Başar Başarır: “Babam bıçkın bir şoföre dönüşürken evimize dünyanın en yaratıcı sözleri girdi.”

Ayşegül Şahin

1992 yılından bu yana yayımladığı öykü ve romanlarla Türk edebiyatında ayrıcalıklı bir yer edinen Başar Başarır, bu kez yıllar boyunca satır satır işlediği atasözleri defterini açtı, özel bir seçkiyle Fukaranın Ahı kitabını hazırladı. Başarır’ın halk dehasının izlerini sürdüğü kitap, “Şahane Atasözleri Defterim” alt başlığıyla İthaki Yayınları kitaplığındaki yerini aldı. Yazarla babası Vedat Başarır’ın ağzından dökülen sözlerle harmanladığı “defterini” ve atasözlerinin geçmişten günümüze uzanan incelikli dünyasını konuştuk.

Yeni kitabınız Fukaranın Ahı, “Şahane Atasözleri Defterim” alt başlığıyla raflara çıktı. “Fukaranın ahı, tahtından indirir şahı” atasözünden alıyor kitap adını. Bu söz için “Temenni mahiyetinde” diyorsunuz. Bunu açalım mı biraz?

Açalım efendim. Atasözlerinin çoğu temenni mahiyetindedir. O sözler işler öyle olacağı için değil, öyle olması istendiği için söylenir. Hepimizi biliyoruz ki fukaraların ahı kolay kolay despotları tahttan indiremez. Ama yine hepimiz isteriz ki indirsin. O yüzden de dua niyetine bu sözü söyleriz. Haydi, hep birlikte, hep bir ağızdan bağıralım: Fukaranın ahı, tahtından indirir şahı!

Fukaranın Ahı bir atasözleri derlemesi. Atasözlerine, deyimlere, halk deyişlerine olan ilginizin kaynağı ne? Nasıl başladı bu merak?

Böyle şeyler genellikle evde başlar. Aynı mekânda yaşadığın büyüklerden biri, örneğin deden, ninen ya da masalcı teyzen bal dudaklıdır. Sözün büyüsünü küçüklüğünden itibaren sana aşılar. Benim durumumda bu babamdı. Ben de, üzerinize afiyet, kuytu kulaktım. Biraz da mukallittim. Laf dinleyip söz öğrenmeyi, yeri geldiğinde de taşı gediğine oturtmayı babamdan öğrendim. Tabii okumaya başlayınca da ufkum iyice genişledi. Eski Türk edebiyatı eserleri böyle sözlerle doludur. Hüseyin Rahmi’ye bakın, Abdülhak Şinasi Hisar’a göz gezdirin, Kemal Tahir’i okuyun. Ben de okudukça biriktirdim, heybeyi doldurdum.

Eşinizin ifadesiyle; “Bu kitapta yazarın babasının ruhu dolaşıyor”. Babanız Vedat Başarır’a ithaf ettiğiniz kitabınızda ilişkinize dair anekdotlar da var. Atasözlerini bu kadar kafaya takmanızda nasıl bir etkisi vardı babanızın?

Rahmetli çok tuhaf adamdı ama şahane lafları vardı. Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olmasına rağmen, iki çocuk yetiştirmek belasına ek işler yapardı. Bunlardan en uzun süreni de dolmuş şoförlüğüdür. O zamanlar ilkokullar yarım gündü. Rahmetli peder okuldan çıkıp eve gelir, kravatı sıyırıp şoför yeleğini kuşanır ve Aksaray-Eminönü ring seferi yapan 1951 model Plymouth arabasıyla yollara düşerdi. Hangi işe bulaşırsanız o iş de size bulaşır. Babamın tebeşir tutan elleri yavaş yavaş direksiyon sallayan bıçkın bir şoföre dönüşürken lisanı da “arabacı” argosuyla lekelenmeye başladı. Kötü bir şey olarak söylemiyorum, sadece yaşanan değişime işaret etmektir maksadım. Bu yolla evimize dünyanın en yaratıcı, yer yer küfür soslu, çoklukla dikiz aynasında yansıyan dünyayı tarif eden sözler girdi. Sofrada, salonda bunları duyar olduk. Bunların bir kısmı hafızama takılıp kaldı. Hatırladıkça not aldım, defteri doldurdum. Babamla aramızdaki ilişki mi? O da başka bir sohbetin konusu olsun.

“Şahane atasözleri defteriniz” hayli kabarık olmalı. Kitapta yer verdiğiniz sözleri neye göre seçtiniz?

Öteden beri atasözlerini gruplara ayırırım zihnimde. Yapısına göre, dil ögelerine göre, açık/gizli manalarına göre, fiziki ortamlarına göre… Bunların arasında mümkün olduğunca çeşitlilik yansıtan bir seçki yaptım. İnanın hiç kolay olmadı. Unutmayalım ki bazen atasözleri de eskir, hükümleri aşınır, kavramları çağdışı kalır. Bazıları ise dert üstü, murat üstü yaşar gider. Bazıları düpedüz ırkçıdır, ayrımcıdır, cinsiyetçidir. Kimi sözler -bana göre- bir yanılgıyı besler. Defterimin sayfaları hepsine açık. Ancak seçkiyi yaparken farklı bir tutum takınmam gerektiğine kanaat getirdim ve olumsuz bulduklarımı mümkün olduğunca eledim. Kötü söz sahibine aittir ama kötü atasözü hepimizin sorumluluğu, onları dolaşıma sokmaktan geri durmaya gayret etmeliyiz.

Kendi sorunuzu size yöneltelim: Atasözlerini dinlemeli, öğütlerini tutmaya çalışmalı mıyız? Yoksa onları sadece hoş bir söz, güzel bir cümle olarak alıp defterlerde saklamalı, sonra yine bildiğimizi mi okumalıyız?

Sorunun yanıtını siz de benim kadar iyi biliyorsunuz. Atasözleri çok büyük ölçüde işlevsizdir. Kimse onları dinlemez, kendi bildiğini okur. Ama yine de yeri geldiğinde söyler, tekrar ederiz. Bu neden böyle? Çünkü efendim atasözlerimiz genellikle temenni mahiyetinde söylenir.

Adı ‘ata’sözü olsa da, büyük kısmında “kadın zekâsı” sezdiğinizi yazmışsınız: “Çoğunda dişil yaratıcı zekâ gözlüyorum. Böylesi bilgeliğe erkek aklı ermez.” Size böyle düşündüren nedenlerden bahsedelim mi biraz?

Kişi dünyaya diliyle bağlanır. Sözcükler köprümüzdür. Gönülden gönüle giden bir yol vardır ya, işte o sözdür. İçimizi üç kış ısıtan güzel söz. Atasözleri de onları uyduranların fiziki koşullarını yansıtır. Kırsal kesimin gündemi nasıl tarla, tapan, bağ, bahçe ise dişil dilin atasözlerindeki en büyük yansıması da ev hayatı, çocuk eğitimi, büyüklerle ilişkiler gibi konuları seçmesinde olur. “Kötü söyleme eşine, ağı katar aşına” gibi. Ya da “Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse gelinin başı yarılır” önermesinde sergilenen pırıltılı zekâda olduğu gibi. Daha da ileri gidersek, fiziki bir mekân olarak hamamı konu alan sözlerin tamamı kadınlar tarafından söylenmiş olmalıdır. Erkeklerin aralarına giremediği en mahrem yerlerden biridir orası çünkü. Bunların ötesinde, arada büyük incelik farkı görüyorum. “Ağalık vermekle, yiğitlik vurmakla” diyen erkek kafasıyla “Analar taş yesin, yarımşardan beş yesin” diyen kadın inceliği arasındaki fark ayan beyan ortada değil mi?

İŞİ BİZZAT YENİ ATASÖZLERİ UYDURMAYA KADAR GÖTÜRDÜM

Bir röportajınızda atasözlerini “ışıltılı bir hapishane” olarak tanımlamışsınız: “Yeni bir atasözü duyduğumda, birisi cebime para koymuşçasına seviniyorum. Gelin görün ki kazdıkça içine çekildiğiniz bu pırıltılı damar ona bağlandıkça, hayran oldukça sizi büsbütün kendine hasretmek istiyor. Gide gele bir hapishaneye, ama çok ışıltılı, ihtişamlı bir hapishaneye dönüşebiliyor.” Bu metaforu biraz açar mısınız? Atasözlerine fazla bağlanmak, bir yazarı, bir düşünce insanını nasıl kısıtlayabilir?

Yazma eylemi yaratıcılık içermeli ya, yazıyı aslında yoktan var etmek gerek, o bağlamda eskiyi tekrar ederken insan kendi sözünün hakkını savunmakta zorlanabiliyor. Yazar kendi sesini bulmalı, büsbütün mazinin yankısına kapılmamalı. Bu kolay bir şey değil benim için. O yüzden işi bizzat yeni atasözleri uydurmaya kadar götürdüm. Her ne kadar “yeni atasözü” biraz oksimoron gibi çınlasa da, bütün sözler geçmişte birileri tarafından uydurulduğuna göre, bugün yenilerini üretebilmeliyiz diye düşünüyorum.

On altıncı yüzyılda yaşamış Hollandalı ressam Pieter Brueghel’den de bahsetmişsiniz Fukaranın Ahı’nda. Tıpkı sizin atasözlerimizi kitapta bir araya getirdiğiniz gibi o da dönemin Felemenkçe deyim ve atasözlerini toplayıp tuvaline yansıtmış. “Mavi Pelerin” eserinin ortasında, yanındaki erkeğe mavi pelerin giydiren bir kadın var. “Kocaya mavi pelerin giydirmek”, kadının sadakatsiz olduğu anlamına geliyormuş. Ressam olsaydınız, sizin tuvalinizde hangi atasözleri mutlaka kendine yer bulurdu ve tam ortasında, esere adını verecek hangi figürler olurdu? Bir fukara, padişah ve taht mı, yoksa başka bir şey mi?

Eh bu sorunun yanıtı sanırım kitabın kapağında kendini gösteriyor. Kapakta kocaman Fukaranın Ahı yazıyor ya, sanırım bu tablonun da adı olurdu. Yine kapağa yakından bakarsanız, sağ alt köşede bir taht, o tahtın hemen yanında, yerde, devrilmiş bir taç ilişecektir gözünüze. Tabloyu tamamlayan fukara kim mi? O da işte yazarın adında saklı.

“Yeni hasat” diye ifade ettiğiniz, günümüzde dillerde dolaşan ama hiçbir kaynakta rastlanmayan iki söz de var kitabınızda; “Kurt kışı atlatır ama yediği ayazı unutmazmış” ve “Kul kurar, kader güler”. Yeni kuşaklardan derinlikli, özlü sözler, atasözü olacak güçlü ifadeler pek fazla çıkmıyor sanki. Eski zamanların bilgeliğini taşımıyor muyuz, eskilerin hikmetli dili yitip gidiyor mu? Sosyal medyanın da etkisiyle yaşadığımız dönüşüm, teknoloji dili ve hızlı tüketim kültürü, yeni kuşakların atasözü gibi ortak bir dil geliştirmesini engelliyor olabilir mi?

Sanmıyorum. Olumsuz değilim, hiç değilim. İşte Gezi dönemi ve geliştirdiği dil önümüzde örnek olarak duruyor. “Ey ima edenler, net olun” diye seslenen, “Apış bütün kötülüklerin arasıdır” diye harflere takla attıran genç zekâ yeni bir dil kulvarında yolunu arıyor sadece. Eminim günümüzün sıradan sözlerinden bazıları geleceğe atasözü olarak kalacaktır. Ama bu sözler “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” frekansında olmayacaktır.

Takvimler değişmiş, alfabeler gitmiş, imparatorluklar yıkılmış, tahtlar devrilmiş, ülkeler kurulmuş ama atasözü söylendiği yerde gıcır gıcır duruyor. Bugün yapay zekâ bile bu kadarını uyduramaz herhalde.” Bu satırlarınızı okuyunca yapay zekâdan yeni atasözleri üretmesini istedim: “Karpuzu kesmeden çekirdeğini sayma”, “Aynaya sırtını dönen, kendini başkalarında arar”, “Selfie çeken tavuk, kümeste fenomen olur”, “Mantığıyla kavun seçen, kabuğuna tav olur”, “Bilgi gözlük gibidir, takmayana dünya bulanık”, “Göl kendi suskunluğunda boğar taş atanı”… Nasıl sizce?

Bir-ikisi fena değil ama genellikle zayıf! Yapay zekâ kardeşimize selamımı iletin, o iş öyle olmaz. Bir kere söz ekonomisi gerek, bu kadar uzun atasözü söylenmez, hatırlanmaz, tekrarlanmaz. Kafiye ve redifi de atlamayalım, şiir ve müzikalite ögelerine dikkat etsin. Ha bir de tabii bilgelik gerek. Bunların üzerinde çalışsın, sonra gelsin beni bulsun.

Kitabın sonunda okurlarınızdan hoşlarına giden, nadir duyulan sözleri size yazmalarını istemişsiniz. Bu seçkinin devamı gelecek mi?

Bence bu defter daha çok su kaldırır. Şiddetle inanıyorum ki yeni ciltler ya da genişletmeler gelecek.

Okurlarınızı bekleyen, üzerinde çalıştığınız başka kitaplar var mı?

Olmaz mı? Hanidir yeni romanın üzerindeyim, seneye çıkacağını umuyorum. Tabii araya Fukaranın Ahı benzeri işler sıkışmazsa…