Burak Bıyıklı
Merhaba Hakan Bey, Hakan Sarıpolat kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Merhabalar. Kayseri doğumluyum. Çocukluğum ve gençliğim Antalya Kaş’ta geçti. Anadolu Üniversitesi Bilgisayar ve İletişim Teknolojileri Öğretmenliği Bölümü mezunuyum. Erzurum ve Artvin’de öğretmenlik yaptım. Şu an Trabzon’da yaşıyorum. Evliyim, Meriç isminde bir kızım ve Sherlock isminde bir köpeğim var. İşten ve ailemden arta kalan tüm vaktimi okuyarak ve yazarak geçirmeye çalışıyorum.
Edebiyata ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?
Okumak hayatımın içinde hep vardı. Özellikle ücra yerlerde öğretmenlik yapmaya başladıktan sonra okumayı artırdım. Yazmaya ise çokça biriktirdikten sonra başladım. Kurmaca nedir sorusu zihnimde çokça dönüyordu ve bunun üstüne gittim. Neticede öyküler yazmaya başladım.
Kayseri’de doğup Antalya Kaş’ta çocukluk yıllarınızı geçirmişsiniz. Hikâyelerinizde hayvanlara, doğaya; kısacası tabiata ait unsurlara açılan pencereler var. Bu konuda doğup büyüdüğünüz şehirlerin etkisi var mıdır? Ya da siz bunu nasıl açıklarsınız?
Bizler de birer hayvanız. Her ne kadar yaşamımızın çoğunu yarattığımız yapay dünyanın içinde geçiriyor olsak da neticede doğaya aitiz. Yaşama dair her şeyi doğadan öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Küçük bir ilçede büyüdüm, evimiz ormanla iç içeydi. Şanslıydım; ağaçlar, hayvanlar yaşantımın merkezindeydi. Akrep ısırmaları, arı sokmaları olağan şeylerdi benim için.
Ne yaşadıysak onu yazarız ancak. Öykülerimde bu izlere rastlıyorsak bunlarla büyüdüğümdendir.
İlk eseriniz Cıs 2021 yılında yayımlanıyor. Ardından üç sene sonra, 2024 yılında Şehri Terk Eden adlı ikinci bir öykü kitabınız çıkıyor. Sizce bu üç senede yazarlığınız konusunda neler değişti?
Henüz yeni bir yazar sayılırım. Her öyküden-kitaptan sonra değiştiğimi fark ediyorum. İlk dosyamı oluştururken çok daha heyecanlı ve aceleciydim. İkinci dosyada bu durum değişti; heyecanım azaldı, daha ağır yazmaya başladım. Olması gereken de bu sanırım. Daha çok okuyup daha az yazmak.
İshak Edebiyat adlı bir oluşumun genel yayın yönetmenliğini yapıyorsunuz. Bu topluluğun amacı nedir? Hangi amaçlar ile kuruldu?
İshak Edebiyat’ı 2019 yılında kurduk. Geçen beş yılda yüzlerce öykü yayımladık, seslendirdik, tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuş öyküleri gün yüzüne çıkardık, yabancı öykücülerin öykülerini çevirdik, seçkiler yayımladık. Kısacası sadece öykü için çabaladık ve çabalamaya devam ediyoruz.
Siz yalnız bir yazar olarak değil bir okur olarak da tanınıyorsunuz. Okuduğunuz eserlere sosyal platformlar üzerinden olumlu ve olumsuz eleştirilerde bulunuyorsunuz. Belki de Türk edebiyatının başlangıcından beri en çok tartışılan konularından biri bizdeki eleştirmen eksikliği. Peki siz bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Benim yaptığım kapsamlı bir eleştiri değil, ben sadece okuduğum eserler hakkında kişisel düşüncelerimi yazıyorum. Son zamanlarda bunu yapmayı çok azalttım. Yazar da okur da çok hassas. Olumsuz bir eleştiride demoralize olabiliyorlar. Kitabım çıktıktan sonra bunun nedenini daha iyi anladım açıkçası. Eleştirinin mümkün olduğu kadar öznellikten sıyrılarak yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bir metni incelemek meşakkatli bir iş, bunu yapabilmek için yeterli donanıma sahip olmak gerekir. Belki de bu yüzden gerçek eleştiri yazıları azaldı.
Türk hikâyeciliği denilince Ömer Seyfettin, Sait Faik, Sabahattin Ali gibi önemli isimler akıllara geliyor. Ve çağdaş yazarlarımıza nazaran bu isimler okurlar tarafından daha çok tercih ediliyor. Sizce okurlarda çağdaş yazarlara karşı bir önyargı bulunuyor olabilir mi?
Bir okur olarak çağdaş yazarlara karşı önyargım yok. Yazarların çoğu sosyal medya kullanıyor, bir okurun çağdaş yazara ulaşması çok kolay artık. Elde edilmesi kolay olanın değeri de azalıyor sanırım.
Dünya ve Türk edebiyatında beğendiğiniz yazarlar kimler? Etkilendiğiniz yazarlar var mı?
Çok fazla var. Beni en çok etkileyen iki ismi söylemek istiyorum. Franz Kafka ve Gabriel García Márquez. İkisini de su içer gibi okudum zamanında ve tekrar tekrar okumaya devam ediyorum.
“Çöplükteki Patron” patron-işçi sınıfını, “Şehri Terk Eden” adalet, özgürlük ve akıl gibi kavramları barındırıyor. Sizce bir öyküde yahut romanda sosyal meselelerin yeri nedir?
Adalet-özgürlük en fazla ihtiyaç duyduğumuz ve istismar edilen kavramlar günümüzde. Bunlara değinmeden yazmak mümkün değil benim için. Ancak bir yazar olarak sosyal meseleleri çözmeye çalışmıyorum, sadece onlara işaret ediyorum.
“Nenegeyik”, “Gölge” adlı öyküleriniz başta olmak üzere birçok öykünüzde büyülü gerçekçilik akımının izleri görülüyor. Bunun özel bir sebebi var mı? Bu yönünüzü neler besledi?
Var olduğumuz andan itibaren doğa olaylarına anlamlar yükleyerek kendimize mitler yarattık. Bu mitler evrilip büküldü ve toplumları çeşitli şekillerde etkiledi. Şimdi güldüğümüz şeylere zamanında insanlar ölümüne inanıyordu. İnanç insanoğlunun en büyük tesellisi. Anadolu insanı olarak bizler de çok fazla mite-bâtıla-inanışa sahibiz. Bir yazar yaşadığı toplumu yansıtmalı. Ben de bu yüzden okurun büyülü gerçekçi dediği türde yazıyorum sıkça. Ayrıca gerçek bazen görünenin altındadır. Yazmayı gerçekliği eğip bükebildiğim, ona yepyeni bir gerçeklik verebildiğim için seviyorum.
“Nenegeyik” adlı öykünüzde “nine” ruhani, mistik bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Dede ise tam zıttı. Torun, ninesinin ölümünün ardından ormanda bir geyik ile karşılaşıyor ve ninesinin olduğunu anlıyor. Türk kültüründe geyik, kötülüklerden ve kötü ruhlardan korunmanın bir sembolü olarak biliniyor. Siz bu geyik motifini seçerken bunları göz önünde bulundurdunuz mu? Başka öykülerinizde de buna dikkat ediyor musunuz? Yoksa bir tesadüf mü?
Nenegeyik öyküsündeki geyik motifini seçerken Türk inanışlarını göz önünde bulundurdum elbette. Öykü tesadüfe müsait bir tür değil. Eklediğimiz her şeyi bilinçli ekleriz, aksi halde ortaya çıkan şey manasız olur.
“Evde Unutulan Bir Çift Göz”de Vildan, “Gölge”de Deniz’in kızı, “Nenegeyik”de torun gibi öykülerinizde kadın ve çocuk karakterler de var. Siz bu karakterleri nasıl kurguluyorsunuz? Bu süreç nasıl ilerliyor?
Karakter oluşturmak öykünün en önemli parçalarından biri. Karakterin geçmişi, geleceği ve kişisel özellikleri net olmalı. Kurgumuza oturmalı karakter, sallantıda durmamalı. Kadın-erkek-çocuk-yaşlı… Her karakteri kurguya en uygun olacak şekilde seçiyorum.
Bir röportajınızda “Zincir” adlı öyküdeki Cücük Ahmet adlı karakterin ayrı bir öyküsünü kaleme alacağınızı ifade etmiştiniz. Bu konudan vaz mı geçtiniz? Yoksa ileri bir tarihe mi ertelediniz?
Vazgeçmiş değilim. Cücük Ahmet’i bir gün yazacağım, zihnimde yeteri kadar demlenmesini bekliyorum.
Bugüne kadar Cıs ve Şehri Terk Eden adlı iki öykü kitabınızı yayımladınız. İlerleyen zamanlarda roman yazmayı düşünüyor musunuz?
Öyküyü roman yazmanın ön koşulu olarak görmüyorum. İkisini kıyaslamak ya da önce öykü sonra roman sıralaması yapmak da saçma geliyor bana. Bir hikâye ne kadar sayfayla yazılmalıysa o kadar sayfayla yazmak amacım. Bir gün roman yazacağım diye bir hayalim yok fakat şu an uzun sayılabilecek bir kurgu üstünde çalışıyorum.