Neriman Hikmet
Şayeste Hanımefendi iki tarafa güç dönebilen vücudunu yattığı iki kişilik ceviz karyolasında oynatarak doğruldu. Başucundaki elektrik düğmesine basarak yorganını açtı, üst üste konulmuş yastıkları kaldırdı. İşte yine kaynaşıyorlardı! Ah bu tahtakuruları ah… Ömrümün sonu geliyor, ta başından beri ona bir gece olsun rahat uyku uyutmamışlardı. Uyumak ihtiyacının yorgunluğuyla mahmurdu. Sallana sallana yere indi, pencerenin kenarında bulunan kanepeye oturdu. Bir müddet dışarısını, sokağı seyre daldı. Fakat uyku dakikadan dakikaya şiddetini arttırıyordu. Gitti, battaniyeyi aldı, tekrar gelip kanepenin üzerine kıvrıldı. Fakat yine hemen uyuyamadı. Durmadan elini orasına burasına götürüyordu. Kaşınmak için…
Şayeste Hanımefendi altmış beş senedir yaşıyordu. Ömrünün bu devresine kadar onu milyonlarca tahta kurusu yedi. O ise bir gece olsun kasten bir tahtakurusu öldürmüş insan değildir. Tesadüfen ezdiği olmuştur. O vakit sırçadan ince kalbi ezilir, narin gönülcüğü bir cinayet işlemiş gibi harap olurdu. Şayeste Hanımefendi öyle bir kadındı ki kimseye kaşının üstünde gözün var demez, karıncaları bile incitmezdi.
Her şeyi vardı, rahat ve bolluk içinde yaşıyordu. Mariz bir iyilik ve merhamet sembolü olmuştu. Her şeye gülümser, herkese epeki, evet, olur, hayhay, baş üstüne sözlerini bol bol sarf edebilirdi. Gözleri hâlâ çocuk bakışını muhafaza ediyordu.
Şimdi bu gece de bu yüksek ahlak yüzünden tahtakurularının birine dokunmadan sıcak yatağından olmuştu.
***
Aynı gece şehrin Teneke mahallesinde iki odalı ahşap bir evin içinde müthiş bir cinayet hazırlığı vardı. İki sene önce dul kocası ölen Nuriye, oğlu Ragıb’ı kapısının eşiğine oturtmuş, ona;
-Sesini çıkarma diyordu. Gürültü etmeden bekle korkma sen. İçeri gireceği zaman hemen yakala hınzırı.
Çocuk kindar bir sesle burnunu çekti, annesine cevap vermeden kendi kendine söylendi;
-O domuz görecek gününü. Evvela ben onun bıyıklarını birer birer yolmazsam!..
İçeride odada üç ev aşırı oturan komşuları Saadet vardı. İki lakırdı etmek için bu saatlere kadar Nuriye ile oturuyordu. Bir şey söylemeden, minderin üzerine ayaklarını üst üste bindirerek olduğu yerde duruyordu. Sigara kutusuna bir sigara sarmak için uzandı.
Nuriye kocası ölünce dokuz yaşında olan Ragıp ile yalnız kaldı. Kimseleri bulunmadığından bu evde kese kâğıdı yaparak geçinmeye çalışıyorlardı. Ev kirası, yiyecekleri, içecekleri hep bu işten çıkıyordu. Bu gece Nuriye’nin her tarafı zangır zangır titriyordu. O canım dalağı kör olasıca nasıl da alıp götürmüştü. Üzüntü ve telaşından Saadetle de meşgul olamıyordu. Yalnız arada bir laf olsun diye ona sesleniyor:
-Vallahi Saadetciğim sen ne talihsiz kadınmışsın, diyor, onun derdini deşerek, üzüntüsüne ortak olmaya gayret.
Yirmi yaşında kumral genç bir kadındı. Üç sene evvel bir manavla evlendi. O vakit üvey anası ona iki entari olsun yapıp bir çeyiz vermemişti. Çıplak gitti adama. Bir sene hastalıklı kaynanasından çekmediği kalmamıştı. Darıltılar, gürültüler… görümcesi gün aşırı ediyordu. Saadet onun söylediklerini tasdik ederek boynunu eğip içini çekiyordu.
-Ah ah… diyordu.
Ve gelir ağabeysine fiskos eder giderdi. Hayatları tatsız geçiyordu. Kocasıyla durmadan kavga ediyorlardı. Kaynana yaşamadı öldü. Tam rahat edeceği sırada kocası denilen o adam kazandığı iki kuruşu oynak dul bir kadına yedirmeye başladı. Haydi tutuldu, ona para yediriyor ne ise amma artık geceleri de eve gelmez oldu. Bu da yetmiyormuş gibi üç aydır evin semtine uğramıyordu. İki yaşındaki çocuğuyla beş parasız yalnız evinde oturuyor, belki de evinde aç öleceklerdi, amma bereket komşularına!.. Fukara mahalleleri birbirlerine yetişmeyi, yetmeyi biliyorlardı.
Saadet geç saatlerde evine döndü.
Onun gitmesinden on, on beş dakika sonra pencereden yere gürültü ile bir cisim indi. Arkasından Ragıp oğlanın cırlak kaba sesi bir muzafferiyeti ilan etti:
-Anne tuttum, geldi domuz geldi.
Nuriye yerinden bir hışımla doğruldu. Acele odada aradığını buldu. Dolaşırken ayakları birbirine dolaşıyordu. Çocuğun yanına gitti. Ragıb’ın elinden kaçmak isteyen onun ellerini tırmalamaya çalışan ve acı acı bağıran mahallenin kocaman tekirinin kafasına maşa ile vurdu. Hayvan olduğu yerde sersemleyivermişti. Hemen dört ayağını kıvırdılar, tekiri bir torbanın içine koydular. Nuriye mantosunu başörtüsünü alarak oğlunu arkasından çağırdı, birlikte sokağa çıktılar.
Gece zifiri karanlıktı, caddelerden lükslerin ışıkları da sızmıyordu. Çoktan söndürülmüşlerdi. Yürüdüler, yıkık bir duvardan atlayarak metruk bir bahçeye girdiler. Kadınla çocuk ilerdeki üstü yarı kapalı kullanılmayan kuyuya yaklaştılar. Her ikisi de yüreklerinde en ufak bir sızı duymadan torba karanlık kuyunun içine bırakıldı. Derinden gelen uğultulu sesler duyuldu. Bu sulara değen bir cismin inişi ve çıkışıydı.
Artık dalağın acısını da unutmuşlardı. Kalpleri rahat evlerine döndüler. Ve serili yataklarına girdiler. Yatakta Nuriye kendisini iyi dinleyemediği, teselli edemediği Saadet’i hatırladı, kendi kendine mırıldandı “talihsiz kadın” ve karar verdi. Onu sabahleyin erkenden gidip yoklayacaktı. Fazla bir şey düşünemedi ve deliksiz ağır bir uykuya daldı.
***
Sabaha karşı Şayeste Hanımefendi yine sancılar içinde uyandı ve kanepenin üstünden kalkarak yatağına koştu, harap bir hâlde ağır vücudunu yumuşak yatağına bıraktı. Şimdi o da derin bir uykuya gömülmüştü.
(Tanin, sayı: 4454, 6 Birinciteşrin 1943, s.6)