.

Fransa – Cezayir Savaşı’nın Utanç Öyküsü

Özge Kara

Fransız yazar Joseph Andras’ın ilk romanı Yaralı Dostlarımıza, 2016 yılında Fransa’da yayımlandığında kısa sürede büyük ses getirmişti. Gerek konusu gerek dil ve teknik başarısıyla övgü toplayan, konusu nedeniyle “bazı” okları da üzerinde toplayan bu romanla Andras, edebiyat dünyasının “prestijli” ödüllerinden Goncourt Ödülü’ne layık görüldü. Ancak yazar, rekabetin ve yarışmanın edebiyat dünyasında yeri olmadığını bildirerek Goncourt Akademisi’nin bu ödülünü reddetti. Yazar “kendini edebiyata adayarak, görünür olmak zorunda kaldığı bir hayat tarzından kaçınarak, basına görüntü vermeyerek, popüler kültürden uzak kalarak sadece yazdıklarına odaklandığı” bir yaşam sürmeye devam ediyor; bu arada da eserlerini okurla buluşturmaya devam ediyor.

Fransa’nın ardından çeşitli dillere çevrilerek dünyanın dört yanında okurlara buluşan bu güçlü eser, İthaki Yayınları etiketi ve Özgü Berksoy çevirisiyle bu kez Türkiye’de raflarda yerini aldı.

Cezayir – Fransa Savaşı günlerinde bir komünist

Bir zamanlar Britanya İmparatorluğu’nun ardından dünyanın en büyük ikinci sömürge imparatorluğu olan Fransa, bu sömürge geçmişiyle yüzleşme konusunda hiçbir zaman yeterince cesur, şeffaf ve samimi olmadı. Ülkenin geçmişinden bugüne uzanan ve başını en çok ağrıtan hayaletlerin başında, 1954-1962 yılları arasında sömürgesi olan Cezayir yer alıyor. Fransız Sömürge İmparatorluğu, Cezayir’de yürüttüğü acımasız savaşın ardından bu savaşın “suçlarını”, o günlerde işlenen insan hakları ihlallerini, uyguladığı işkenceleri uzun süre reddetti. Öyle ki siyasi baskı, sanatı hiç es geçmedi (her zaman önce sanat ve sanatçı baskıdan payını alır) ve çok sayıda sanat eseri sansürden, yasaklardan ve baskıdan payına düşeni aldı.

Joseph Andras’ın Yaralı Dostlarımıza adlı bu romanı, tam bu noktada ayrı bir önem taşıyor. Çünkü yazarın Cezayir Savaşı günlerinde ölüm cezasıyla yargılanan komünist Fernand Iveton’un gerçek yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı bu eseri, bu trajik dönemin benzersiz bir şekilde yeniden gözler önüne serilmesi; romanın sansür veya yasak baskısına maruz kalmamasını ise o “kirli” tarihle yüzleşme cesareti olarak yorumlamak mümkün.

Roman, Fernand Iveton’un gerçek öyküsünden kurgulandı

Yaralı Dostlarımıza, Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin komünist bir üyesi olan Fernand Iveton’un bir bombalı eylem girişiminin ardından Kasım 1956’da tutuklanmasından 11 Şubat 1957’de giyotine gönderilmesine kadar olan süreci, yani hayatının son aylarını anlatıyor.

Iveton, Kasım 1956’da Cezayir’in hemen dışındaki bir fabrikaya bir bomba yerleştirir. Bomba, herhangi bir can kaybını önlemek amacıyla mesai saatlerinden sonra patlayacak şekilde ayarlanmıştır. İnsanları öldürmek bir yana, bir duvarı bile yıkamayacak güçte olduğu raporlarla kanıtlanan bombanın henüz patlamadan önce bulunması sonrasında yakalanan Iveton, gözaltında insan haklarına sığmayan işkenceler, hakaretler ve tehditler görür. Bir yandan bu işkencelerin karşısında insanlığını ve değerlerini korumaya çalışır bir yandan da büyük aşkı Helene’le anıları eşliğinde aşka, anılara, geçmişe tutunma mücadelesi verir. Alelacele yargılanan Fernand Iveton, “Meskun ya da konut olarak kullanılan binaları patlayıcı madde ile imha girişimi…” suçlamasıyla en yüksek cezayla yargılanır, giyotinle idam edilir. Fernand Iveton, Fransa – Cezayir Savaşı’nda giyotine gönderilen ilk ve tek Fransız kökenli Cezayirli olacaktır.

Andras, romanında Iveton’un işte bu hikâyesini konu ediniyor ama anlatısında bu radikal hayatın daha “mahrem” yönleriyle ilgileniyor. Romanın açılışında, bombalı eylem girişimi ve Iveton’un tutuklanmasını hızlıca anlatıyor; roman ilerledikçe hikâyenin odağına zalimliğin, acımasızlığın “okurken bile hayli sarsıcı” olduğu ayrıntılardan oluşan, liriğin de yerini bulduğu bir kurgu yerleşiyor.

Gerçek ve kurgu bir arada

Yazar, kitabın sonsözünde Fernand Iveton’un gerçek hikâyesini de selamlıyor. Bu bölümde yazdığı gibi, Iveton vakası bir zamanlar o kadar iyi biliniyordu ve öyle yankı uyandırmıştı ki, bu hikâyenin yaşadığı günlerde birçok düşünür ve yazar, bu komünistin ölüme gönderilmemesi için mücadele etmişti. Kendisi de Cezayirli olan yazar ve düşünür Albert Camus, Iveton’a özgürlüğünün verilmesi için yalvarmıştı. Ölümünün ardından da yankısı devam eden bu olaya dair Camus; “Iveton sadece kendi eylemi nedeniyle değil, dönemin ruhu tarafından da ölüme mahkûm edildi. Hem giyotinin Fransızlar için yapıldığını Arap kamuoyuna göstermek hem de Fransız kamuoyunu tatmin etmek istedik.” demiş, Jean-Paul Sartre ise tarihin utanç hikâyelerinden birini yaşayan Iveton’la ilgili; “Iveton kimseyi öldürmek istemediğini belirtti ve kanıtladı. Biz ise onun ölmesini istedik ve amacımıza ulaştık.” ifadelerini kullanmıştı.

Sert bir hikâye, özgün bir dil, akıcı bir kurgu

Gelelim romanın tekniğine…

Andras, politik bir anlatıyı oldukça akıcı ve yer yer şiirsel bir dille aktarmayı tercih ediyor. Yazar sıklıkla paragraf geçişlerinde, ara sıra da cümle geçişlerinde geçmiş zaman ve şimdi arasında gidip geldiği “zamanlararası” bir dil kullanırken aynı sayfada, hatta aynı cümlenin içinde birden fazla sesin bulunmasına izin vererek Iveton’un kaderini çizen politika ve kaderine direnen duygularının manzarasını çiziyor; böylece aynı zamanda kendi özgün dilini oluşturuyor.

Öte yandan Iveton’dan eşi Helene’e, Helene’den Cezayirli komünist Yahya’ya, Jacquelin’e ve diğerlerine keskin geçişler bu “sert” hikâyeyle öyle uyumlu ki, roman akıcılığını bir an olsun kaybetmiyor.

Müslüman ve Arap Cezayirlilerin kültür ve dilleriyle ilgili bilgileri de (ve hatta Arapça cümle ve deyimler), hikâyenin akışını bozmadan romana dâhil etmesi, yazarın dildeki ustalığını bir kez daha gösteriyor.