
Abdullah Ezik
Çatışmalarında kaçma arzusu, yalnızlık, dengesizlik ve kişinin kendisiyle bir başına olma hâli gibi konuları işleyen genç sanatçı Loya Kader Öztürkmen, çoğunlukla elek ve fileden yola çıkarak ürettiği işlerinde kendisine özgü bir dünya arayışı içerisinde yer alıyor. İşleri bugüne kadar birçok grup sergisinde yer alan Loya, “sanatçının içinden geleni eserine aktarması yoğun ve karmaşık bir süreç” olduğunu belirtiyor.
Abdullah Ezik, Loya Kader Öztürkmen ile kariyeri, üretim pratiği ve sanat anlayışı üzerine konuştu.
Sanat kariyerinizin başlangıcında kişisel olarak verdiğiniz mücadele ve bu hedef doğrultusunda attığınız adımlar nasıl bir tutkuyla hareket ettiğinizi göstermek bakımından oldukça kıymetli. Öncelikle sanat kariyeriniz nasıl başladı ve bu tutkunun kökeninde ne var?
Hatırladığım kadarıyla resim her zaman kaynağı belirsiz ve içten gelen bir itiş gücüyle kendini hayatımda gösteriyordu. Öyle ki alfabeyi öğrenmeye çok direnç göstermiştim. Okuma çalışmalarında harflere göz kaş çizer, resimli okuma kitaplarında resmin okumasını yapardım. Tutkumun kaynağının belirsizliği öte yandan çok güçlü olması bana yetenek gerçekten var mıdır? Sorusunu evet olarak cevaplamamı sağlıyor. Kariyerimin başlama serüvenini akademik eğitim almaya başladığım tarih olarak cevaplamam gerekirse 2009 yılında Pamukkale Üniversitesi Güzel Sanatlar Anabilim Dalı’ında Resim- İş Eğitimi aldığım tarih diyebilirim. Gizli girmiştim sınava. Liseden sonra ailemin yanında çalışmaya başlamıştım ancak resim tutkum o kadar baskın geldi ki içinde bulunduğum mutsuzluk tarif edilemezdi. Yaptığım iş resme yeterince zaman ayırabilme olanağı tanımıyordu ve resimden uzaklaştıkta girdiğim mutsuzluğu ailemde fark edince beni çok istediğim, yarım gün gidebileceğim Günaydın Sanat Atölyesi’ne kayıt ettirdiler. Oraya gittiğimde herkes bir telaşın içindeydi ve sebebinin yetenek sınavı olduğunu öğrendim. Sürem 2 ay kalmıştı ve ben de hemen hazırlanmaya başladım. Ailem bu durumu Türkiye’ de sanatla hayatını idame ettiremezsin anlayışından dolayı onaylamayacağı için sınava sadece yaşadığım şehir olan Denizli’de girebildim. Dolayısıyla sanat kariyerimin başlangıcını akademik kariyerimle eş tutacak olursak 2009 yılı diyebiliriz.

Pamukkale Üniversitesi Güzel Sanat Anabilim Dalı’nda Resim-İş eğitimi aldınız, halihazırda ise Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine devam ediyorsunuz. Bir sanatçı olarak güzel sanatlar eğitiminin size kattıkları neler oldu? Yaratıcılıkla akademi sizde nasıl birleşti?
Güzel sanatlar eğitimi boyayı nasıl kullanacağım, rengi nasıl bulacağım gibi temel sanat bilgilerini sağlamıştır. Deneysel olarak zaman alacak bu bilgilere öğretmenlerimin gözetiminde hızlı bir biçimde erişebildim. Yaratım gücünün bireyin yeteneğiyle eşdeğer ilerlediğini düşünüyorum. Öğrenilebilen bir eylem resim yapmak, dolayısıyla resim yapan her birey yetenekli ve yaratıcıdır gibi bir genelleme yapamıyorum. Akademik eğitim de yaratıcılığı destekleyici bir unsur yakalamak güç ancak akademik eğitim gündelik bir nesneye sanat eseri niteliği kazandırmak gibi yaratım gücünü gerektiren bir yolculukta, bunu neden yaptığıma dair çabamı savunacak argümanı sunmayı öğretti.
“Loya” sizin bir sanatçı olarak kendinize verdiğiniz özel bir isim. Bu anlamda, henüz isim noktasında başlayan yaratıcı bir süreç söz konusu. Kendi isminizi bulma yolculuğu nasıl gelişti ve Loya’nın sizin için anlamı nedir?
Loya ismi ait olduğum sanat yolculuğundaki kahramanın ismi, Kader ise duygusu bana ait olmayan hikâyedeki kahraman. Bu harmanlanış esas hikâyemi güçlü kılıyor.

Bugüne kadar birçok grup sergisinde işleriniz yer aldı. Genç bir sanatçı olarak, bu sergi deneyimleri ve işlerinizin doğrudan izleyicilerle buluşması sizi nasıl motive etti? Grup sergilerinde yer almanın bir sanatçı için karşılığı nedir?
Sergiler resmin görünürlüğü açısından önem arz ediyor. Yaşama dair sürecimi, ifade dilim resim. Dolayısıyla anlaşılma kaygısı güdüyorum her insan gibi. İzleyiciyle de resim üzerinden iletişim kuruyorum. Tek bir insana dahi kendimi anlatabildiğimde veya en azından farkındalıkla gelen bir kafa karışıklığı oluşturabildiğimde tatmin olmuş hissediyorum. Grup sergilerinde farklı sanatçıların farklı kaygılarının farklı biçimlerde ifadeleri yer alıyor. Dolayısıyla bu farklılık izleyiciye daha yoğun bir beyin fırtınası yarattığını düşünüyorum.
Elek üzerine karışık teknikle gerçekleştirdiğiniz işlerin sizin malzemeyi kullanma biçiminizi ve nasıl bir sanat anlayışı çerçevesinde eser ürettiğinizi göstermesi bakımından oldukça özel olduğu söylenebilir. Gerek bu işler gerekse diğer üretimlerinizden yola çıkarak, malzeme ve malzemeyi kullanma biçiminiz üzerine ne söylersiniz?
Çalışmalarımda kullandığım başlıca malzeme gündelik bir nesne olan elek ve file. Bu malzemelerin ortak paydada buluşmasını sağlayan ana etmen illüzyon etkisi. Bir bütün olan beden, zihin ve ruh üçlemesini ayrıştırıp irdelerken, malzemenin illüzyon etkisini yansıtmaya müsait yapısı sayesinde bütün olarak sunabiliyorum. Resimlerimdeki fütüristtik etkiyi destekleyen bu malzemeler bireyin özündeki sorgulamayı seyirciye aktararak zihin karmaşasını vurguluyor.
Malzeme her ne olursa olsun işlerinizi karışık tekniklerle üretmeniz dikkat çekici. Birçok farklı tekniği aynı anda kullanmak ve işlere yansıtmak, onlardan bir bütün çıkarmak oldukça kıymetli. Peki bir sanatçı için tekniğin karşılığı nedir?
Sanatçının içinden geleni eserine aktarması yoğun ve karmaşık bir süreçtir. Sanatçının eseri var oluşunu ortaya koyduğu bir noktadır. Sanatçının var oluşunda hangi kaygıları güttüğü eserin içeriğini ve tekniğini oluşturur. Misal sanatçının zihin yapısındaki değişiklik eserine de yansır. Dolayısıyla sanat eseri sanatçısıyla hareket eden devinimlerini onunla gerçekleştiren adeta bir uzvudur. Gelişmek ve gelişirken de değişmek ihtiyacı duyar. Eserlerimde seyirciye sunmadığım birçok yeni malzeme denemeye devam etmem de bundan ileri gelmektedir. Özellikle benim çalışmalarım için söylemeliyim ki gündelik bir nesnenin sanat eserine dönüşme süreci bir takım sanat tarihi bilgisi ve teknik yeterlilikler bununla birlikte kavramsal bir doygunluk gerektirir.

Üç boyutlu işlerinizde, özellikle de elek üzerine olanlarda, yüz ve gözler oldukça başat bir yerde duruyor. İnsan için bir tür kimlik vazifesi gören ve tüm duyguların belki de en net şekilde okunabileceği bu uzuvları işlerinizde sıkça kullanmanız da sizin ilgi duyduğunuz konulara işaret ediyor. Söz konusu bu işlerde neden özellikle yüzler üzerine odaklandınız?
Üç boyutlu işlerimde özellikle aynı yüzü tekrar tekrar kullanmam belli bir rahatsız edicilik yaratıyor. Amacım da o rahatsız edicilik zaten çünkü o yüzler resmin içerisinde konu olan bireyi rahatsız ediyor. Birey üzerinden de iletişim kurduğum seyirciyi. Kimi zaman zihninin susturamadığı başkasına ait olan sesleri temsil eden bu yüzler kimi zaman da direkt kendi zihinsel karmaşasını ifade ediyor. Özellikle yüzlerin gözlerinin olmayışı tekinsiz bir durumun işareti. Çünkü bakan ama görmeyen, var- yok tezadında sorgulamaya iten bir durum. Bu durum kimi zaman kendini suçlayan bireyi kimi zamansa farkındalığı zayıflamış bireye değiniyor.
Çatışmalar, kaçma arzusu, yalnızlık, dengesizlik ve kişinin kendisiyle bir başına olma hali sizin ilgi duyduğunuz temel meseleler arasında sayılabilir. Peki sizi bu konular üzerine özel olarak çalışmaya yönlendiren belirli sebepler oldu mu? Tüm bu konu başlıkları sizin üretimlerinizde nasıl iç içe geçti?
Öncelikle kendimde ayrımına vardığım ve sonrasında her insanda olduğunu fark ettiğim insan hallerinin bu karmaşık yapısı benim var oluş sürecimin bir parçası. İnsanın zihnini kontrol edebilme kabiliyetinin oluşu onun karar vermesini gerektirir. Dr. Joel Hoomans’ın 2015’te yayınladığı araştırmasına göre bir insan günde ortalama 35 bin karar veriyor. Hayvanlarla buluştuğumuz ihtiyaçlarımızda dahi insanın zihnini devreye sokarak irade diye adlandırılmış özellikle idsel ihtiyaçlara karşı durma hali kişi de güçlü bir çatışma hali ve peşi sıra gelen bir kaçma arzusu yaratmaktadır. Büyük bir insan soykırımına sebep olacak gaz odalarının kurulma kararı ile evine dönerken ıspanağın yanına yoğurt almaya karar verme kararı insan zihninden çıkan 35 bin karardan sadece biridir. İçerisinde, insanın algısına göre değişiklik gösteren büyüklü küçüklü hezeyanları barındıran bu karar verme veya verememe halinin insanda yarattığı zihinsel çatışma ve kendisiyle bir başına olma hali beni her zaman çok etkilemiştir. İnsan olmanın zihinsel yükümlülüğünün yoğunluğu benim resimlerimdeki başat elemanın figürler olmasının sebebidir. Bu figürlerin çoklu olmasının sebebi ise bir eyleme karar vermeden önce zihinde oluşan eylem seçeneklerini ana sıkıştırmak istememdir. Karar vermenin güçlüğü, kararın neticesinde doğan eylemin geri alınamaz dönütleri ve doğurduğu başka kararlar, çatışmalar netice olarak da doğan eylem zincirlemesi esas vurgulamak istediğim tekinsiz silsiledir.

Gerçek ve kişinin gerçek ile olan ilişkisi yine sizin işlerinizin dikkat çeken ana temlerinden. Bir sanatçı olarak gerçek ve görmezden gelinen, yok sayılan gerçek(lik) ile kurduğunuz ilişki üzerine ne söylersiniz?
Gerçek kavramının dikkatimi çekmesinde ana etken algının değişkenliği. Bu farkındalığa yıllar önce erişmiştim ve bireyin değişen algısıyla, algıdaki gerçeklik kavramının değişkenliği adeta bir illüzyon etkisidir benim için. Gerçek kavramında algı farklılığı arttıkça gerçeğin de değişiyor oluşu kendi içindeki tezadı ve oluşan bu tezadın kavramlar arası ironisi vurgulamak istediğim. Bireyin algısının gerçekliğinde kendi gerçekliğini yaşaması ve bireyin algısını değiştirmenin güçlüğü bu ironiyi destekleyen başka bir faktördür. Çalışmalarımda gerçeklikle özdeşleştirdiğim materyalimle gerçek kavramının içinde bulunduğu bu ironiyi tıpkı Jean-Leon Gerome’un Kuyudan Çıkan Gerçek tablosunda olduğu gibi, çıplak gerçeğin görmek istenmemesi ve bu yüzden de kuyuya hapsolan gerçekliğe değinerek kişinin algısı ve isteği doğrultusunda görmek istediği kısmı seçmesi için açık kapı bırakıyorum.
Uyanış, Lo-Te, İç-İçe, Sarılma, Çemberin Dışına, Kadın serisi gibi işlerinizde bir tür illüzyon hali mevcut. İzleyiciyi yanıltan, esere daha dikkatli bakmayı gerekten bir durum var burada. İşlerinizin gerçeklik ile kurduğu ilişki düşünüldüğünde bu konuya ayrı bir parantez açmak gerekebilir. Bu illüzyonist etki kökenini nereden alır?
Seyircinin eserlerimi seyrederken daha dikkatli incelemesi gerektiğini fark edip bir adım yaklaşmasını hayatın içerisinde yaşadığımız olaylar silsilesinde durup düşünmemize benzetiyorum. Gerçekliği sorgulayan ve algıdaki değişikliği tetikleyen bir tavır aynı zamanda.
Son bir soru olarak, yakın dönem çalışma ve sergileriniz üzerine ne söylersiniz?
Bir yolculuğun içerisindeyim ve bu yolculukta mola olan veya adımlarımı hızlandırmamı tetikleyen insanlara teşekkür ederim.