
Esin Hamamcı
esin.hamamci@sanatkritik.com
1967 ve 1970 yılları arasında çıkan Ant dergisi, Yaşar Kemal, Fethi Naci ve Doğan Özgüden tarafından kuruldu. Haftalık olarak yayınlanan dergi sonrasında, 1971 yılına kadar aylık olarak yayınlanmaya başladı. Kadrosunda Abidin Dino, Nadir Nadi, Aziz Nesin, İdris Küçükömer, Çetin Altan, Fethi Naci, Mahmut Makal, Refik Erduran, Yaşar Kemal, Onat Kutlar, Fakir Baykurt, Kemal Sülker, Selahattin Hilav gibi önemli isimler yer aldı.
3 Ocak 1967 tarihli birinci sayı, 125 kuruşa satıldı. 12 sayfalık “Türk Solu” ekiyle birlikte verildi. Doğan Özgüden bu sayıda Ant’ın amaçlarını anlatan, sosyalizmin o günkü panoramasını çıkaran yazısını şöyle bitirir;
“Ant, sermayenin bilinçli müdahalesiyle, ilan pazarlıklarıyla, kredi hesaplarıyla bu harekete ‘karşı çıkan, hiç değilse onu yozlaştırmak için ikili oynayan Babıâli basınında yer verilmeyen gerçeklerin dile getirildiği, zincirlenen kalemlerin özgürce konuştuğu bir forumdur. ANT sosyalizmin zaferini ancak halkın demokratik mücadelesinde görenlerin, antiemperyalist mücadeleyi sosyalist mücadele ile birlikte yürütmek kararında olanların dergisidir.
O, sömürücülüğe karşı ant’tır.
O, sosyal adalet için ant’tır.
O, emperyalizme karşı ant’tır.
O, bağımsızlık için ant’tır.
Ant dergisinin kuruluş yıllarında Türkiye’nin siyasi ve sosyal olanakları, yapısı değişmek üzereydi. İlk kez bir sosyalist parti mecliste yer almakta ve TİP, meclis kürsüsünü sıkı bir muhalefet aracı olarak kullanmakta idi. Aslında aynı dönemlerde de sosyalizmin dünyadaki yankısı benzerdi. Vietnam ve bazı Latin Amerika ülkeleri emperyalist ülkelere karşı ulusal sesi yükseltmek, işçi hareketini canlandırmak istemekteydi. Ortadoğu’daki Arap-İsrail Savaşı şiddetlenmişti. Türkiye solu ise olan bitenleri yakından takip etmekteydi.
Siyasi ortamın da getirdiği etkiyle Fethi Naci ve Yaşar Kemal Ant’ı çıkarmaya başladı. Amaçları “bilimsel sosyalizm”di. O dönemde Akşam gazetesi maddî sıkıntı yaşamaktaydı. Bu durumdan çıkıp kurtulması için Malik Yolaç, Doğan Ergüden’i yayın müdürü yapar. Bu görev Ergüden’e Ant’ın yolunu açma imkânı verir. Ergüden’in yayın müdürü olmasıyla, işçiler, grevler, TİP, sosyalist hareketler gibi konular gazetede daha görünür olur. Bu sırada Çetin Altan ise TİP’ten milletvekili adayı olarak 1965 seçimlerine katılır. Altan milletvekili olur ve Yolaç seçimde kaybeder. Bazı sermaye çevreleri bu durumdan rahatsızlık duyar ve bunun üzerine gazetenin çıkmasını zor hâle getirir. Gazetenin tirajları yükselse de reklam almakta zorlanmakta ve artan gelirlerinin getirdiği “artan giderleri” karşılamayacak hâle gelir. Yolaç, bu durumdan Altan’ın yazılarını sorumlu tutar ve Ergüden’e bunların”sosyalist” içeriklerin azaltılması gerektiğini iletir. Ergüden, gazeteyi ayakta tutmak istese de Akşam, Babıâli tarafından adeta kara listeye alınmıştır. Özgüden, yeni bir derginin ihtiyacını hisseder ve sol yayıncılık konusunda ısrarını devam ettirerek, Fethi Naci ve Yaşar Kemal ile Ant’ı çıkarır.
Sahibi ve yazı işleri müdürü Doğan Özgüden’dir. Eşi İnci Özgüden ise teknik sekreterdir. Yirmi birinci sayıdan itibaren derginin müdürlüğü Yaşar Uçar’a devredilir. Ardından yetmiş birinci sayıda müdür olarak Alpay Kabacalı gelir. Yüz kırk sekizinci sayıda sorumlu yazı işleri müdürlüğü Osman Arolat’ın olacaktır. Temmuz 1970’ten itibaren derginin başına tekrar Ergüden geçer ve son sayıya kadar bu görevi sürdürür. 1967-1971 yılları arasında pek çok gazeteciye, yazara, sanatçıya ev sahipliği yapar.
Sosyalist yazarların dönemin sanat olaylarına bakışını incelemek için de oldukça elverişli olan Ant dergisinin, ilk sayısının on birinci sayfasına baktığımızda Yaşar Kemal’in “Milliyetçilik ve Sosyalizm” yazısı ile karşılaşırız. Kemal, kapitalizmi eleştirerek, onun için “belalı, korkunç bir propaganda aracı” diye bahseder.
Fethi Naci, “Sanat” köşesinde 1966’da çıkan kitaplar için yazarlara soru sorduğu bir anket açmıştır ve burada en çok oy alan kitaplar şöyledir: Memleketimden İnsan Manzaraları, Türkiye Üzerine, Kapitaj ile Elleri var Özgürlüğün. Aynı sayıda Memet Fuat’ın her yıl Ocak ayının ilk günlerinde düzenlediği, geçen yılın şair, yazar, denemeci ve eleştirmenler üzerine yaptığı konuşmanın o yıl 4 Ocak’ta ve Türk-Alman Kültür Merkezi’nde saat 18:30’da gerçekleşeceği yazar. Derginin ekindeki bir reklamda Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda Refik Erduran’ın Kartal Tekmesi’nin ve Hababam Sınıfı’nın oynanacağını görürüz. Yine ek sayıda, Memet Rauf, “1966 Türkiye’de Sanat İçin Çözülme Yılı Oldu” başlıklı bir yazısına rastlarız. Bu yazıda 1965 yılında yazarların kendilerini siyasî konulara verdiği, 1966 yılının ise şiir, hikâye, deneme, eleştiri için tam bir “çözülme yılı” olduğunu söyler.
Derginin 10 Ocak 1967 tarihli ikinci sayısında Fethi Naci, “Sanat” köşesinde Refik Erduran’ın Kartal Tekmesi oyununu değerlendirir. Öncelikle tiyatro yazarı olmadığını ancak bu esere hayran kaldığını dile getirir. Öyle ki Erduran, Naci’ye göre “dört başı tam” bir eser yazmıştır. Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları ise en büyük eseridir ve “şiirin, romanın gücünü tarihe ekler”. İkinci sayının on dördüncü sayfasında ise Nâzım Hikmet’in daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış İstanbul Tevfikhanesi’nde çekilmiş ve ilk kez Ant’ta yayınlanan bir fotoğrafına denk geliriz.

Aziz Nesin “Cami-ül Ezher ve Türk Öğrenciler”, yine Fethi Naci “Türk Solu 1966-Sol’daki Karşıt Görüşler”, Çetin Altan “Aydın-Kapitalist Çatışması Sosyalizm Değildir?” başlıklı yazılarıyla dergi içeriğine katkıda bulunur.
Biraz daha ileri tarihli sayılara göz atacak olursak 7 Mart 1967 tarihli onuncu sayı “…Ve Gene Terör” başlığıyla, “Mavi Dosyayı Açıklıyoruz” dosyasıyla çıkar. Dosya konusu, dönem muhalefetinin ilk defa AP iktidarına karşı tek cephede birleşmesine sebep olan “Temel Hak ve Hürriyetleri Koruma Kanunu Tasarısı” adındaki “terör tasarısı”nın bir süredir Adalet Bakanlığı’ndaki mavi bir dosya içinde gizli olmasıdır. Tasarının imzası Adalet Bakanı Hasan Dinçer’e aittir ve dergi yazarlarına göre bu tasarıyı “temel hak ve özgürlükleri” tahrip etmek için yayınlayacaktır; “çünkü AP, sömürü düzenini yürütme ve çıkarını sürdürme zorunluluğundadır.” (s.4) Aynı dosya konusunda Çetin Altan, “Hasan Dinçer ve Ortamı” başlıklı bir yazı kaleme alırken, Feruh Doğan, bir karikatürüyle bu tasarıyı “hükümet darbesi” olarak adlandırır.

Derginin “Sanat” köşesinde sıkça rastladığımız isim Fethi Naci, bu sayıda özel tiyatroların sorunlarına değinir. Gülriz Sururi, Asaf Çiyiltepe, Yıldız Kenter, Ulvi Uraz gibi isimlere “Özel tiyatronun başlıca meseleleri sizce nelerdir?” diye sorar. Örneğin Yıldız Kenter, bu soruya “devletin ilgisizliği yüzünden özel tiyatrolar kalite tutturamamaktadır” derken, Gülriz Sururi, “özel tiyatroların imkânsızlıklar içinde en iyi oyunları vermesi bir mucizedir” diye yanıtlar. Aynı sayıda Attilâ Tokatlı’nın, “Sade ve Sadizm Üzerine” başlıklı yazısına gözümüz çarpar. Burada temel olarak, Sade’in burjuva tarafından “ahlak ve erdem düşmanı” bulunurken bugün, “devrimci” olarak sunulması ele alınır.
Derginin 25 Temmuz 1967 tarihli otuzuncu sayısı, “Tarih Sizi Affetmez!” başlığıyla çıkar. Bu dosyanın yazılarının genel içeriği Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılması üzerinedir ve dergi, yazarını korumak için lehine pek çok belge yayınlamıştır.

Aynı sayının kültür-sanat sayfalarında ise tekrar Nâzım Hikmet’e rastlarız. Bu sefer “Nâzım Hikmet, Moskova’da Meşhurlar Arasında Yatıyor” başlıklı bir yazı karşımıza çıkar. Aslında bu yazı Türkiye adına Haldun Taner’in katıldığı, Dördüncü Sovyet Yazarları Kongresi’nde, ihtilalin ellinci yılında Sovyet Rusya’sına odaklanan bir gezinin devamındadır. İlk yazı ise 20 Haziran 1967 tarihli yirmi beşinci sayıda sayfa sekizde başlar. Haldun Taner, kongre boyunca pek çok not alır, yazarlarla görüşür. Kongrelerde aldığı notları, yapılan konuşmaları dergi okurlarına anlatır.
Otuzuncu sayıya dönecek olursak Taner, Moskova gezisinde meşhur yazarların mezarlarını ziyaret eder. Önce Çehov’u bulur. Sayfa sekizde Novodevichy Rahibe Manastırı ve Mezarlığı’ndan Nâzım Hikmet’in mezarını okurlara anlatır:



“Nâzım’ın mezarı tek bloktan bir kaya parçası. Bunun üzerine İtalyan bir ressamın, onun Yürüyen Adam şiiri için tasarladığı figürü çizmiş, başına Nâzım’ın kıvırcık saçlı başını oturtmuşlar. Nâzım ölmeden birkaç yıl önce söz arasında, ölünce, “Anadolu’ya gömülmesini, baş ucunda da bir çınar bulunmasını vasiyet emiş.” Keşke arzusuna uyulsa idi. Nâzım Hikmet’in mezarı başında, Azerbeycan’ın ünlü şairi Resul Rıza, eşi Genceli Şaire Hayan Nigâr Rıza, oğulları -yine şair- Anar Rıza ve Şair Enver Mehmed Hanlı’yı bulduk. Rus şairlerden birinin Türkiye’yi ziyaretten dönerken bir kova Türk toprağını getirip Nâzım’ın mezarına döktüğünü anlattılar. Nâzım birçok ünlülerin arasında yer alıyor. Taze çiçeklerden belli ki ziyaretçisi çok. Herkes onu hayatında sevmiş, şimdi öldükten sonra da, saymaya devam ediyor. Ne var ki, özlediği gibi Anadolu’da bir köy mezarında bir çınar altında topraklaşmak, çok sevdiği Türk insanlarının arasında eriyip kaynaşmak Nâzım’a daha yaraşan bir son olurdu.”
Taner, buradan sonra Nâzım’dan bahsetmeye devam eder. Moskova’da bir Nâzım Hikmet Arşivi kurulmuştur. Başkanlığa da Sovyetlerin ünlü yazarı Konstantin Simonov getirilmiştir. Taner, bu yazısında Simonov’un evine davet edilir, izlenimlerini aktarır; “Rus konukseverliğini hep duymuşuzdur ya, yine de yerinde görmek gerek. Fransızları, Almanları bir düşünün. Bir de ikramda ölçüsz Rusları. Ziyafet yetmez gibi konuğu giderken de hediyelere boğuyorlar. İngilizleri bir kalem unutacak olursak, konukseverlik galiba Doğu’ya gittikçe artıyor. Rekor belki bizde ama Ruslar da bizden pek aşağı kalmıyor. Konstantin Simonov’un evinde böyle külfetsiz ve içten bir konukseverlikle de ben karşılaştım. Şiir, hikâye, roman, oyun türlerinde kalem oynatan, her dalda da birinci planda ün yapan Simonov, özellikle Gece ve Gündüz, Silah Arkadaşları, Canlılar ve Ölüler’i ile anılır.” (s.9)
Bir arka sayfada ise Abidin Dino’nun “Mevlâna Üstüne Kutsallık Tüccarı” yazısı yayınlanır. Dino, sema ve Mevlâna’nın önemini, izlediği bir semâ üzerinden anlatır. Ancak burada şöyle bir sorun vardır ki, Mevlâna’yı tanıtma ve turizme katkı bahanesiyle tarikatların önünün açılması planlanmaktadır:
“Şiiri bir yana bırakalım, Türk yasaları alanına geçelim; Atatürk tarikatları yasaklamıştı. Bu yerinde olan kararın nedenlerini kısaca hatırlatalım. İstiklâl Savaşı’nda pek çok Mevlevî, Bektaşî, hele Kızılbaş konusunda ‘alafranga’ tutumlarını gösteren bir buluşla, yasamaları akıllarınca atlatan, ‘turistik Mevlevî törenlerine’ bakalım: belirli kanunlar kalkmadıkça, yerlerine yenileri konmadıkça, tekrarlıyorum, ortada suç var! Bir göz kırpmasıyla birlikte deniliyor ki bize: ‘Efendim, turistik bakımdan bu gösteriler…’ Suç üstüne suç! Turizmi körüklemek için inanç ve şiirle oynanmaz.” (s.10)
1960’ların Türkiye toplumunun içerisinde bulunduğu koşulları hafta hafta takip eden, çıkan sorunlar üzerine yazar kadrosuyla birlikte hareket ederek çözümler üretmeye çalışan ve sosyalist amaçları doğrultusunda pek çok yazıya yer veren Ant’ın173 sayısına (3 Ocak 1967-21 Nisan 1970) TÜSTAV’dan ulaşılabilir. Yazarları TİP, TKP ile olan ilişkisi ile de “sosyalist devrim” tezini benimsemiştir. İç politikayı takip ettikleri gibi dış politikayı da radarına almışlardır. Bu doğrultuda yayınlar yapan dergi aynı zamanda devrimin “hemen yarın” geleceğine olan inancıyla uzun süre yayın hayatına devam etmiştir.