Hasan Turgut
turguthsn@gmail.com
Orhan Koçak’ın Bahisleri Yükseltmek isimli incelemesi Turgut Uyar’ı merkeze alarak Türkçe şiire ilişkin münhasıran katı ama aynı oranda esnekleşen önermeler içerir. Metinde temel teorik bagaj olarak Harold Bloom’un “etkilenme endişesi” adıyla kavramsallaştırdığı şiirsel okuma yöntemi seçilmiştir. Buna modernist edebiyatın gözde izleklerinden “deneyim” kavramının tartışılması eşlik eder. Uyar’ın poetik inşasına giden yolda karşısına çıkan handikap, imkân ve gerilimlerin şiirsel alana izdüşümlerinin mahiyetleri Koçak’ın eleştirisinde işbaşındadır. Koçak’ın, Bloom’dan yardım alarak kurduğu teorik çerçevenin, birtakım eksik okumaların kaynağı olabileceği yönündeki eleştiriler kitabın spekülatif boyutu tarafından devre dışı kalır. Dolayısıyla metin boyunca, halihazırdaki tespitlerle yürüyen ve bu tespitlerin başka yorumların ihmali pahasına üretildiğini kabullenen bir yazınsal bilinçten bahsedilebilir.
Koçak’ın “sezme-dağıtma-parçalama-toparlama-yeniden dağıtma” düzeneğinde kurduğu metninin Uyar şiirine ilişkin birtakım genel geçer değerlendirmeleri ıskartaya çıkardığı ve bu yolla daha temkinli bir okuma gerçekleştirdiği belirtilmelidir. Ancak tasfiye sürecinin önceki metinlerin büsbütün gözden çıkarılarak gerçekleştiğini söylemek yanlış olur. Koçak, Uyar hakkında yazılmış eleştirilerden kalkarak onları cari koşullarda yeniden ele alır ve başka teorik yaklaşımların ışığında farklı ilişkiler kurar. Edebiyat incelemelerinde eleştiri yazılarının kurmaca metinlerin olağan açıklaması olduğu yolundaki giderek yaygınlaşan betimleyici üslup, Koçak’ın yönteminde daha çatışmacı bir perspektifle ikame edilir. Koçak’ın kısmen sertleşen yaklaşımı Uyar şiirine tevarüs eden kimi eleştirel yetersizlikleri aşma dürtüsüyle dolaysız irtibat halindedir. Ne var ki, bu keskin yöntemin radikal biçimde seleflerinin gerçekleştirdiği okumalara sırtını döndüğü ve sıfırdan bir eleştiri hareketi başlattığı söylenemez. Koçak ilerlemeci olmayan bir tarzda eleştirinin diyalojik zeminine ilişkin olanakları seferber ederek metnini kurar. Kimi bölümlerde dozu artan düşüş ve yükselişlerin altında bu zeminin açtığı ilişkiselliği yitirmeme kaygısı yatıyor olmalıdır. Koçak’ın eleştirisindeki stratejiler Uyar şiirine dair uzlaşma ve çözülmeleri daha sahih kılmak ve böylece başka poetik durakların belirmesi adına ortaya çıkmış gibidir. Stratejilerin çokluğu giriş ve çıkışların sayısını aynı oranda artırmıştır. Nitekim metnin görece dağınık kurgusunun bu yapısal tasarımdan doğduğunu vurgulamak gerekir.
Uyar şiirini açıklamaya dönük her girişimin nihai olarak İkinci Yeni’yi açıklama çabasına düğümlenmesi bu kitabın da bariz izleklerinden biridir. İkinci Yeni’nin Türkçe şiirin kültürel/politik anlatısındaki pozisyonuna ilişkin mevcut okumalar metnin döngüselliği içinde sorunsallaştırılır. Bu okumaların İkinci Yeni şairlerinin alımlanışındaki birtakım motivasyonları tanımlamakta yetersiz kaldığı ve eleştirel düzlemde bir statükonun kaynağı haline geldiği ileri sürülmektedir. İkinci Yeni’nin Türkçe şiirdeki temsilinin hangi hesap ve kaygıların gölgesinde gerçekleştirildiği “icat” eyleminin sınırlarını belirlemiştir. Koçak İkinci Yeni’nin isimlendirilme sürecinden yola çıkarak şiirde icat fikrinin fenomenolojik kökenlerine dair bir tartışma yürütürken aklında Bloom’un teorisi vardır. Buna göre, etkilenme endişesi çok güçlü bir geleneğin sonucudur; onun varlığı hem geç kalmışlık duygusunun hem de kışkırtıcı bir yaratma dürtüsünün kaynağıdır. Bunun yanında, hiçbir şiirin tek başına ifade ettiği bir anlam yoktur; her şiir başka şiirlerin müzakere ve çatışma ağına dahildir. Ancak bu barışçıl bir ilişki değildir; Bloom’un teorisinin bir tür sosyal Darvinizm olarak görülmesinin nedeni de dostane teması boşa çıkartan provokatif söylemidir.
Şiirler arasındaki yapısal benzerlikler gelenek içinde kendisine sunulan yeri kabul etmeyen şair için yüksek düzeyde bir endişenin nedenidir. Ancak Bloom’un hükümran bir gelenek varsayımı üzerine kurduğu şiirsel icrasının Türkçe şiirde ve Uyar’da mutlak bir mütekabiliyet sergilemediği vurgulanmalıdır. Tanzimat’la birlikte kadim Arap-Fars şiiri yükünün yerini alan Batılı modelin bir gelenek anlatısı ürettiği söylenemez; eksen kaymasının getirdiği yenilikler modelle eşzamanlı bir ilişkidense tek taraflı bir etkilenmeye yol açmıştır. Koçak’ın da vurguladığı gibi Bloom’un anlattığı türden bir geleneğin işlemesi için sadece bakış değil, bir bakışma olmalıdır. Türkçe şiirin model tarafından ikincil bir ilişkiyle taltif edilmesi şairleri ontolojik inşa açısından bir yetersizlik deneyimine hapsetmiştir. Koçak, Uyar’ın da gelenek fikriyle doğrudan yüzleşmediğini ve selefleriyle irtibatını düşük yoğunluklu bir yakınlık olarak tuttuğunu savunur. Ancak gelenek yokluğunun başka türden icatlara aralandığını ve bilhassa Uyar’ın kendisinin de seleflerini, şiirini yazarken keşfettiğini görmek gerekir. Uyar’da icat fikri kendi kâbusunu ve kendi etkilenme endişesini birlikte üretmiştir. Ne var ki Koçak’ın incelemesinde bu üretimlerin doğasına ilişkin yabancılaştırıcı çizgiler oldukça fazladır.
Koçak, Uyar’ın 1956’da yazdığı “Efendimiz Acemilik” başlıklı ünlü denemesinden şu cümleyi alıntılayarak oldukça hararetli bir tartışmanın fitilini ateşler: “Ben kırkından sonra artık yazmayan şairlerimizin, hayatın yükü, geçim derdi falan gibi sebeplerle değil… kendilerini yeniden icat edemediklerinden sustuklarına inanıyorum.”[1] Yeniden icat fikrinin gerek Uyar’da gerekse Türkçe şiir kamusunda tartışılmaksızın bir kenara konmasının yarattığı sıkıntılar kitabın tekrarlanan temalarından biridir. Koçak, Uyar’ın bu cümlesine herhangi bir cevabın gelmemesini kendi karşıtıyla karşılaşmamış olmasına ve dolayısıyla aksiyon eksikliğine bağlar. İkinci Yeni ismine dair yürütülen soruşturma sonra gelenin öncekini yani Garip’in Birinci Yeni olarak takdimini zorunlu hale getirir. Muzaffer Erdost’un farkında olmadan yaptığı bu tanımlamanın bir gelenek icat etme fikriyle dolaysız bağlantısı vardır. Koçak bu noktada “mancınık” benzetmesini kullanır: “Öndeki kefeye bir anda çok ağır bir cisim düşüyor ve arkadaki kefede duran taşı daha da ileriye fırlatıyor.”[2] İkinci Yeni’yle birlikte başta Garip üyeleri olmak üzere birçok şairin yeniden pozisyon almaları İkinci Yeni’nin şiirsel alana güçlü biçimde nüfuz etmesiyle ilişkilidir. Bununla birlikte icat eyleminin kendisinin modernleşme söylemiyle kesişen boyutlarını görmezden gelmemek gerekir; Garip’in bir, İkinci Yeni’nin iki olduğu bir denklemde sıfırın kapsamı Cumhuriyet’in doğurduğu ilerlemeci perspektifin kanonik temayüllerini barındırır. Ancak bu problemin İkinci Yeni’yi oluşturan şairler tarafından önemsenmemesi ve Uyar dışında hemen hepsinin şairlik hayatlarını İkinci Yeni’yle başlatmaları konforlu bir tavra tekabül eder. Uyar’ın muadillerinden ayrışan tarafı şiirsel dönemleri arasında mutlak bir kategorizasyona gitmemesi ve içeriden bir değişimi zorlamasıdır. Koçak, Uyar’ın İkinci Yeni’nin tamamına teşmil ettiği modernleşmeci ilişkiyi yeğlemeyip kendi külliyatına yönelik bir dönüşüm praksis’i gerçekleştirdiğini belirtir. Bir başka deyişle, Uyar merkeze ve edebî ortalamaya kıyasla gerici sayılabilecek bir şiiri retroaktif bir tutumla o merkeze uğratmadan daha ileri taşıma becerisi göstermiştir.
Koçak, Bloom’dan mülhem etkilenme teorisinin gıyabında Uyar şiirini “tanınma geçidi” ve “yalnızlık geçidi” olarak da betimlediği iki doğum ânıyla ilintilendirir. İlki Türkiyem kitabıyla ödül aldığı döneme denk düşer; Nurullah Ataç kitabın önsözüne “Onun için atıyorum zarımı.” diye yazmıştır. Ancak Uyar’ın asıl ve sahici doğumu ikinci seferde gerçekleşecektir; Koçak, Kierkegaard’ın İsrail bakireleri hakkındaki özdeyişine atıfla çalışmayla şiirsel doğumu eşitler: “Şiirsel doğum bir kendi kendini doğurmadır, zorlu bir çabayla mirasın geriye itildiği yerde başlar. Orada şair sadece kendi şiirsel çocuklarını değil, kendi şiirsel atasını da hayata geçirme yeterliliğine erişmiştir.”[3] Bu dönemde ephepe bir şair olan Uyar önceki şiirini ve şiirsel seleflerini bu kez başka bir paradigmanın ışığından yeniden biçimlendirerek hem kendi poetikasının kışkırttığı arzularla hem de dışsal rakiplerinin zerk ettiği tazyiklerle mücadele etmiştir. Uyar hakkındaki yaygın kanı Türkiyem ile Dünyanın En Güzel Arabistanı dönemi arasında ciddi bir yarılmanın olduğuna dairdir. Ancak Koçak’ın Füsun Akatlı ve Güven Turan’ı yanına alarak gerçekleştirdiği okuma bu yarılmanın sanıldığı kadar keskin olmadığını gösterir. Uyar şiirinde karşılaşılan kendini doğurma eyleminin altında bu yarılmanın niteliklerine ilişkin bir gözlem yatar. Bu bölümde Türkiyem döneminde yazılmış ama etkileriyle sonraya da intikal eden “Yalağuz”, “Sonnet” ve “Ölüme Dair Konuşmalar” isimli şiirlerden bazı parçalar paylaşılır. Koçak özellikle papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı dizesine Uyar şiirindeki manevra alanının olanaklarını sergilemesi bakımından kritik bir rol atfetmiştir. Bloom’un diğer şiirsel benliklere karşı arındırıcı bir körleştirme mekanizması olarak gördüğü askesiskavramının Uyar’ın bu dönemini açıklama noktasında işlevsel olduğu varsayımı öznenin kendi kalma çabasını kristalize eder.[4]
Koçak “papatya”dan “kuşyemi”ne çekilişi ironik bir tavır olarak okurken Uyar’ın küçülme efektiyle aslında güç devşirdiğini savunur. Uyar’ın feragatinde kendi şiirine musallat olan konvansiyonlardan kurtulma isteği kadar dönemin Cahit Külebi’de simgeleşen folklorik lirizminden bağımsızlaşma dürtüsü de aynı oranda etkindir. Dolayısıyla “kuşyemi” metaforu Uyar’ın hem kendi poetikasına içerden bir müdahale hem de Cumhuriyet retoriğinin dolaşıma soktuğu popülist tahayyüle daha uzak bir çağrışım kanalıyla itiraz olarak görülmelidir. Ne var ki Külebi’nin şiirsel bir otorite figürü olarak tasfiyesinin kolay biçimde gerçekleştiğini söylemek zordur. Koçak Uyar’ın palimpsest’inin en dibinde olmasa bile Tecer ve Çamlıbel figürlerinden oluşan yüzeyinin altında Külebi’nin elyazısı olduğunu öne sürer.[5] Uyar’ın Bir Şiirden isimli kitabındaki Külebi okuması kendini icat tasarıyla ortaklaşacak keskin önermeler içerir. Koçak “kuşyemi”nin bıraktığı etkiyi de Külebi’nin saf lirizm çerçevesinde kurduğu şiirine hasreder. Külebi’nin varlığı Uyar’ın çalışma ve aşma arzusunu teşvik eden bir enerji kaynağına dönüşmüştür.
Koçak, Uyar’ın şiirsel çıkışının nirengi noktasını “yalnızlık geçidi”nde edindiği otantik farklılaşma deneyiminin özelliklerine atfeder. Tütünler Islak’la başlayan bu sürecin bariz eylemi daralmadır; ancak daralmanın bir gardını alma motifi olarak görüldüğünü ve bu yolla halihazırdaki şiirle potansiyel şiiri, öncüllerin şiirinden aynı anda koruma kolaylığı sunduğu belirtilmelidir. Ancak bu dönemde potansiyel şiir mevcut şiirin sarsılmaz müttefiki olarak görülmez; şimdiki zamanın şiiri gelecekteki şiire körleşmek durumundadır. Körleşmenin olası işbirlikleri ve temasları garantiye alma gibi bir sonucu olacaktır. Koçak yalnızlık geçidinin temel aracının solipsizm olduğunu söyler: “Solipsizm bir mantıksal yanılgı olamayacak kadar hesaplı bir sağ kalma çabasının, bir mücadele tekniğinin adıdır. Öyle bir mücadele ki, içerdiklerinden kurtulmak adına kendinden de vazgeçmesi, kendini boşaltması, kendini görememesi, tanıyamaz olması gerekiyordur. Solipsizm geçidi karanlık bir tüneldir.”[6] Solipsizmin kopuşun dozunu arttırma işlevi gören bir tekniğe dönüşümü Uyar şiirinin edebî uzlaşımlarını devre dışı bırakır. Öznenin şiirin sunduğu sığınak fikrinden azade hale gelerek özdeşlik arzusundan feragat etmesi şiirsel deneyimin doğasına ilişkin bir sıkışma yaratır. Koçak’ın bu aşamada başvurduğu kavram erlebnis’tir; Gadamer deneyimlenen şeyin her zaman kişinin kendisinin deneyimlediği şey olduğunu söylerken sürecin başındaki ve sonundaki kişilerin aynı kişi olarak kalamadığını vurgular. Koçak bunun özdeşlik ve kendilik düşüncesinde net bir kesinti anlamına geldiğini ve bu yolla kendi kendini yazan şiirle, onun icracısı şairin solipsizm geçidinde birbirinden uzaklaşacağını söyleyecektir. Uyar’ın bu dönemi aşinalığa karşı bilgisizlik, tanımaya karşı yabancılık ve kesinliğe karşı şüphecilik antagonizmalarıyla çerçevelenmiştir.
Uyar’ın solipsizm geçidindeki eğilimlerinden biri de alegoriden yardım alarak kurduğu sadakat anlatısıdır. Sadakat farklı arzuların çatışarak oluşturduğu zeminde bir harca dönüşür. Koçak Milli Edebiyat akımının ve takiben Cumhuriyet’e temel olan organizmacı kültürel paradigmanın alegori karşıtlığını gerçek anlam talebi kadar Divan şiirinin mazmunlardan mürekkep konvansiyonel yapısını gözden düşürme çabasına bağlar. Bununla birlikte alegorinin bilhassa Walter Benjamin’in Baudelaire kaynaklı seküler yorumunun, yıkıntılar ve enkazdan oluşan dünyaya yönelik kederli bakışının Uyar’ın “Geyikli Gece”sinde yokluğuyla malûl geyikle işbaşında olduğu söylenmelidir. Alegorik yönelişte yıkıcı karakteri kaydetme ve bu yolla dünyaya (şiire) bir gün daha kazandırma tavrı aynı anda etkindir.
Uyar yalnızlık geçidinde mücadele ettiği gerilimlerin görece daha yatıştırıcı tonlarıyla
Her Pazartesi’nin ortalarında başlayıp Divan ve Toplandılar’ın ortalarına kadar devam eden bir süreçte karşılaşır. Önceki sürecin kaygılı atmosferi bu kez daha güvenli bir seçim retoriğiyle ikame edilmiştir. Ayrışmanın değil toparlamanın, kırmanın değil onarmanın ve umutsuzluğun değil umudun daha evla görüldüğü bu aralıkta bariz hamle olumlamadır. Koçak bu dönemin Bergson’un élan vital kavramını andıran bir dirim motifi etrafında örgütlendiğini; eksiltiye dayalı bir söyleyişin yerini abartı tekniğine bıraktığını söyler. Solipsizm deneyinde yaşanan parçalanmanın burada reformcu ve ilerlemeci bir Mesiyanik devrim düşüncesine ulaştığını da ekler.[7] Koçak, Bergson felsefesinin kesiksiz bir yaratış çizgisini böldüğü için negatif bir özellik atfettiği zihinsel başarıların, Uyar şiirinde şiddetli bir gereksinim haline geldiğini savunur. Zihinsel eylemlerin Uyar’ın poetikasında meydana getirdiği kesintili hareketler şiirsel bir değişim olanağı sunsa da Bergson için radikal bir başkalık unsuru olarak görülürler. Dolayısıyla Uyar-Bergson mukayesesini güçlendirecek yeterince kanıt yoktur. Koçak’ın bir diğer ilişki kurma çabası Mesihçi doktrinden ötürü Benjamin’le ilgilidir. Uyar’ın “Büyük Saat”, “Güneşi Bol Ülke”, “Biraz Daha”, “Naat” gibi şiirlerinde sembolleşen mitik çağrının göndergesine dair soruşturma Koçak’ın yorumunda daha seküler bir muhatapla; “halk”la formuna kavuşur. Uyar’da Mesihçi arzunun örtük kalmasının altında halk fikrinin 1960’lı yılların evrimci ve ilerlemeci paradigması içinde edindiği sorunsuz kimlik yatıyor olmalıdır. Koçak, Uyar’ın en coşkulu döneminde bile “gelecek bizim” gibi bir slogancılığı benimseyemediğini söyler.[8]Bu coşkunun 12 Mart’ın yarattığı darbe ortamında kendi anti-coşkusuyla karşılaştığını; yüceltilen hıza, dirime ve akışa rağmen artık istediği enerjiyi bulamadığını belirtmek gerekir. Koçak’ın mesiyanik diyalektiğin sönümlendiği an olarak tespit ettiği aralık da aktivizm çağrılarının kuru ezberlere dönüştüğü bu dönemdir. Orhan Koçak’ın, Uyar şiirini üç çevrim halinde incelediği kitabının edebiyat eleştirisinde davetkâr bir okuma sunduğu söylenebilir. Uyar hakkında yazılmış eleştirileri birikimli bir tarzda inceleme nesnesi haline getiren kitap bu şiire temellük ettirilen kimi kısmici analizleri yeniden yorumlayarak alternatif ama içermeci öneriler getirir. Koçak’ın, Uyar şiirine ilişkin arızî okumaları Bloom’un bazı açılardan eksik bulunan etkilenme teorisiyle bitiştirme gayreti bizatihi kendisinin spekülatif söylemiyle oldukça çeşitli bir eleştirel pratiğe kaynaklık eder. Uyar üzerine söylenen sözlerin münhasıran şiirsel alandan ve doğrudan şiirin kendisinden çok İkinci Yeni ve şairle ilişkili olması Koçak’ın metin merkezli yaklaşımını daha önemli hale getirir. Ancak Koçak’ın yer yer şiirleşen üslubunun ve kendisiyle Uyar arasındaki mesafeyi koruma noktasında sergilediği bilinçli isteksizliğin metnin eleştirelliğine halel getirdiği söylenebilir. Buna aralıklarla tevatür kültürünün ve alaycılığın şiir yorumlama edimine sızması karşısında Koçak’ın müdahaleden uzak durması da eklenmelidir. Koçak’ın Murat Belge’nin Şairaneden Şiirsele kitabı bağlamında eleştirdiği bu pratiği daha “nitelikli” bir formatta kullanmaktan sakınmadığı görülür. Bu sorunlarına rağmen Bahisleri Yükseltmek büyük ölçüde doyurucu bir edebî tartışmayı vadeden yönleriyle Türkçede eleştirinin güçlü temsillerinden biri olmaya aday nitelikler taşır. Koçak’ın metni kendisinden önceki, zamanındaki ve sonraki inceleme metinlerine nasıl yaklaşılacağını sergilemesi bakımından Uyar şiirinin eylemiyle eleştirel düzeyde örtüşür.
[1] Orhan Koçak, Bahisleri Yükseltmek, (İstanbul: Metis Yayınları, 2011), 11-12.
[2] Age, 33.
[3] Age, 37.
[4] Harold Bloom, Etkilenme Endişesi, çev. Ferit Burak Aydar, (İstanbul: Metis Yayınları, 2008), 148.
[5] Koçak, 53.
[6] Koçak, 107.
[7] Age, 153.
[8] Koçak, 172.