.

Patrick Modiano’nun “Mahallede Kaybolma Diye” Romanında Boşluklu Belleğin Anlatısı

Çağatay Yılmaz

Belki de günümüz Fransız edebiyatının üzerine en çok konuşulan, tartışılan ve akademik çalışmalara konu edilen yazarlarından biridir Patrick Modiano. 9 Ekim 2014 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldüğünde özellikle Fransız yazın çevresinde oldukça büyük bir şaşkınlık yarattığını söyleyebiliriz. Ödüle aday gösterildiği haftada İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı’na konuşmacı olarak davet edilen Le Figaro gazetesinin editör yardımcısı ve Le Figaro Littéraire’in direktörü olan Étienne de Montety kendisine Modiano’nun ödülü alma şansının olup olmadığı sorulduğunda, Modiano’nun “fazla Fransız” olmasından ötürü ödülü alamayacağını belirtmişti. Modiano ödüle layık görüldüğünde hem Étienne de Montety hem de Fransız yazın çevresinin önemli isimlerinin oldukça fazla şaşırmaları olasıdır. Belki tam da bu “fazla Fransız”lık Modiano’ya bu ödülü getirdi.

30 Temmuz 1945 yılında Paris’te dünyaya gelen Patrick Modiano Belçikalı aktris bir anne ve İtalyan-Yahudi kökenli Selanik kentinde Modiano olarak bilinen ailenin soyundan gelen bir babanın oğludur. Daha çok büyükbaba ve büyükanne tarafından büyütülen Modiano dokuz yaşındayken iki yaşındaki kardeşi Rudy’i aniden kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşar. Yazdığı her kitabı yas tutarcasına kardeşine adar. Bu kayıp Modiano’nun yapıtlarında silik geçmişin sancılı anımsayışlarına ışık tutmaktadır. Belki de yazar romanlarında ebeveynlerinden kopuk bir yaşamdan ve kardeşinin kaybından dolayı yaşanan çocukluk travmasını aşmak için parçalı ve boşluklu geçmişi her anlatısında farklı bir şekilde de olsa yeniden kurgular.

Modiano’nun Raymond Queneau’yla birlikte yakın arkadaşlığı yazarlık kariyerinde önemli bir rol oynar. Modiano 2014 yılında Nobel ödülüne layık görülmeden önce 1972 yılında Les Boulevards de ceinture (Kemer Bulvarları) başlıklı romanıyla Fransız Akademisi’nin büyük roman ödülünü, 1978 yılında Rue des boutiques obscure (Karanlık Dükkanlar Sokağı) adlı romanıyla da Goncourt Edebiyat ödülünü alır.

Anlatılarında özellikle geçmişinin arayışında olan bir öznenin hikayesini kurgulayan ve okuyucuyu bu akışın evrelerine dahil eden bir yazardır Modiano. Onun romanlarında anlatı özneleri gençliğinin kayıp anılarını yeniden keşfeden, kaybolan, silinen geçmişi anımsamaya çalışan roman kahramanları olarak şekillenir. Anlatı, öznenin belleğinin yönlendirmesiyle gençliğine ya da çocukluğuna yaptığı yolculuk boyunca yaşanan olaylarla kurgulanır. Genelde romanlardaki karakterler ve olaylar yazarın özyaşamöyküsünü çağrıştırır. Bundan dolayı Modiano’nun eserleri edebiyat bilimcileri tarafından Serge Dubrovsky’nin auto-fiction (öz-kurmaca) kavramıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Kurgusal ve biyografik anlatının iç içe geçtiği bir anlatıya işaret eder bu kavram. Bu anlatı tekniğiyle birlikte yazar, geçmişini yeniden canlandıran karakterlerin hikayeleri ve gençlik yıllarına saplanıp kalan anıların geri dönüşü ile birlikte kendi özyaşamını sorguya çeker. 

Kendisini Dayatan Geçmiş

Modiano’nun 2014 yılında yayımladığı ve Türkçeye 2019 yılında Nedret Kılıçeri tarafından çevrilen Mahallede Kaybolma Diye başlıklı romanı bellekteki anıların kendisini zorla dayattığı ve karmaşık bir düzlemde yeniden canlandığı bir anlatıyı ele alır. Okuyucu olarak ansızın gelen telefonlarla, birden ortaya çıkıp kaybolan karakterlerle ve tesadüfen karşılaşılan nesnelerle birlikte geri dönülmesi zor bir akışa sürükleniriz. Rastlantıların hüküm sürdüğü hikâyede, anlatıcı oldukça tarafsız bir biçemle okuyucusuna hiç yardımcı olmadan, onu dolambaçlı yollara sokar, bilinmezle baş başa bırakır, zihinsel bir çaba sonucu olayların akışını takip etmeye zorlar ama bunu yaparken de geniş boşlukları yavaş yavaş doldurur, bazen de doldurmadan bırakır.

Bir yolculuk esnasında kaybettiği adres-telefon defterinin başına açtığı bir dizi olaylarla birlikte Parisli bir yazar olan Jean Daragane orada oraya sürüklenir ve her bir yeni tanışıklık, nesne ve anımsama onu çocukluğuna götürür. Bu yolculuk süresince karşılaştığımız kişiler ve uzamlar büyük bir resmin birbirinden kopukmuş gibi görünen parçalarını oluştururlar. Daragane kendisini dayatan bir belleğin pençesine yakalanmış ve silinip giden geçmişinin yeniden canlanmasına maruz bırakılmıştır.

Dediğimiz gibi, unutulmuş bir nesnenin geçmişin kuyusundan gelip kendisini hatırlatmasıyla başlar anlatımız. Hayatının son dönemlerinde tekdüze bir yaşam sürdürmekten oldukça memnun Paris’li bir yazar olan Jean Daragane bir akşamüstü Gilles Ottolini adlı birisi tarafından telefonla aranır. Ottolini Daragane’a kaybettiği adres-telefon rehberini teslim etmek ve ona birkaç soru sormak için buluşmayı teklif eder. Kaybolduğu bile unutulan bu nesnenin bir telefonla birlikte Daragane’ın hayatına yeniden sokulması geçmişin tetikleyici özelliğini daha en başından sezinletir. Hikâye boyunca bellek edilgen bir pozisyonda değil kendisini zorla hatırlatan hatta neredeyse bir özneye dönüşen eyleyen gibi konumlandırır.

Bellek ve anımsama denildiğinde Fransız edebiyatında ilk akla gelen eser Marcel Proust’un başyapıtı Kayıp Zamanın İzinde romanıdır. Proust’un anlatıcısı nesnelerin açtığı bellek kapılarından içeri girmeye hevesli, bir çıkış noktası yakaladıktan sonra anıların detaylarına hücum eden bir söylemi aktarır bize. Oysa ki Modiano’nun bu romanında bellek sakladığı anıları zorla dayatsa da anlatıcı ve hikâyenin kahramanı bu anıları bir türlü doğru kurgulayamaz. Anlatıcı da bu eksik, silinmiş ve hatta zor anımsanan anıları hikayedeki özne kadar bilir ve aktarır. Bu yönüyle okuyucu oldukça çaresiz bırakılmış olup anımsanan isimleri, olayları, uzamları ve nesneleri anlatıcı ve özneyle birlikte takip eder.

Graisivaudan meydanı, Paris’in sokakları ve daha birçok yer Daragane’ın bellleğinin bir köşesine sığınmış aile bireylerini anımsatır ona. Kayıp adres-telefon defterini almak için Gilles Ottolini’yle buluşmaya gittiği Arcade Sokağı unuttuğu aile bireyleriyle özdeşleşen bir uzama dönüşür zihninde ve yok olmaya yüz tutmuş geçmiş yeniden canlanır:

“Sanki asırlardır buralara gelmemişti. Annesinin bu civarda bir tiyatroda sahneye çıktığını, babasının da yolun ucunda, sol tarafta, Haussmann Bulvarı 73 numarada bir ofisi olduğunu anımsıyordu. Ama tüm bu geçmiş, zamanla silinmişti… Güneşin altında kaybolan buhar gibiydi.” (p.14)

Gerçekten de anılarımız güneşin altında bir buhar gibi kaybolup gider mi, yoksa gölgelerin içinden ortaya çıkacağı zamanı mı kollar mı, bilemeyiz. Daragane’ın hikayesinde anılar gölgelerden çıkar ve anlatı boyunca onu yönlendirir. Gilles Ottolini’yle yaptığı buluşmada da benzer bir yönlendirmeyle hikâye boyunca sürüklenir. Ottolini buluşmada ona telefon defterinde yer alan “Guy Torstel” adında birini sorar ve Daragane bu isimde birini hatırlamaz. Bu noktadan sonra Ottolini’nin yardımcısı Chantal Grippay’in yönlendirmesiyle birlikte Daragane bu ismin peşinden sürüklenir. Bu sürükleniş onu Annie Astrand’a kadar götürecektir. Roman boyunca bu ismin kim olduğunu okuyucu olarak kendimize sorarız, son yaklaşana kadar bu merak okuma eylemimizi canlı ve diri tutar. Gerçekten de kimdir Annie Astrand?

Modiano’nun diğer yapıtlarında olduğu gibi bu romanında da tiyatro sahnesinde kısacık rolünü sergilemek için sahneyi çıkıp görevi bittiğinde sahneyi terk eden oyuncular gibi romanda yer alan kimi karakterler çok önemli bir role sahiplermiş gibi görünüp aniden anlatıyı terk edebiliyorlar ya da bunun tam tersi birden anlatıya girip hikâyenin dönüm noktasına yerleşebiliyorlar. Bunu anlatıcının sorgulamasında da görebiliyoruz:

“Neden varlığından bile habersiz olduğunuz, bir kez rastladığınız ve bir daha göremeyeceğiniz insanlar, kıyıda köşede kalarak hayatınızda önemli bir rol oynarlar?” (p.74)

Bu insanların izini sürer Jean Daragane. Gilles Ottolini de romanında başında görünüp çok önemli bir olayın izini sürüyormuş izlenimi verip aniden kaybolmasıyla birlikte ortaya koyduğumuz duruma iyi bir örnek oluşturur. Gerçi Ottolini yaşamında yenidir, geçmişinde kalanlara – Guy Torstel, Annie Astrand- ulaşmaya çalışması, onları bulundukları zaman diliminden kendi şimdiki zamanına sokup tekrardan hayatında onlara yer vermesi kıyıdakileri merkeze yaklaştırma çabası o kadar da edilgen bir yaklaşımla gerçekleşmez. Kendisini dayatan bu belleğin yönlendirmesiyle içine girdiği zamansal yolculuktan Daragane bir sorumluluk hisseder ve hata ettiğini düşünür.

“Belki de bu uzak geçmişe dalmakla hata etmişti. Ne işe yarayacaktı ki? Yıllardır bunu düşünmez olmuştu, öyle ki, yaşamının o dönemi, bulanık bir camın ardında kalmış gibi geliyordu ona. Bu cam, ışığı az çok geçiriyordu, ancak yüzler ve siluetler belli olmuyordu. Yüzeyi kaygan bir cam, bir koruma ekranı gibiydi. Belki de istemli bir bellek kaybıyla o geçmişten kendisini kesin olarak korumayı başarmıştı. Ya da zamanla coşkulu renkler ve keskin köşeler solmuştu.” (s.60)

“Yüzeyi kaygan bir cam” Daragane’ı hangi geçmişten, niçin korur? Gençliğinin ve çocukluğunun anılardan bir şekilde uzak kalmayı başarabilmiş Daragane’ı oraya geri döndürmeye iten şey nedir? “Bulanık bir camın ardında kalmış” olan o çocukluk anılarında bellekten çıkan anılar, suretler ve nesneler kendilerini ne kadar canlı ve taze tutar? Yazar Daragane aslında bu suretlerin ortaya çıkmasını bilinçsiz bir şekilde olsa bile talep ediyordu öyle ki yazdığı Le Noir de l’été kitabında geçmişte bıraktığı o karakterlere belli mesajlar bırakır. Belki de romanımızın başkahramanı belleğin kendisini dayatmasını arzuluyordu. Annie Astrand tarafından Daragane’a yıllar sonra gelen mektup bu arzuyla açıklanabilir:

“Bu kitabı ondan bir işaret gelmesi umuduyla yazmıştı Daragane. Kitap yazmak, aynı zamanda, izini kaybettiği insanlara deniz fenerleri ya da mors alfabesiyle işaretler yollamaktı. İsimleri rasgele sayfalara serpiştirmek ve onlardan gelecek haberleri beklemek yeterliydi.” (p. 56)”

Kendini dayatan bellek aslında arzulanan ve umutla beklenen insanların ortaya çıkması için bekleyen karakterin çağrısına karşılık verir. En başından beri bu zihinsel dayatmaya oldukça açık bir öznenin varlığına emin oluyoruz böylelikle. Ama bu çıkarımı yapmak çok da kolay olmaz. Çünkü Daragane bir rüyadaymış gibi sallanarak oradan oraya savrulur ve biz okuyucuyu da takip etmesi oldukça zor bir çizgide bir ileri bir geri yapmaya mecbur bırakır. Okuma eylemini güçleştiren bu anlatı tekniği bize okuyucusuyla oyun oynamak isteyen bir yazar profilini düşündürtür ister istemez.

Eksik Belleğin İçinde Şekillenen Çocukluk Anıları

Daragane geçmişin izin sürerken birden kendisini ve çocukluğunu soruşturduğu bir düzleme kayar. Boşlukları doldururken bir yandan da anılarını yerli yerince oturtmaya çalışır. Kocaman bir yapbozu tamamlamak için elindeki eksik parçaları kullanmaya çalışan bir zavallı gibi görünür. Çocukluğunda yer etmediğini düşündüğü olaylar birdenbire hayatının tam ortasına yerleşir.

“Çocukken tuhaf gelmeyen şeyleri, yıllar sonra bir bilmece gibi çözmeye çalışırken bulabilir insan kendini, alfabesini bile bilmediğiniz, çok eski bir dilin yarı yarıya silinmiş harflerini çözmeye benzer bu.” (s.95)

Gerçekten de Daragane için silinmiş bu harflerden anlamlı bir cümle yaratmak oldukça zordur. Ancak Annie Astrand’ın peşinde sürüklenirken girdiği uzamlarda ona dair anılar kendiliğinden gelir. Geçmiş artık bir içe dönüşün aracı olarak kullanılır. Saint-Leu-la Fôret’de çocukluğunda yaşadığı eve gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Daragane’ın zihninde anılar belirmeye başlar:

“Sonra hiç çaba sarf etmediği halde, bir başka anı geldi aklına; bu sefer daha belirgin, çocukluğunuzda öğrendiğiniz ve hayatınız boyunca söyleyip aslında anlamını bilmediğiniz şarkı sözleri gibi.” (p.99)

Annie Astrand’a yaklaşırken onunla özdeşleştirdiği uzamlara yaptığı ziyaretler eksik belleğin içindeki kırık dökük anıları daha açık seçik hale getirmeye başlar. Sonlara doğru artık Daragane terk edilme ve geride bırakılma anına doğru yoğunlaşarak yaklaşır. Travmaya dönüş hem uzamsal hem de zihinsel olarak en saydam haliyle gerçekleşmek üzeredir.

Modiano’nun döngüsel bir okuma eylemi gerektiren bu romanının çeviri sürecinin oldukça sancılı olabileceğini tahmin etmek mümkün. Bu ay Esrik Gemi köşemizde yer verdiğimiz Mahallede Kaybolma Diye romanını çeviren saygıdeğer Nedret Kılıçeri’nin çeviri deneyimini ve kitaba dair notlarını yazımızın sonunda bulabilirsiniz.

Prof. Dr. Nedret Öztokat Kılıçeri’nin Çeviri Deneyimi

ÇY: Mahallede Kaybolma Diye anlatısının çeviri sürecini anlatır mısınız?

NK: Patrick Modiano tabii ki adını duyduğum ancak çok yakından takip etmediğim bir yazardı. Can yayınlarının o dönemde Fransızca editöründen gelen bir teklifti. Modiano ile ilgili bir yüksek lisans tezi yönetmiştim. Biçemine ve anlatımına yabancı değildim. Kabul ettim. Çabuk ilerleyen bir çeviri oldu. Uzun bir metin değil zaten.

ÇY: Nasıl bir çeviri edimiydi?

NK: Okuma, yorumlama ve Türkçede söyleme dediğimiz aşamalar her çeviride olduğu gibi yoğun bir çaba gerektirdi. Sade bir anlatım vardı, birkaç teknik ve coğrafi terim dışında zor bir sözlükçe yoktu. “Photomaton” örneği biraz uğraştırdı, uzunca bir süre sonra “Fotomat” dedim. Metin ilerlerken takıldığınız sözcükler aklınızın bir köşesinde durur, sizi sürekli oyalar. Bu da öyleydi. Bir de bazı kişiler: Annie Astrand’ı çok merak ettim örneğin. Merak ederek çevirdim.

ÇY: Çeviride geriye dönüşler oldu mu?

NK: Biçeme alıştıktan sonra sürekli sınanan bir dikkat çabası devreye girdi. Çok sık çevirdiğim yerlere döndüm. Tekrar tekrar okuduğum pasajlar, çevirisini yeniden sorguladığım yerler oldu. Başlığı da buna katmak gerek. “Pour que tu ne te perdes pas dans le quartier”’yi çeviri boyunca düşündüm durdum. “Kaybolmayasın” ile “kaybolma diye” arasında kaldım. Geri dönüşler büyük ölçüde kişilerin muammalı ilişkilerinden kaynaklandı. Okur olarak kimseyi bir yere kolay kolay yerleştiremiyorsunuz.

ÇY: Bir edebiyat okuru ve araştırmacısı olarak çeviriyi yaparken romandan nasıl bir tat aldınız?

NK: İlişkilerin belirsizlik alanında gezindiği bir metindir bu roman. Chantal ve Gilles’in asıl derdi neydi? Annie Astrand tam olarak ne ifade ediyordu çocuk için? Geçmişin kişilerinin peşinde koşan kahramana bakan okur, kurmacanın içindeki denge mekanizmalarını da çok geçmeden duyumsamaya başlar. Anlatıcının konumu nesnel ve yalındır. Çevirdikçe Modiano’nun tarzına hayran oldum. Sizi okur olarak belirsizin alanında kahraman ile beraber sabitliyor, ama arada sırada ufak hareket fırsat(lar)ı da veriyor. Metinde okur için büyük keşifler yok. Bilinmeyen ve daha az bilinenle yetinme gibi bir durum var. Bunu çok sevdim, edebiyat tadı olarak bana iyi geldi. Okuru değişik bir konumda tutuyordu metin.

ÇY: Aradan on yıla yakın bir süre geçmiş. Bugün o metinden ne var sizde?

NK: Annie ve çocuğun fotoğraf çekme hikayesi, gide gele örülür metinde; onun hatırlanması, anlatılması kırılgandır, okurda iz bırakır. Anlatıcının ne aradığını tam bilmeden geçmişten bir şeyleri, bazı kişileri çekip bulmaya çalışması, bitmeyen bir arayış. Paris’in mahalleleri, sokakları, küçük meydan “Graisivaudan” (yazarken her seferinde üç dört kez yazımı kontrol ediyordum!) ve Daragane’ın çalışma masasından dışarıya baktığında gördüğü ağaç. O paragraflarda Daragane ile buluşuyor gibiydim. Kahramanın yalnızlığı bu anlatıda çok güzel verilmiştir. Yalnızlığı sevmesi, seçmesi ve bir telefon defterinin bulunmasıyla o konforlu alandan çıkarak geçmişin izine düşmesi etkileyici bir kurgudur. Yavaş yavaş, okyanusta ilerleyen bir gemi gibi yol alır metin.

ÇY: Çevirinin nasıl alımlandığına ilişkin neler söylersiniz?

NK: Sanırım çağdaş Fransız edebiyatının Nobel ödüllü yazarı olarak bir ilgi görmüştür. Hızla okunduğunu ama okuru rahat ettirmediğini, farklı bir metin olduğunu ve tam da bu özelliğiyle de Modiano okumuş olmaktan memnun olduğunu söyleyen arkadaşlarım oldu. Ama bana en iyi gelen, 2019 yılı biterken yılın kayda değer edebiyat eserleri üzerine yapılan bir soruşturmada Ahmet Tulgar’ın Mahallede Kaybolma Diye’yi anmasıdır.

ÇY: Modiano okurluğunuz devam etti mi?

NK: Tabii. Bir kapı açtı bu çeviri. Hem tanıdık hem de daha keşfedilecek çok anlatısı olan bir yazara dönüştü Modiano. Bir tür yazınsal akrabalık. 2014 yılında -tam da Nobel aldığı dönemde- İstanbul’da tanıştığım eleştirmen, yazar Etienne de Montety Modiano’nun en hoş metninin Dora Bruder olduğunu söylemişti. Fransa’ya gittiğimde hemen aldım ve okuduğumda içimde uyanan kırılganlık ve hayranlığı unutamam. İşte, bir bağ başlıyor ve bitmiyor. Edebiyat okurluğu böyle bir şey.

Kaynakça:

Modiano, P. (2019). Mahallede Kaybolma Diye, çev. Nedret Öztokat, Can Yayınları.