.// hitler’in fotoğrafına bakıyorum/ bir balkondan sesleniyor halka/ alnına düşmüş siyah saçı/ karga kanadı gibi güneşin altında.// bize bir şey anlatmaz onun sözcükleri/ kafesin önünde, şaşkınlık içinde/ vahşi bir hayvanı seyreden insanların/ yedikleri çerez gibi.” (Bolat, 2020: 326).
Şiirde geçen “kirli bir ay, baskın, karga kanadı, vahşi bir hayvan” ifadeleri faşizmin betimlenmesi açısından birbiriyle ilişkilendirilir. “Kilikya” şiirinde kentten yola çıkılıp ülke sınırları aşılarak atlasta güncel bir yolculuk başlatılır. Bu yolculukta gözlemlenenler, başka halkların aynı zaman diliminde maruz kaldığı baskı, şiddet, katliam, yoksulluk, ezilme ve sömürülmedir. Bu hak ihlallerinin ve zorbalığın temel nedeni de emperyalist sömürü olduğundan buna karşılık şiirde enternasyonalist bir bilinç geliştirilir.
İlk şiirlerinde Afrika kıyılarında da olsa, Mithatpaşa Caddesi’nde (Adana) olsa kavganın yine kavga olacağına yönelik geliştirilen inanç temelinde kavganın nedeninin ve çözümünün evrensel bir zemine sahip olduğuna gönderme yapılır: özel mülkiyet ve artı değerin sonucunda eşitlik için verilen enternasyonalist öze sahip sınıf mücadelesi. Demokratik hakların zor aygıtlarıyla bastırıldığı koşullarda Marksist literatüre göre zora karşı zor devreye girer. Şiirde geçen Salvador’da bir köylünün mermi satın alması eylemi zora karşı zorun sahnelendiğini gösterir. Toprakların işgal edilip ekolojik yıkımın küresel boyuta ulaşmasının asıl nedeni yine Marksizme göre kapitalizmin emperyalist aşamaya geçmesidir.
“şimdi onlar metal yıldızların aydınlığında
ve tankların karanlığında
ölülerden yapılmış bir yoldan geldiler
yunanistan kıyılarında ağ seriyordu bir balıkçı
salvador’da bir köylü mermi satın alıyordu
istanbul’da bir fırıncı ilk ekmekleri çıkarırken
türküsü rio’daki bir kahve bahçesinden duyuluyordu
kutuplardaki nükleer denemeler başarıyla sonuçlanırken
atmosferdeki ozon tabakası deliniyordu
savaşın kim bilir kaçıncı yılıydı basra’da
dolar değer kazanmaya devam ediyordu.” (Bolat, 2020: 74)
Sular Altında Kalan Tarihî Kent ya da Şafağı Beklerken: Rüya Zamanı
Şairin toplu şiirlerinin yer aldığı İlk Kar kitabının ardından Varlık Yayınları tarafından Rüya Zamanı adlı şiir kitabı 2019’da yayımlanır. İlk Kar’da işlenen tarihsel süreç, durum, olay ve mücadele yerini geçmişin “nostaljisine” dönüştüren bir atmosfere bırakır. Ben dilinin hâkim olduğu, kahraman bakış açısının kullanıldığı şiirlerde anlatının imkânlarından yararlanılır. Şairin diğer kitaplarında görülen bireyin, bütünü temsil etme özelliği bu kitapta da sürdürülür. Tarihin kümülatif yapısına dikkat çekilip diyalektik yöntem kullanılarak bellek inşasına devam edilir. “Kül, birikinti, toz, iz, kalıntı” kavramları üzerinden mücadele tarihi ve tarih yapıcı mücadele hattı Anka kuşu temsiliyle verilir.
Kimyasal değişimde şeylerin özünün geri dönüşü olmayacak şekilde bozulması söz konusuyken fiziksel değişimde öz korunur. Rüya Zamanı’nda mücadeleye bakış fiziksel değişim eksenindedir fakat kimyasal dönüşüm yaşanmadığından öz kendini korumaya devam eder. Bu açıdan mücadeleye dayalı kurtuluş inancı ve umudu canlı tutulur. “Birkaç Gül” şiirinde kışın gelmesini geciktirmek için evin önüne gül dikilir. “birkaç gül diktik evin önüne/ mermeri yontan sesin verdiği biçimle” (Bolat, 2019: 10) dizelerinde sinestezik bir algıyla mermeri delme özelliğinin sese aktarılması “gül” kavramıyla birleştirildiğinde mücadelede ısrar etme gündeme getirilir. Şiirde işten çıkan babalara ve maden işçilerine sınıfsal aidiyetleriyle emek bağlamında yer verilir.
Rüya Zamanı’ndaki şiirlerde umut, inanç, kararlılık ve mücadelede ısrar sürdürülürken farklı kültürlere-inançlara “Ermeni köyleri, Hıristiyanların kutsal mekânlarında yakılan mumlar” üzerinden açılım yapılır. Kadın cinayetleri ve diğer toplumsal sorunların işlenmesine devam edilir. Şairin önceki şiirlerine yansıyan izlekler güncel şekilde yeniden üretilir.
“ezici ayaklar gelip geçiyor yanlarından
vahşet görüntüleri hazırlanıyor akşam haberlerine
kanlı anlaşmalar yapılıyor siyaset adına
deprem olasılığı, savaş, kanser oranı tartışılıyor
cehalet, kadın cinayetleri, çocuk ölüler
ama ne güzel açmış küçük mavi çiçekler.” (Bolat, 2020: 26)
Rüya Zamanı geçmişin, umudun ve kurtuluş mücadelesinin sular altına batmış kentler gibi hatırlanmayı beklediği; ağacın toprak altında kalan tohumunun ve köklerinin dışarıdan görülmese de ağacı yeşerttiği; küllerinden yeniden doğacak bir mücadelenin güncel bir ihtiyaç olduğu; üzerindeki çarşaf kaldırıldığı an gereken ilkelerin, değerlerin ve ideolojinin saklı kaldığı; geçmişin bir toz bulutunda konumlandırıldığı yönündeki dizeler üzerine kurulu şiirlerden oluşur. Sınıf mücadelesinin en dinamik olduğu dönemde gelen 12 Eylül darbesinin tarihin üzerine örttüğü tülden perde kaldırıldığında kurtuluşun kaçınılmaz bir gerçek olduğu vurgusu kitaba yansır. Ulaşılması gereken her şey bir kapının ardında, güneş bulutun arkasında, ateş külde gizli olarak kendini korumaya devam eder.
Sonuç: Bitmeyen Kış Uykusu ya da Uyurgezerliğin Eleştirisi
Salih Bolat’ın 1983-2019 sürecinde yayımlanan şiirlerine yansıyan toplumsal izlekler Marksist bir bakış açısının, tarihsel materyalizmin ve diyalektiğin etkisiyle oluşmuştur. Bu izleklerin ideolojik-politik zeminini Marx ve Engels’in tezleri şekillendirmiştir. Kent üzerinden ülke okuması yapılırken tarih, mekân, ideoloji, yabancılaşma, yozlaştırılma, bellek ilişkileri şiirin ideolojik hattıyla bağdaştırılmıştır. Bu bağlamda çeşitli yönleriyle 12 Eylül darbesi, toplumsal dejenerasyon, kapitalist kentleşme, ideolojik aygıtların ve baskı aygıtlarının manipülatif yapısı, sınıflar mücadelesinin seyri ve gereklilikleri; inşaat işçileri, ırgatlar, köylüler, ötekileştirilen kesimler, çocuk işçiler, sokak çocukları, savaş-işgal mağdurları, ekonomik nedenlerle göç edenler, cinsel sömürüye maruz bırakılan kadınlar, kadın cinayetleri; hak ihlalleri, işkence, katliam, özel mülkiyetin ve resmî tarihin sorgulanması Salih Bolat’ın şiirlerinde öne çıkan izleklerdir. Bu izlekler bağlı olarak geliştirilen değerler; güven, bağlılık, adalet, yurtseverlik, halk sevgisi, eşitlik, hoşgörü, enternasyonalist duyuştur. Bu nedenle 12 Eylül’le başlatılan toplumsal tahribat ve bütünlüklerin parçalanması süreci onun şiir kitaplarına satirik bir yaklaşımla yayılmıştır.
Şairin beyitleri kullanması divan şiiri geleneğinden beslendiğine göstermektedir. Uzun ve numaralandırılarak bölümlere ayrılmış, anlatım tekniğinden (öyküleme, betimleme) yararlanılan şiirlerle sıkça karşılaşılmaktadır. Yaşanan toplumsal süreçler anlatımcı şiir bağlamında “kent halkının” yaşadıkları üzerine kurulmuştur. Bunun yanında tiyatro yazım tekniklerinden de yararlandığı şiiri mevcuttur.
Tarihten yararlanarak güncel ile yakın-uzak tarihi bağdaştırma, resmî tarih anlatılarının dışına çıkma, şiir yoluyla alternatif tarih yazımını gerçekleştirme ve toplumsal bellek inşası Salih Bolat’ın şiirlerinin özelliklerindendir. Narkisos, Prometheus, Sirenler, Sfenks gibi Yunan mitolojisine ait anlatılar da onun beslendiği kaynaklar arasındadır. Son şiirlerin bitki temsilleri üzerinden doğayla bütünleşen öznenin toplumsal durumu betimlenmiştir.
12 Eylül’ün bir kış uykusunu başlattığı tarihsel aralıkta ilk şiir kitabını yayımlayan Salih Bolat, aydınlık-karanlık çatışması bağlamında toplumsal belleğin inşasını şiir yolculuğu boyunca terk etmemiştir. Kış uykusu uzun sürse de uyanıldığında izleri silinmiş bir 12 Eylül’ün mücadeleyle sağlanacağına yönelik inanç onun şiirlerindeki temel motivasyondur. Yerelden evrensele uzanan şiirleri sınıfsız sömürüsüz bir düzenin kurulması yolunda insanı merkezi alan, bireyi kitle içinde eritmeyen dizelerle 1980 sonrası Türk şiirindeki yerini özgün biçimde almıştır. Şiir dilini ideolojik propaganda uğruna sloganlara sığdırmadan ideoloji-estetik arasındaki makas açmamıştır, bu yönüyle 70’li yılların şairlerinin toplumcu gerçekçiliğinin bireyi kapsam dışı bırakmasını aşmıştır.
Bolat, Salih. (2019). Rüya Zamanı. İstanbul: Varlık Yayınları.
Bolat, Salih. (2020). İlk Kar. İstanbul: Varlık Yayınları.