.

Zeynep Çilek Çimen: “Motifleri ait oldukları bağlamdan söküp parçalarından katmanlar oluşturuyorum.”

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Zeynep Çilek Çimen, almış olduğu geleneksel sanatlar eğitimi ile nakkaşlık pratiklerini kullanarak batı sanat tarihindeki çiçek gösterimlerini yeniden sorguluyor. Opart dokunuşları ile iç içe geçmiş bitkisel motifler her izleyiciyi, zihninin geri planında sıkışıp kalmış anlam boyutlarıyla karşı karşıya getiriyor. Rengini bahar çiçeklerinden alan gösterimler, minyatür sanatındaki boşluk olgusunu hatırlatıyor. Döneminin çağdaşı diye adlandırılan Kara Memi’nin sanat pratiğini mercekleyen sanatçı, onun stilize edilmiş bahar dallarının natüralist üslubunu kendi yaklaşımıyla yeniden yorumluyor. Saydamdan opağa doğru ilerleyen bir düzende derinlik algısı yaratan stilize çiçek motifleri, tekrarlanıp kimliksizleşerek kendini var ediyor.

Abdullah Ezik, Zeynep Çilek Çimen ile geçtiğimiz günlerde MERKUR’de izleyicilerle buluşan “Bahar” başlıklı kişisel sergisi üzerine konuştu.

Gerek sanat pratiğinizde gerekse işlerinizin arka planında geleneksel sanat eğitimi almanızın izleri hemen fark edilebiliyor. Bu durum bir yandan işlerinizi gelenek ile modern arasında bir yere konumlandırırken diğer yandan çağdaş sanata dair de farklı açılımlar yapmanıza olanak tanıyor. Öncelikle geleneksel sanatlar eğitimi almanız ve nakkaşlık pratiğiniz sizin sanata yaklaşımınızı ve üretimlerinizi nasıl şekillendirdi?

Farklı disiplinlerin pratiklerini işlemek oyun alanımı genişletiyor. Orta Asya’dan Kanuni dönemine geleneksel süsleme sanatlarının altın çağ yaşadığı dönemleri irdeliyorum. Selçuklu döneminde sıklıkla kullanılan motif türü olan münhaninin tekniğinden ilham alarak ürettiğim işler sanatımın bir parçası. Münhani, bir olayın şiddetindeki azalış ve artışlar gösteren çizgiler ve renkler doğrultusunda ilerliyor. “Yön değiştiren” ve “çarpık” anlamına gelen demek bu düşünce biçimi ile yola çıkarak birçok yeni formlara ulaşıyorum. 

Yeni kişisel serginiz “Bahar”, geçtiğimiz haftalarda Galeri Merkür’de açıldı. Bu sergide farklı konseptler etrafında ürettiğiniz işler bir araya geliyor ve ortaya başlıkta da vurgulandığı gibi “bahar”a dair özel bir panorama çıkarıyor. Peki serginin, “Bahar”ın hikâyesi nedir ve bu sergideki işlerinizde nasıl bir düşünce ile hareket ettiniz?

“Bahar” sergisini bir bütün olarak izlemek gerekiyor. MERKUR galeride daha önceki yıllarda açmış olduğum “Saklı Çeyiz” ve “Face-Book” sergisinden sonra “Bahar”ı da bu bütünün bir parçası olarak düşünebiliriz. Saklı çeyizde sandıklarda saklanan kültürel belleğimizin formlarını öne çıkarmaya çalışarak çeyiz sergileme gibi geleneksel ritüellere eleştirel yaklaşımda bulunmaya çalıştım. “Face-Book” sergisinde bu formların detayına girerek kadına etkisi, Selçuklu döneminde sosyal hayatta kadının konumu ve portre temalarını kadın başlıkları üzerinden sorguladım. “Bahar” sergisinde ise benim sanat pratiğime genel bir bakış olarak kurguladım küçük bir retrospektif gibi düşünebiliriz. Sanat yolculuğuma başladığım noktadan geldiğim noktaya olan süreçleri yansıtan işleri birlikte yerleştirdim. 

Döneminin çağdaşı olarak anılan sernakkaş Kara Memi’nin bahar dalları ekolünden çıkarak serginin ismi ne ilham verdi. Natüralist uslubunu op art pratikleri ile yeniden soyutlanan işler ile yarı üsluplaştırılmış çiçekler yaparken aynı zamanda geleneksel süsleme sanatları pratiklerine sadık kalarak yapılmış işler var. Karanfiller, anemonlar, güller, süsenler, zerrinler, laleler… 

Çiçeğin yaprakların yorumladığım işler ve bir fotoperformans işiyle kurgu tamamlanıyor 

“Bahar”da çiçek gösterimleri önemli bir yerde duruyor. Çiçek, geleneksel sanatlarda da kendisine özel bir alan açan özel bir başlık olarak değerlendirilebilir. Bu sergi kapsamında sizi özellikle çiçekler üzerinde durmaya/çalışmaya yönlendiren temel düşünce ne oldu?

Çiçek benim sanat yolculuğumun başlangıcından beri maruz kaldığım bir form. Kimi zaman hayallerle beklentilerle hazırlanan motif kimi zaman çürümeye terk edilmiş bir kalıntı. Sergimin kurgusunda bahsettiğim resimlerden sonra bir fotoperformans ile bitiriyorum. Bu performansta resmini yaptığım çiçeklerden bir seçki yaparak galeri ortamında vazoda yaşayan çiçek olarak sergiliyorum. Bu çiçeği bir empresyonist pratiği gibi her gün aynı saatte aynı saatte instaxla fotobelge haline getiriyorum. Polaroid çıktıların altına kaç gün yaşadığını not ediyorum. Böylelikle bir çiçeğin yaşam sürecine hep birlikte tanık olurken, izleyiciye kalıcı olanla geçici olan kavramları üzerinden sorgulamaya davet ediyorum. Özellikle fotoperformans işimin üzerinden okuyabildiğimiz kök-köksüzlük kavramları ve bir çiçeğin doğasından koparılıp galeri ortamına yerleştirilmesi, izleyiciyle birlikte yaşam döngüsüne tanıklık etmek beni derinden etkiledi. Lilyum 3 gün yaşarken şebboy 18 gün yaşadı, ayçiçeği ise 4 gün. Tıpkı insan ömrümün farklılıkları gibi… Sanırım bu performans beni derinden etkiledi ve işlerime nasıl yansıyacak ben de merak ediyorum. Sergimi ziyaret eden sevgili Taner Ceylan’ın fotoperformansımı Yoko Ono’nun 1964 yılındaki “Yeşil Elma” isimli yerleştirmesi üzerinden okuması çok değerliydi. John Lennon sergi esnasında bu elmayı yemesi ve bu sergide tanışmaları… 

Sergiyi gezerken interaktif eserlerle ziyaretçiler sanat çalışmalarının bir parçası oluyor. Dolayısıyla izleyici aktarılan hissiyat önemli. 

Sarayın önde gelen minyatür üstatlarından biri olan ve Topkapı Sarayı’nda birçok işi yer alan Kara Memi’ye özellikle atıf yapıyorsunuz. “Bahar”da bir yandan Kara Memi’nin sanat pratiğinin izini sürerken öte yandan ondan yola çıkarak kendinize yeni bir alan açmaya çalışıyorsunuz. Bu alanda eğitim almış bir sanatçı olarak Kara Memi size nasıl bir yol gösterdi? Döneminin çağdaşı olarak adlandırılan Kara Memi sizde nasıl bir etki uyandırdı?

Sanatçıları çağına göre değerlendirmek gerektiği söylenir… Kara Memi gelenekselin zor koşullarında döneminin çağdaşı olarak anılmasının önemini sanırım Orhan Pamuk’un Frenk üstatların perspektifini gizlice öğrenen nakkaşların geleneksel tavra ihanetlerini anlatan Benim Adım Kırmızı kitabındaki kurgusunu okuyan birisi daha net anlar. Maalesef hakkında hayatına dair hiçbir kitap olmayan Kara Memi’yi atölyemde kurguladım diyebilirim. Paletindeki naif renklerle, natüralist bir tavır olan bahar dalları ekolünü çıkarmadaki avangart duruşu ile beni etkiledi.

“Derinlik” sizin sergi boyunca üzerinde en çok durduğunuz temel kavramlardan/meselelerden birisi olarak görülebilir. Sergi boyunca saydamdan opağa doğru ilerleyen düzlemde sürekli derinlik algısıyla oynuyorsunuz. Bu meselenin elbette minyatürde de farklı bir yeri var. Peki sizi özellikle derinlik meselesi üzerine çalışmaya yönlendiren ne oldu? Stilize ettiğiniz çiçekler, bu derinlik algısıyla nasıl oynadı?

Motifleri ait oldukları bağlamdan söküp parçalarından katmanlar oluşturuyorum; böylece bir araya geldiklerinde ürettikleri anlamda çok katmanlı oluyor. Bu yapısökümün “çok katmanlılık” ifadesi ile aynıdır. Farklı kimliklerin ve konuların bir araya getirilişi çalışmayı biçim ve anlam bağlamında çoğullaştırmış, bu açıdan motifleri yapıyı söküme uğratıyorum. Seçtiğim konunun derinine inmek olarak veya iki boyutluluktan üçüncü boyuta taşımakla da ilişkilendirebiliriz. Duchampın kübizmden başlayan yolculuğundan Hazır nesneyi sergilediği işlerindeki derinlik gibi. Seçtiğim konuları antropolog hassasiyetiyle irdelemeyi seviyorum. Katman katman aktardığım renklerde köklerimizle olan bağlamı değiştirmeye itiyorum.

Sergi metnindeki şu vurgu benim özellikle dikkatimi çekti: “Eski ile eskimiş aynı şey değildir. Bazı şeyler eskimez.” Bu yaklaşım günümüzde birçok farklı bağlam ile birlikte ele alınabilir. Siz bu noktaya motifler üzerinden dikkat çekiyor ve işlerinizde de bu konunun altını çiziyorsunuz aslında. Bu durumda siz eski ile eskimişi nasıl birbirinden ayırıyor, “Bahar”da bu meseleye dair nasıl bir açılım geliştiriyorsunuz?

Kültürel belleğimizde var olan motifleri zaten günlük yaşam ritüelimizin içinde; camide, kilisede, büyükannemizin halısında karşımıza çıkabiliyor. İşlerimde karşılaştığınız formlar da bu motiflerden oluşuyor. Dolayısıyla işlerime bakanlar kendisinden bir şey buluyor; fakat belki bağlam kurmak için hatırlamakta zorlanıyor olabilir. Bu oluşturduğu kültürel bellek üzerinden eski ile eskimiş kavramlarını ayırabiliriz.

“Kültürel saflık”, saflığın varlığı/yokluğu, ona dair biçimlendirmeler, çiçek motifi, derinlik, eskilik ve sergideki işlerde tercih ettiğiniz renkler üzerinden sürekli tartışılan başlıklar arasında yer alıyor. Bu saflık arayışı beraberinde bir parçası olunan kültüre dair birçok unsuru da zamanla içerisine alıyor. Son olarak “kültürel saflık” meselesine siz nasıl yaklaşıyor, bu kavram üzerinden kendi sanat pratiğinizi nasıl şekillendiriyorsunuz?

Zanaatın ehlileşerek sanat tarihi referansıyla terbiye olması gerekir. Renklerin tutkulu ve duyarlı seçilmesi kendi doğasına tanıklı etmesi gerekir. Işıltılı bir dünyada, oraya dair zevkleri göz ardı edip kendisini yalnızca işine adamış bir sanatçı, bu durum ile özdeşleşmelidir. Üretimini yaptığı ve ömrümün üçte birini geçirdiği atölye mekânı, sanatçının fedakarlıklarla dolu yoğun iç yaşamıyla uyuşur. Kültürler hiç olmadığı kadar iç içe geçmekte, baskın kültürler hâkim duruma gelebilir fakat sanatçı bu duruma karşı duruş sergiler. Kültürel alanda saflıktan söz etmek için sanatçının atölyesindeki inziva hali ile yüzleşmek gerekir.