Aytuğ Tolu
3. Sessiz Fayın Uyanışı
1982’den sonra İzzet Yasar’ın şiir üretimindeki ya da şiir kitabımı basımındaki sessizlik sona erer. 2002’de yayımladığı Dil Oyunları kitabındaki şiirler, 20 yıldır sessiz bir fayın uykuda olduğunu gösterir ve fay uyanır. Fiziğinin iyi olduğunu fakat metafizikten çaktığını söyleyen bir şairdir İzzet Yasar. 2002’den 1918’e kadar yayımlanan şiirlerinde argo, küfür, parodi, ironi, alay, bütünlüklere saldırı, resmî ideolojinin eleştirisi, şiddetin ve savaşın dışlanması, insan merkezli türcülüğe karşı duruş ve hayvan haklarının savunulması, ekoloji sorunları, totaliterlik ve ırkçılık karşıtlığı yer alır. Bu temalar işlenirken özgürlükçü bakış, bireye sorumluluk yükleme, anarşist duruş söz konusudur. Şiir anarşizme, beatnik edebiyata, postmodernizmin tekniklerine kapı aralar. Bu ideolojik değişimde Berlin Duvarı yıkıldıktan sonraki dönemde -1990 sonrası süreçte- bireyci anarşizmin, kimlik hareketlerinin, post Marksizmin, sivil toplumculuğun, radikal demokrasi tezlerinin güçlü bir şekilde yayılmasının etkisi olduğu açıktır. 2017’de “Graf” adlı Youtube kanalında Pelin Doğu’nun şairle gerçekleştirdiği röportaj ondaki ideolojik değişimin nedenlerini belirgin duruma getirir. İzzet Yasar sanatın dünyayı değiştirmeyeceğini, olsa olsa bireysel kurtuluş olabileceğini dile getirirken “ilk halledilmesi gereken toplumsal sorunların” neler olabileceği sorusuna şu şekilde yanıt verir: Demokrasiyi sol, geliştirip yaşatmamıştır; sol, kültürel iktidar olmuştur; solun Kemalist özellikleri/kodları bulunmaktadır. Pelin Doğu’nun “Yazdıklarınız şu an sansüre uğruyor mu?” yönündeki sorusuna İzzet Yasar’ın verdiği yanıt şu şekildedir:
“Son yazdığım şiir kitabını internette yayınladım, bir blog olarak çünkü yani benim içinde büyüdüğüm, geliştiğim çevre beni aforoz etmiş durumda, ‘hain’ diye bakıyor. Diğer taraf -kendine muhafazakâr diyen kesim için de- fazla (nasıl diyeyim) ağzı bozuk şiirler yazıyorum. O yüzden benim kitabımı, şiir kitabımı, basacak bir yayınevi yok benim bildiğim. O yüzden internette yayınladım çünkü zaten para getirmiyor şiir; “Buyurun bedava okuyun” dedim, okumak isteyen bedava okusun dedim.” (İzzet Yasar Röportajı, Pelin Doğu, 2017).
İlk şiirlerindeki çizgisini terk ettiğini bildiren Bölünmelere Karşı Bölücü Şarkı şiirinde, yetiştiği çevreden aforoz edilen kişilerin “hain” olarak yaftalandığını yıllar önce dizelere döken Yasar’ın kitap yayımlatmada karşılaştığı güçlüklerden bahsederken “aforoz” ve “hain” kavramlarını kullanması eleştirdiği söylemin düşünceden eyleme geçmesinin belirtisidir. İçinde yetiştiği çevreyi 1970’li yılların sosyalist kesimi ve sanatçıları oluşturur. Toplumcu çizgi İkinci Yeni şairlerinde de görülür. Şairin o döneme ait “özeleştirisi” O Günlerde şiirinde dile getirilir. Vicdanın bile politik şiddetten etkilendiği iddia edilir. Metinler arasılık tekniğiyle Turgut Uyar’ın dizelerine başvurularak ilgili dönemin sanat ortamının ideolojik-politik eğilimleri eleştirilir. Eleştiri yapılırken “zokayı yutma” ifadesi kullanılıp bir tür alaya alma tercih edilir. Halk adına da olsa politik şiddete başvurmak şaire göre yanlış bir yöntemdir. “Şiddetle azarlanmak” şairin ideolojik dönüşümünü sağladığından gerçeği görmeyi sağlayan bir eylemdir. Bir dönem etkilendiği ideolojinin “zora karşı zor” yaklaşımını terk eden şairin dizeleri şu şekildedir:
“yalnız vicdanıyla yaşayan turgut uyar bile
aynı zokayı yutmuş o günlerde:
‘halk adına dökülen kan
sapı gül dalı güzelliğinde bir bıçaktır’
sağ olasın üstün barışta
haklı bir şiddeti arzulayan
mısralarımı sana gösterdiğim zaman
beni şiddetle azarladığın için
o günlerde” (Yasar, 2021: 165)
Şiddetin dışlanması yeni duyarlılıklara kapı aralar. Fil Yetimhaneleri şiirinde savaşlarda sadece erkeklerin öldürülmeyip kadınların ırzına geçildiğine, rahimlerine süngü sokulduğuna, kibritle yakıldığına dikkat çekilir. Savaş erkek icadı olarak kodlanır, savaşın en önemli mağduru ise kadınlardır. Bu duruma tepki “ben yazarken kusuyorum/ sen okurken kusuyorsun/ insanlık dışı şeyler bunlar” (Yasar, 2021: 170) dizeleri aracılığıyla okurla şair arasında köprü kurulur. “Kusma”, iğrenmenin sonucunda gerçekleşir fakat şiirin devamında “et yeme” eleştirilir, sağlıklı beslenememe diye kabul edilen bu beslenme biçimi alaya alınır. İnka medeniyetinin savaşlardan, depremlerden ve önemli olaylardan sonra hayvan ve insan kurban etmesiyle günümüz medeniyeti arasında bağ kurulur: “keyifle balık tutamıyoruz/ ağız tadıyla kebap yiyemiyoruz/ kaç sene oldu/ vatikan inkaları insan kabul edeli/ sağlıklı beslenemiyoruz” (Yasar, 2021: 170). Din, kurban, savaş kavramları et yeme bağlamında ilişkilendirilir. Halk dilinde geçen “birbirini yeme” ifadesi savaşlarla özdeşleştirilirken hayvan eti yenmesi şiir öznesi tarafından ağzının tadı kaçması ve keyifle balık avlayamama ifadeleri üzerinden karşı çıkılan durumlara ilişkin tepkilerin tersinden söylenmesine dönüşür. Bu bağlamda vejetaryen olduğunu söyleyen Yasar’a Pelin Doğu’nun sorduğu “vejeteryan olmaya iten kararların” neler olduğu sorusuna şairin verdiği yanıt şu şekildedir: “1990’ların sonu… Kâinatta herhangi bir bilinç/sinir sistemi acı/ızdırap çekiyorsa bunun kime ait olduğu önemli değil; bu, kuzu da olur yılan da olur her şey olabilir. O noktaya geldiğimde o zaman dedim yani bu endüstriye katkıda bulunmamalıyım, etik olarak çelişkiye düşüyorum, bıraktım et yemeyi.” (İzzet Yasar Röpotajı, Pelin Doğu, 2017)
Vejetaryen olma tercihinin gerekçeleri, hayvan haklarının savunulmasında Yasar’ın şiirini tepki alanına dönüştürür. Özgeçmiş anlamına gelen Cirriculum Vitae şiirinde çocukken kendisine sıkça paça yedirilip işkembe çorbası içirildiği, hayvanların neredeyse bütün organlarını yediğini, Dolapdere’de bira veren tek işkembecide sakatat yediğini söyler. İlerleyen dizelerde Amerikan usulü ıstakoz haşladığını, Paris’te ve Roma’da farklı sakatatlar yediğini belirten şiir öznesi son dizelerde sadece eski Romalılara ait bir deneyimi gerçekleştirmediğini belirtir: dişi domuzun cinsel organının tadına bakmamak. Tadına baktığı sakatatlar arasında erkek hayvan türlerinin cinsel bölgesi de bulunduğunu söyler. Dişi hayvanın cinsel bölgesini yemediğini söylemesi cinsiyetçi kodlara yöneltilen eleştiridir. Dolapdere’den Amerikan kültürüne, Paris’e ve Roma’ya hayvan eti yenmesi ve sakatat yemekleri üzerinden geçilip atlasta hayvan hakları bağlamında yolculuğa çıkılması evrensel bir gerçeğe yapılan göndermedir. Kültürel yapı, din, dil fark etmeksizin insan türünün et yemesine ve tarihin bu şekildeki seyrine satirik bir yaklaşım sergilenir. Bu şiirde özne önce kendi deneyimlerinden başlar, sonra yaşadığı bölgeden farklı ulusların yaşadığı ülkelere geçiş yapar. Şiirin mekânı genişlediği gibi bireyden insan türüne kaydırılan deneyim ortaklığı görülür, tümevarım yöntemi kullanılır. Hayvan cinsel organının argo sözcüklerle ifade edilmesi İzzet Yasar’ın şiir dilindeki dönüşümü açığa çıkarır. Bu bağlamda Ne Zaman? şiirinde “insanlık” dışlanarak “hurda” hayattan ve insanlıktan ne zaman kurtulacağımıza dair sorular sorulurken hayvan hakları gündeme gelir: “bize benzemeyeni ezmekten/ bayramlarda mezbahaları değil mezarları gezmekten/ derileri yüzmekten ilikleri emmekten/ ne zaman bırakacağız başkalarının ölümünü seyretmeyi/ (…)/ ne zaman bırakacağız bu hurda hayattan/ ne zaman çıkacağız tamamen insanlıktan” (Yasar, 2021:135-136). İnsanlıktan çıkış, insan merkezli türcülüğü terk etmekle mümkündür. Bayramda mezarlıkların ziyaret edilip mezbahanelerin gezilmemesi de yine türler arası eşitsizliğin pratikleridir. Bir kez daha din, toplum, hayvan hakları bağlamındaki eleştiri şiire yansır.
İzzet Yasar’ın ilk şiirlerinde görülen ezilen halkların acısına ortak ve ses olma eğilimi son dönem şiirlerinde başka bir noktaya evrilir. Baskıdan etkilenenlerden öte baskıyı uygulayan egemenlerin resmî ideolojisine yönelik eleştiri güçlendirilir. Şiir öznesi egemen ideolojinin dayattığı kodlardan bireysel olarak bağımsızlaşır, eleştiriyi “içeriden” yapar fakat bu içeride olma durumu bir kültürün içinde doğmayla sınırlıdır çünkü bu kültürel yapıya ve ideolojiye aidiyet sonlandırılmıştır. Derin Darbe şiirinde savaşın ve kahraman mitosunun karşısına bireyin özgürlüğü ve yaşam hakkı çıkarılır. Askerî darbelerin ve asker-toplum bütünleşmesinin eleştirisi rütbelere ait kısaltma ifadelerinin görselleştirilmesiyle betimlenir:
“kor or
kur org
korg ora
tug kora
tüm tüm
onb tüma
her türk doğar
macar ovasında yapayalnız bir yeniçeri
belki hâlâ haykırıyordur
‘ya ben insan değil miyim benim canım yok mudur” (Yasar, 2021: 97)
Bu dizelerde sivil toplumcu düşünce savunulurken birey-sivil bağı perçinlenir. Benzer şekilde resmî tarih eleştirisi Mustafasız Hayat şiirinde de görülür. Resmî tarihin ulusçuluk çalışmaları “kart kurt kar ve kan balesi tam ulusal kutlamalık/ kara kökümüzde kötülük göze beyaz ve perdeydi” (Yasar, 2021: 99) dizelerinde geçen “kara, kötülük, ulusal kutlamalık” kavramlarının ilişkilendirilmesiyle eleştiriye dönüşür. Göze beyaz perde inmesi bir dönemin solunun ulusalcılık bağını göstermek içindir. Şiirin diğer dizelerinde geçen “sıkıyönetim, paşa, efendiler” kavramları askerî yönetimlere ve darbelere yönelik eleştirinin muhataplarını temsil eder. Resmî tarihin anlatılarına yönelik eleştiri Ne Zaman? şiirindeki “ey ulu ittihatçı ey kanperver/ yıllardır şiirimi kirlettiğin yeter” (Yasar, 2021: 135) dizeleriyle devam eder, İttihatçıların kanperverlikle itham edilip şiiri kirlettiğinin söylenmesi kendi şiirinden yola çıkan şairin tümevarım yöntemiyle Türk şiirine getirdiği bir yergidir. Şiirin devamında İttihatçı zihniyetle çok uğraştığını, onların tembihlerini artık dinlemediğini, dizelerini onların söylemlerinden kurtardığını söyleyen “sivil” bir şairle karşılaşılır. Murat Belge’ye ithaf edilen Anıt Yapıt şiirinde Kemalizm’e yönelik eleştiri alay diliyle verilir. “Millet-i sadıka” diye adlandırılan Ermenilerden bir taş/eser bile kalmadığına, cumhuriyetin kadınlar bağlamında sadece Batılı yaşam biçimini “idealize” ettiğine, “kıyımlarla” geçen yeni kurulu düzenin oluşturulduğuna, laiklik söylemine ve uygulamalarına hem anti otoriter hem de merkez-çevre (kanon ve kanun kavramları) çatışması tezi esas alınıp tartışmaya açılır. Perde şiirinde eleştirinin okları daha da keskinleştirilip ulusalcılığın kodlarına, insan yetiştirme programına, merkeze yöneltilerek çevre/sivil ise “ezilen” düzlemine yerleştirilir:
“bin sıbyanın bir ağızdan sabahları ant içmesi neyle açıklanır
bütün türklerin babası vals yapmayı bilen tek adam mıdır
vals yapmayı bilmeyen türkler türklükten küt diye mi atılmalıdır
bayrak töreninde pipisini elleyen bacaksıza ne denmelidir
velisine mi söylemeli tek ayak cezası mı verilmelidir
(…)
yedi kandilli süreyya şüheda ecdad edvar afak
kafa göz gövde bacak kol çene parmak el ayak
ölümsüzlerin yazdığı bir tarih bu onlar ölmüyorlar
mezarlarındalar ama ölmüyorlar
filme çeksek porno olur kelimelerle yapınca edebiyat oluyor
hayat insanı öldürüyor” (Yasar, 2021: 150-151)
Çocukların ant içmesi bir dönem okullarda her sabah okutulan Andımız’ı işaret eder. Eppur Si Mouve (Galile’nin yargılandıktan sonra söylediği “-Dünya- yine de dönüyor” sözü) şiirinde rüyasında ameliyatla İtalyan olduğunu, varlığını İtalyan varlığına armağan ettiğini, içinde doğruluk ve çalışkanlık kalmadığını, gazetelere çıktığını, hastaneden kız kardeşiyle çıkıp İtalyan marka Vespa motora bindiğini ifade eden öznenin parodiye aldığı da Andımız üzerinden Türkçülük ideolojisidir; bu şiir Perde şiirinin dizeleriyle bağlantılıdır. Perde’de eleştirilen eğitim sistemindeki “ceza” uygulamaları şaire göre küçük yaştan itibaren bireyin özgürlüğünü kısıtlamanın ilk bürokratik pratikleridir.[1] Vals üzerinden Batıcılık uygulamalarının tek kişiye indirgenip Aydınlanmanın tarihinin buradan başlatılması yine mizah kullanılıp eleştirilen konulardandır. Şiirin son dizelerinde Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiirine gönderme yapılıp parodi yeniden devreye girer. Tarihin öznesi diyerek önemli insanları kabul edip ölümsüzleştirme yönündeki uygulamalar reddedilir. Yaşanan süreci “porno” diye kabul eden şair, bu kavramı seçme gerekçesini Magna Carta şiirinde netleştirir. İlk dönem şiirlerine yansıyan iki sınıf burjuvazi ve proletaryadır. Bu düşünceden ayrılsa da iki sınıf düşüncesini merkez-çevre (yukarıda-aşağıda kavramları) çatışmasına uyarlar. İlk dizelerde 70’li yılların sınıf mücadelesi alaya alınır, sonraki dizelerde bireyin özgürlüğünü bayraklaştırılır. Sınıflar mücadelesi yürüten çevrelerin hiyerarşik yapısı ve insan yetiştirme programı egemenlerin uygulama ve anlayışlarıyla eşleştirilip her iki kesimi birbiriyle eşitleme çabası görülür:[2]
“sadece iki sınıf vardı göremedik
yukarıda asla yargılanamayanlar
aşağıda hiçbir zaman adamdan sayılmayanlar
tahlil bolluğunda tahlil edemedik
bunu örtmek içindi milli pedagoji
hurdahaş etti gençliğimizi mükemmel pedofili
(…)
ortodokslular arasında noksan kaldık
rahat rahat kızları öpemedik
(…)
bilimsel toplumculuk oplumcu gerçekçilik
etişimsel özdekçilik öztürkçecilik
bir gecede yok oldu rumlar fark etmedik
kırmızı yumurtalara ne oldu merak etmedik
bize fazladan yeni alınyazıları yazdılar
memleketin suç haritasını eksik çizdiler” (Yasar, 2021: 157)
Gerçeğin görülmesinin önündeki engellerden biri de İzzet Yasar’ın şiirlerinde medya olarak sunulur. Ona göre medya insan duygularının ve toplumsal duyarlılığın sınırlarını çizip gerçeğin bütününü göstermeyen bir göreve sahiptir. Medya baskı altında tutulan kültürleri ve bu kültürlere mensup hak arayıcılarının karşılaştığı zorlukları göstermez. Resmî tarih eleştirisi Ermeniler (kırmızı yumurta kavramı) üzerinden verilirken Resim şiirinde Ermeniler tekrar şiirin konusu hâline getirilir. Osmanlı döneminde Hayırsız Ada’ya köpeklerin sürülmesi olayı da bireyin özgürlüğü ve yaşam hakkı yerleştirilir. Bu göç ve bölünme, bütünlüklerin bozulması, yurtsuzlaşma insan-doğa-tarih ilişkisi bağlamında şu dizelerle yansıtılır:
“halatlar gerildikçe geriliyor
tarih adım adım geriliyor
ermeniler birer birer diriliyor
hayırlı ve hayırsız adalarıyla
ikiye bölü nüyor marmara
uzuyor çat lak ankaraya
sular boşalıyor
çan
ka
y
a
y
a” (Yasar, 2021: 129)
Örf şiiri İzzet Yasar’ın, izlekleri hangi zemin üzerine inşa ettiğini gösterir; şiirinin konumlandırıldığı aykırı rüzgâr şu şekilde ifade edilir: “sorma ölürsün dersinde uyuyakalmış suhteler” (Yasar, 2021: 106). Kendisi bu derste uyanık kalmış ve otoriteler tarafından dışlanmış bir “öğrencidir”. Ece Ayhan’ın şiirindeki aykırı sorular soran öğrencilerden biri İzzet Yasar’dır. Şiirlerinde ele aldığı diğer konular arasında otoriteye dönüştürülen şiir sanatını yeniden anlamlandırma, vicdani ret, ekolojik sorunlar, anti otoriterlik, özgürlüğün yüceltilmesi bulunur. Aşkın ticaretten arındırılması gerektiği söylemi ve tüketim toplumuna yönelik eleştiriler de mevcuttur. Bu bağlamda toplumsal sorunları aşacak özne ise bireydir. Tarihte bireyin rolünü anarşizm noktasında güçlendiren şair, sorunların çözümünü bireyin “özgürleşecek” iradesine ve sorumluluğuna yükler. Tüm bu çerçeveyi özetleyen söylem Dolap şiirinde şu şekilde inşa edilir:
“bu tarihi kayyuma versek rahat etsek
Hafızanın zehrini yabancı dillere döksek
Fazla kabak gibi oldu şiir ama içimden öyle geliyor
Kurtulmadıkça utançtan kaldıkça bu tarih böyle tunçtan
Aydınlanmalar aydınlatmalar mühendislik harikaları
Millî mensucat millî sermaye hitit bankaları
Uzun yürüyüşler onurlu direnişler
Emeğin kurtuluşu kadınlara özgürlük yeni bir dünya
Dünya çapında bilim ve sanat üstünlükleri
Ne kadar yücelik varsa bize haram
Kimse askere gitmese savaş mavaş olmaz
-bunu ben bulmadım daha önce godard söyledi- neye yarar
Kimse inek yemese mezbahalar kapanır neye yarar
Kimse para vermese pezevenkler limon satar neye yarar
İmge avcılıkları mısra işçilikleri bilgi
Akıl zekâ ve vicdan tezahürleri neye yarar
Bu dolap çalıştıkça ben durulamam” (Yasar, 2021: 148-149)
Dil, Şekil, Üslup Yönünden Kara Şiirler: Kandan Gökyüzüne, Karanfilden Zakkuma
İzzet Yasar’ın ilk şiirlerinde toplumcu çizginin kavramları görülse de bu kavramlar dönemin diğer toplumcu şairlerinin kavram havuzunun dışındadır. Son şiirlerinde ideolojik değişimin etkisinden kaynaklı olarak şiir dilinin kavramları da yenilenir. İlk dönem kullanılan sözcükler, farklı anlamları inşa etmede alaya alınır. Şiir dilinin en belirgin yana sokak dilinde geçen sözcükler, argonun kullanımı ve aykırılıktır. Metin Eloğlu ile başlayan şiir dilindeki değişimler Ece Ayhan’ı ve Can Yücel’i etkiler. Argonun ve küfrün kullanımı 1980 sonrası süreçte küçük İskender’in şiirlerinde görülür. İzzet Yasar’ın 2002 sonrası şiir sürecindeki argo ve küfür kullanımı şiir dilinin bileşenlerini oluşturur.
İzzet Yasar’ın şiirlerinde bir sanat akımı olan postmodernizmin etkileri görülür. Bu nedenle parodi, mizah, ironi, metinler arasılık kullanılır. Bir sanat olarak şiire yüklenen otorite ve yüceltme ters yüz edilir. Nazım Hikmet, Mehmet Akif, Ahmet Haşim’in dizelerine gönderme yapılıp bu dizelerin eleştirilmesi için ciddi söylem terk edilerek alay öne çıkarılır. Ciddiyet içeren tüm baskılayıcı otoritelere saldırı söz konusudur. Metinler arasılık kullanılarak Orhan Pamuk’un Kar kitabındaki Ka’nın şiirlerini kendi dizelerine geçirdiğini ilgili şiirin girişinde açtığı parantezde açıklar ve şu ifadelere yer verir: “Ben birini geçirdim. İlgilenen şair arkadaşlar da geçirsinler, dergilere göndersinler, ortalık biraz şenlensin, diyorum” (Yasar, 2021: 125). Şairin edebiyat ortamına, atmosferine ve kanonik yapıya bakışı bu şekildedir çünkü ciddiye alınıp “abartılması” gereken bir durum yoktur.
İzzet Yasar, şiirlerini kurarken öyküleyici anlatım tekniğinden yararlanır. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında köprü kurarken geçmişle yüzleşip şimdiyi şekillendirerek geleceğe yürüneceğini alt mesaj olarak verir. Bu zaman geçişlerinde geçmişin yeniden kurgulanması postmodernizmden yararlanıldığını belirginleştirir çünkü tarihin tekeri geriye dönmez.
Şiirde içerik-biçim ilişkisinin kurulduğu örnekler mevcuttur. Bu bağlamda içeriği görsel açıdan temsil edecek biçime yer verilir. Okuyucuda zihinsel değişimi hedefleyen dizelerin temsil edildiği ifadeler şu şekildedir: “gözlerine sürme çekeyim mi/ bozayım mı gözlerini ister misin” (Yasar, 2021: 156). İkinci dize, astigmat rahatsızlığına sahip bir okuyucunun gördüğü bulanıklığa göre yazılır. Bu dizeye astigmat olmayan bir okuyucu zorlanarak okur. Eğlenceye alınarak yazılan bu dize esasında okuyucunun zihnine otoriteler ve yasalar tarafından yerleştirilen kodların bozuma uğratılmasına yöneliktir. Şairin de şiirde yapmak istediklerinden biri de budur.
Sonuç: Yasaların Karşısında Kurulan Şiir
Şiir ve ideoloji ilişkisi Türk şiirinde tartışılan konulardan biridir. Şiirin hangi ideolojinin etkisinde yazıldığı, şiirin söylem alanına mı dönüştürüldüğü, şiirde ideolojinin ne derece olabileceği üzerine ortaya atılan sorular ve görüşler şairlerin poetik yazıları ve şiirleri üzerinden tartışmaya açılır. Bu bağlamda İzzet Yasar’ın şiirleri bir şairin ideolojik seyrinin şiirdeki izlekleri ve söylemi nasıl etkilediğini açığa çıkarmada önem arz eder. 70’li yıllarda Marksist toplumcu çizgi Yasar’ın şiirine hâkimken 1982-2002 dönemi şairin sessizliğiyle geçen bir döneme tekabül eder. 2002’de yeniden şiir kitabı yayımlanan Yasar farklı bir ideolojik hatla okuyucuların karşısına çıkar.
İlk dönemde Marksizm’in etkisiyle tarihi ve toplumu burjuvazi ve proletarya üzerinden sınıflı şekilde okuyan şair, sessiz kaldığı dönemi sona erdirirken tarihi ve toplumu yeniden sınıflı şekilde ele alır. Burjuvazi-proletarya ayrımını belirleyen iktisadi bakışın dışına çıkıp bireyi ve sivil toplumu özgürlük temelinde güçlendiren yukarıdakiler-aşağıdakiler şeklindeki iki sınıflı toplumsal düzeni eleştirir. Yukarıdakiler-aşağıdakiler kavramsallaştırması merkez-çevre çatışması diye bilinen asker-bürokrasi/egemenler ile sivil toplumu oluşturan kesimlerin ayrışmasını temsil eder. Yukarıdakiler; bürokratlar, elitler, otoriteler, yasa yapıcılar, elitlerdir. Aşağıdakiler; dili ve kültürü baskı altına alınan, zulme uğrayanlar, ötekileştirilenler, tarih boyu ya da tarihin belirli bir döneminde ezilenler, cinsiyet ve milliyet ayrıştırmasına maruz bırakılanlardır. Bunun yanı sıra verili düzen hayvanları da sömürür. Üstyapıya eleştiri sunulurken altyapı ilişkilerinin ve iktisadi verilerin devre dışı bırakılması ideolojik açıdan yanlış ve eksik bir toplum okumasına yol açar. İzzet Yasar’ın eleştiriye sunduğu konular/sorunlar tarihsel gerçekliğe işaret eder fakat bu sorunların çözümü olarak sınıflı toplumu altyapıdan ayırmak sorunun çözümünü geciktirmeye yol açar. Bu eleştiriden İzzet Yasar kendisini ayrıştırır çünkü o, şiirin toplumsal kurtuluşa katkı sağlamayacağını söyler. Aynı şekilde Ortodoks Marksizm konusundaki eleştirileri yerindedir fakat bu, sınıflı toplumun var olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ele aldığı tarihsel kırılmaları sadece resmî ideoloji bağlamında değerlendirmesi emek-sermaye çelişkisinin tarihi yönlendiren gerçek olduğunun yadsınmasıdır. Sapmalara karşı Ortodoks yaklaşım eleştirilmelidir, bunu yapmak ya da bunu yaparken “yalnız/azınlıkta” olma hâli yeni bir yol açılmayacağına ya da yol açmanın getirisi olmayacağına dair beslenen umutsuzluk ise asıl sapmadır. Bu bağlamda sapma mevcut paradigmadan değil ideolojiden bağımsızlaşmadır.
İzzet Yasar’ın şiirindeki ideolojik serüvenle gerek ülkedeki gerek uluslararası arenadaki solun teorik savruluşu birbirine paraleldir. Reel sosyalizmin çözülüşünün ardından ideolojik-politik alanı dolduran sivil toplumcu tezlerin ortak noktası bireyler toplamının “aktivist” eylemliliğine dayanması ve özgürlüğü öne koymasıdır fakat özgürlük, sınıfsal temelden bağımsız değerlendirilemez. Bu noktada sosyalist bir yapı ve düzende oluşacak geçici hiyerarşi de Yasar’ın şiirlerine yansıdığı şekliyle “baskıcı, otoriter, totaliter” aşamaya geçme riski taşır. Bunun çözümü de onun şiirlerinde geçtiği gibi bireyin iradesiyle ve özgürleşmesiyle mümkündür. Ayrıca kurulu düzenin değiştirilmesinde bireye yüklenen sorumluluk sınıf-kitle hareketlerinin dışlanmasına yol açar. Bu bağlamda tarih yapıcı özne olarak sınıfın yerine birey/ler yerleştirilir. Negri ve Hardt’ın tezlerinde de otonomi ve otoritelerin karşısında özgürleşen birey yüceltilir.
Çerçevesi çizilen eleştirel hat şiir diline dönüştürülürken ve şiir kurulurken beatnik edebiyattan ve postmodernizmin tekniklerinden etkilenmelere kapı aralar: argo, küfür, sokak dili, parodi, alay, ironi, mizah, metinler arasılık kullanımı. Bu aşamada şiir sanatı da “ciddi/ağır başlı” bir tavırdan “bağımsızlaştırılmaya” çalışılır. İzzet Yasar’ın şiirindeki ideolojik değişim post Marksizm’in, postmodernizmin, sivil toplumculuğun, merkez-çevre çatışması tezinin, bireyci anarşizmin, kimlik hareketlerinin görüşlerinin, otonomi ve özerk birey düşüncesinin etkisi altındadır. Onun şiirlerinde kullanılan kavramlar bu ideolojilerle yakın ilişkidedir çünkü kavramları belirleyip zihinlere yerleştiren mevcut toplumsal koşullar ve ideolojilerdir, şairler de bir insan olarak kavramlarla düşünen öznelerdir ama kavram ustalarıdır. Şiir düzleminde ise Ece Ayhan’ın ideolojik açılımı ve Can Yücel’in şiir dili İzzet Yasar’ın şiirleriyle bağlantılıdır. Onun şiir dilinde çağrışımlardan yararlanma mevcutur.
Şairin bir başka özelliği de her şiir kitabının 20-30 sayfadan oluşmasıdır. Kanonun dışına çıkarak son dönemde şiirlerini bloglarda yayınladığı görülür. Kanonun dışına çıkma, kendisinin deyimiyle “aforoz” edilmeyle eşleşir.
İzzet Yasar, Türk şiirinde özgün bir noktada üretim yapan şairlerinden biri olarak ideolojik değişiminin de etkisiyle 1980 sonrası Türk şiirinde ortaya koyduğu izleklerle önemli şiirler yazmıştır. Dönemin toplumcu izlekler üreten şairlerinden farklı olarak kitle hareketlerinin ve egemenlerin ideolojilerini ve insan yetiştirme programlarını eleştirmiştir. Her ne kadar “aforoz” edildiğini iddia etse de -ki doğrudur- her ne kadar şiirlerine yansıttığı ideolojik kırılma eleştiriye açık olsa da dizeleriyle dönem şairlerini “gizliden” de olsa etkilediği ve şiirde yeni bir kapı açtığı/açılan kapıyı güçlendirdiği yadsınamaz. İzzet Yasar, çaldığı ateşi bir yere götürmeyi hedeflemeyen bir Prometheus’tur.
Kaynakça
Yasar, İzzet. (2021). Kuş Bakışı. İstanbul: Yapı Kredi yayınları.
Doğu, Pelin. (2017). “İzzet Yasar Röportajı”. Graf, Youtube. https://www.youtube.com/watch?v=pt2sAfNbxm8 Erişim Tarihi: 22 Ağustos 2024.
[1] Kavis şiirinde geçen “yokluğumda kimsenin suçu yok tamam mı/ varlığım türk varlığına haram olsun” (Yasar, 2021: 145) dizelerde ulusal aidiyeti reddeden bir tavır vardır.
[2] Ekşi Zaman şiirinde geçen “öyle dururum/ geçmişim benim de mıcırlı zaten/ ölü önder övmüşlüğüm var/ biraz haset ve şükran bana yeter/ artık ekşi zamanda yaşıyorum” (Yasar, 2021: 142) dizelerde yine şairin ilk döneminde etkilendiği ideolojiye yönelik eleştiri ve bugün bu ideolojinin reddedilmesi söz konusudur.