Şimel Önal
Demirtaş Ceyhun, 1934 yılında Adana’da doğmuş bir Türk yazar, gazeteci ve edebiyat eleştirmenidir. Genellikle toplumsal eleştiriler, politik temalar ve insanın yaşam mücadelesine dair öyküleriyle bilinir. 1950’lerde yazarlık kariyerine başlamış ve özellikle toplumsal adaletsizlikler üzerine odaklanan eserler üretmiştir. 2009 yılında vefat etmiştir.
Demirtaş Ceyhun’un eserlerinde, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısındaki çelişkiler ve bireylerin bu çelişkiler içindeki mücadelesi ön plandadır. Aynı zamanda edebiyat eleştirileri ve denemeleriyle de edebiyat dünyasında önemli bir isim olarak kabul edilir. Öykü ve romanlarının yanı sıra dergilerde yazdığı köşe yazılarıyla da tanınmıştır.
Demirtaş Ceyhun’un en bilinen eserlerinden biri olan Çamasan, Türkiye’deki köylü-kentli ilişkilerini, sanayileşme süreçlerini ve toplumsal değişimlerin insan hayatına etkilerini işler. Kitapta, insanlar arası güç ilişkileri, adaletsizlik, ekonomik sömürü ve hızlı sanayileşmenin bireyler üzerindeki yıkıcı etkileri dikkat çekici bir şekilde işlenmiştir. Demirtaş Ceyhun, yerel ağızları kullanarak karakterlerin kimliklerini daha belirgin hâle getirmiştir. İçerisinde “Çamasan”, “Çamur”, “Namlu Ağam”, “Velesbit”, “Gebe”, “Bin Yıllık Öykü” olmak üzere toplam altı öykü bulunur. İlk öykü aynı zamanda kitaba adını da vermiştir.
İlk öykü, kitaba da ismini vermiş olan, “Çamasan”, Aşıkpaşaoğlu’nun Türkmenlerin Rum ülkesine gelmelerinin sebeplerini söylediği beyanı ile başlar. Öykü, göçlerden sonra gittikleri bölgelere uyum sağlamaya çalışan halkın günlük yaşantısına, göçtükleri yerlerde yaşadıkları zoruluklara dair ilgili bilgiler sunmaktadır. Geçmişle gelecek arasında bir çatışmayı, Çamasan Dede ve torununun ilişkisi üzerinden anlatmaktadır. Dede geçmişin değerlerine bağlı geleneksel yaşam sürmüş, doğayla iç içe yaşamış, zorluklar çekmiş bir karakter olarak karşımıza çıkar. Dede, torununa yaşadığı zorluklardan bahseder öğütler verir. “Yaaa…Ulan sümüklüüüü… Sen dedenin böyle olduğuna bakma şimdi, eskiden bir babayiğitti ki deden de breh breh breh hani. Otuz üç hane köyün ilk gurbetçisi ben olmuştum, yaaa.” (sf.27) Torunu ise modernleşmenin etkisi altında büyümüştür. İkisi de birbirlerinin isteklerini anlayamaz ve iletişim kopukluğu yaşarlar. Kuşak çatışması günümüzde de hâlen devam etmekte olan bir sorundur.
İkinci öykü, “Çamur”, bu öyküde de göçün ve işsizliğin beraberinde getirdiği sorunlara yer verilmiş. “Bu muydu taşı toprağı altın şeher, bre herif? Gözüne dizine dursun inşallah. Bir baltaya sap olama da sen, gel koynumdaki son reşatıma göz dik ha?” (sf.54)
Hanefi’nin sabah erkenden pazara gitme kararıyla başlar. Hanefi, karısıyla birlikte namaz kıldıktan sonra pazardan kelepir bir el arabası düşürebilmek için yola çıkar. Arabayı aldığında içi içine sığmaz heyecanını eşiyle paylaşmak için yola koyulur. Yolda, çevresindeki kalabalık ve hareketlilikle birlikte, geçmişe dair düşüncelere dalar. Yolda ilerlerken arabası çamura saplanır ve kurtulmak için çabalar. Bu süreçte, kendi içsel sıkıntılarıyla yüzleşip, tövbe çıkarırken yanı başından bir ses duyar. Bu ses hızırın sesidir. Hanefi, hızırla içsel sıkıntılarını tartıştığı derin bir sohbete dalar. Öykü, hızırın, Hanefi’ye “Haydi, eyvallah Donkişot” (sf.83) diyerek el sallaması ve Hanefi’nin bu cümleyle kastedileni anlamamasıyla sonlanır.
Öykü, Hanefi’nin çaresizlik hissi, toplumun zorlukları ve bireysel mücadeleleri etrafında dönerken, aynı zamanda insanın kendi kaderini sorgulamasını da işler. Kısacası öykü, Hanefi’nin yaşamı, içsel çatışmaları ve toplumla olan ilişkisini ele alırken, insanın zorluklarla başa çıkma çabasını ve umutsuzluğunu derinlemesine işler.
Üçüncü öykü “Namlu Ağam”. Öyküde Çukurova’da sıvacı olan Cumali’nin geçmişe dair derin pişmanlıklarını, kayıplarını ve hayatta kalma mücadelesi anlatılır. Anlatıcı, “ağam” dediği lider figürünün kaybı karşısında yaşadığı derin üzüntüyü ve bu kaybın kendisi üzerindeki etkilerini dile getirir. Ağasını tanrılaştıran anlatıcı, onun ölümünden sorumlu olanları cezalandırma arzusunu ve adalet arayışını vurgular.
Öykü, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi arasındaki dönüşümden, toplumun geçirdiği değişimlerden ve bu değişimin insanlar üzerindeki etkilerinden bahseder. Anlatıcı, yeni dönem mimarisini ve caminin soğuk, ruhsuz atmosferini eleştirir. Geçmişle günümüz arasındaki köklü değişimleri; çınarların unutulması, camilerin modernleşmesi ve Batı etkisinin toplumun değerleri üzerindeki etkisi üzerinden aktarır. “Güler de güler babam. Neye? O geometrik biçimlerin aralarından sırıtan doğulu hırtlığının Barok çağa olan yapmacık özlemine.” (sf.85)
Anlatıcı, ağasının ölümünden sonra içine düştüğü çaresizliği ve adaletin sağlanmadığına inandığı için hissettiği öfkeyi dile getirir. Ağası için bir türbe yapma arzusu, ama hiçbir yapının ona layık olamayacağını düşünmesi, bu kaybın kendisi için ne denli büyük olduğunu gösterir. Cumali, bu kaybı hiçbir şeyin telafi edemeyeceğine inanırken, modernleşme ve Batılılaşma ile gelen yabancılaşmayı da eleştiriyor. Namlu Ağam hem bireysel bir yasın hem de toplumsal bir kimlik krizine parmak basıyor.
Dördüncü öykü “Velesbit”, ‘Kondu Gülü Restoran’ adlı bir meyhaneye gelen ‘Baba’ adlı yaşlı bir adamın etrafında gelişen olayları anlatıyor. Baba içeri girdiğinde, meyhanedeki herkes bir an sessizleşir ama kısa süre sonra yine kendi aralarında konuşmaya başlarlar. Baba, eski günlerini ve gençliğindeki maceralarını, özellikle de velesbit sahibi olduğu zamanları anlatır. Eski günlerden bahsedip içki içerken, çevresindekiler ona saygı duyar ve hikâyelerine hayran kalırlar.
Baba, sonunda tavana asılı duran eski velesbitini göstermeye karar verir. Eve gidip bisikleti indirir, eski günlerdeki gibi ona binip bir şeyler kanıtlamaya çalışır. Yolda hızla pedal çevirirken, geçmişini ve kaybettiklerini hatırlar. Öykü, Baba’nın pedal çevirirken anılarında kaybolmasıyla son bulur. Bu, Baba’nın içsel bir yolculuğu ve geçmişe duyduğu özlemi simgeler; modern dünyanın ona yabancılaşmışlığını ve yaşlılığın getirdiği kayıpları ifade eder.
Öykü, toplumsal değişim, nostalji ve kaybedilen değerlerin anlatıldığı duygusal bir hikâyedir. Beşinci öykü, “Gebe”. Öykü, kırk yaşını geçmiş, işsiz ve sigara bağımlısı bir adamın iç dünyasına derin bir dalış yapıyor. Kahramanımız, geçmişte aktif bir şekilde siyasetle uğraşmış, toplumcu görüşlere sahip biri. Ancak şimdi, yaşamın gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalmış, maddi sıkıntılar içinde kıvranıyor.
“Gebe”de anlatıcı, iç çatışmalarını, toplumla olan ilişkilerini, aile hayatı ve geçmişiyle hesaplaşması detaylı bir şekilde anlatıyor. Anlatıcı, bir yandan sigarayı bırakmak zorunda olduğunu hissederken, diğer yandan da bu alışkanlığa olan bağımlılığından kurtulamaz. Geçmişte yaşadığı siyasi mücadeleler, şimdiki hayatında ona yük olarak gözükmektedir. Ailesiyle olan ilişkileri ise karmaşık ve çelişkilidir. Bir yandan karısını ve çocuklarını seviyor olsa da diğer yandan onlarla iletişim kurmakta zorlanmaktadır. Öykü boyunca karısıyla sigara içmemesi konusunda tartışmalar yaşar. Öykünün sonuna doğru gelindiğinde karısının hamile olduğunu öğrenir. Karısı maddi durumlarından ötürü aldırmak ister fakat anlatıcı daha fazla çocuğunun olmasını güç göstergesi olarak görmektedir.
Ne ki, çoğalmak, bir çocuğumun daha olması, gurur veriyor gibiydi bana ve çocuklarımı olumlu birer insan olarak yetiştirebilirsem, görevimi -hiç olmazsa kendi gözümde- yapmış sayılabilirdim belki. (sf.122) Öykü, aynı zamanda toplumun genel sorunlarına da değinir. İşsizlik, yoksulluk, siyasi mücadeleler ve aile içi ilişkiler gibi konular, anlatıcı kahramanın hayatı üzerinden ele alınır.
Altıncı öykü, “Bin Yıllık Öykü”. Toplumsal normlar, bireysel özgürlükler, toplum tarafından atanmış cinsiyet rolleri ve şiddet gibi temalar ele alınmıştır. Yazar, küçük sıradan bir mahallede yaşayan Bayan A. ve Bay K. etrafında gelişen olayları sade, akıcı bir dille ve iç monologlarla anlatıyor. Deyyusun kızı, fabrika işçisi olan eşinin ölümünden sonra başkalarıyla birlikte olmaya başlıyor ve yaşadığı bölgedeki insanlar tarafından linç ediliyor.Bayan A. ve Bay K. deyyusun kızının içinde bulunduğu durumu tartışmaktadırlar. “Toplumsal koşullar kendisini şayet o yolda davranmaya zorlamışsa… Yutkundu. Suçluyu bulmak zor, dedi. Toplum haksızdır. Topluluklar her zaman haksızdır esasında. Kişinin özgürlüğü sorunu bu bence. Ne var ki, bu kadının davranışı bir özgürlük gösterisi değil.” (sf.133)
Deyyusun kızı linç edilip ölüme terk edilmişken, Bayan A. ve Bay K. mahallede bir bağrışma fark ederler. Dışarıdan gelen seslere kulak asınca Fabrikatör Asım Bey’in öldürüldüğünü öğrenirler. Asım Bey’i kimin öldürdüğü sorusuna ise gerçeğe aykırı tek bir cevap verirler: deyyusun kızının sırf maaşına zam istediği için öldürülen kocası…