.

Yıkık Kasabanın Toplayıcıları: İfrit Adile, Ahraz İsrafil

Deniz Gezgin

Yağmur Yıldırımay

yagmuryildirimay@gmail.com

“Tuz içinde bir yaşam”; atılmayı bekleyen, bekledikçe sıkan, kavuran ama bir türlü geride bırakılamayan. Denizin üstünde, “etrafsız bir toprak”ta kökünü nereye salabilir ki insan? Yersiz yurtsuzluk susturmaz mı kimisini, kabuk bağlatmaz mı? Deniz Gezgin, bu kabuk bağlayanların hikâyesini anlatıyor Ahraz’da; mevsim dönümlerinde, deniz kıyısında, marangozhanede, metruk bir evde, dilini anlamadıklarında, lanetlilerde, bir köpekte, kuşta, kokularda, anılarda. 

Ahraz, Ege’ye kıyısı olan bir kasabada, halk tarafından uğursuz sayılan sağır İsrafil ve annesi İfrit Adile’nin hikâyesini anlatıyor. Bir balıkçı teknesinde dünyaya gelen Adile, babasıyla “her daim yosun kokan yerde, bir deniz kabuklusu gibi” büyür. Çöp toplamanın dışında yaptığı diğer şey, varlığını sığdıramadığı bu dünyada kendisini içine hapsettikleri kabuğu kırmaktır, çünkü bu kabuğun içi tiksinti, korku doludur, kekremsi kokar. Ama kolay da değildir bu, zira kasabalı, Adile’yi günah keçisi bellemiştir; hor görür, dışlar. Oğlu İsrafil de “kendi lanetinin” içine doğar; uğursuzdur, öyle ki sağır olması kendisinin cezasıdır. Anne ve “sırtında bir kambur gibi gezdirdiği” oğul, onları her gün biraz daha tüketen bu kasabada gölge gibi yaşamaya mahkûm edilir. Sokaklarda büyüyen, annesini tanımayan, en iyi arkadaşları köpekler olan Adile, onlar gibi bir “sokak kırması”dır, fakat İsrafil, sokak kırması bile olamayacaktır. Sessizliğe mühürlenmiş bu melek, tekliğe hapsedilmiştir. Dünya onun için gözleriyle takip edebildiği bir resimdir. Daha sonra çiviyle üzerine bir şeyler çizmeye başlar; içinde ne varsa. Çivi onun dili olur, çizdikleri de sözcükleri. 

Kasabalının her birinin ayrı kötülük taşıdığı romanda deniz, önemli izleklerdendir. Kahramanlar bu hoyrat yerde deniz ile nefes alır, -çok değil ama- gülümserler. Deniz romanda her şeyi örtendir; sırdaş, suç ortağıdır, “öteki”lerin sığındığı yerdir. Cinsiyeti bile belli olamayacak kadar kabuk bağlayan Adile, denizden güç alır, yazları denizden gelen rüzgâr değerlidir; ne kadar çok insan, o kadar çok çöptür, günah keçisine. Ayrıca yazları gelen trol teknelerinde çalışan, “yüzleri bulutlu ve tuzla dövülmüş” işçiler de Adile’nin yalnızlığının giderilmesine yardımcı olurlar. Kendisi gibi kaçak ve kimsesiz olan bu işçiler, “yersizlerin ağabeyliği nasıl olursa” o şekilde Adile’yi korurlar, karnını doyururlar. Adile ve işçiler, bu “iflah olmaz yabancılar”, hoyratlıkların üstesinden beraber gelirler. Deniz, İsrafil’e de iyi gelir; “içindeki sessizliği çoğaltan karanlık çapaklardan, denizi seyrederek kurtulur; gözlerini denizle yıkar”. Onu mutlu eden, içine neşe dolduran, belki de tek arkadaşı Marika, denizden çıkıp gelir. 

Deniz Gezgin, kitapta rüzgârı “duyuların büyücüsü” olarak tarif eder; kasabada rüzgâr, kuzey demektir, “uzak diyarlardan söküp kopardıklarını derin sularında yutan ve safrasını kasabanın koylarına kusan deniz, rüzgârın kâbuslarla bezeli uykusu”dur. Hatta bu yüzden kasabada lanetli ilan edilir. Kitaba sirayet eden, belki de yazarın “büyücüsü” olan duyu ise “koku”dur; olumlu-olumsuz çoğu his, koku ile tarif edilir. Mesela kasaba küf kokulu ağızlarla, is kokan bir havaya hâkimdir; yosun, iyot, deniz tuzu kokan yerde büyüyen Adile’nin kabukları, rüzgâr ile birlikte gittikçe sertleşir, gardını alır insanlara karşı. Babası ekşi maya gibi kokarken çoğu zaman aç yattığı için ağzı balık ölüsü gibi kokar Adile’nin. 

İsrafil içinse bir dosttur koku; hareketin, sesin olmadığı dünyasında “karanlığın içindeki ışık gibi”dir. Onun için her ânın; denizde rüzgârın, rüzgârda tuzun, tuzda taşın kokusu vardır. Sevdiği bir sokakta yürürken duyduğu biber kızartması kokusu, tadını bildiğinden değil, sadece ona huzur verdiğinden değerlidir İsrafil için. Koku ile anlam bulur her şey. “Zamanın peşinde bir tohum gibi uçan kokular, dokundukları şeylere sinerek ürer ve hayatın bileğine anlam mühürler. Bu yüzden anlamsızlığın bir kokusu yoktur.” 

Koku, Ahraz’da hayatı anlamlandırmanın, yaşamanın önemli izleklerindendir, denilebilir. Nitekim Adile, İsrafil sütten kesildikten sonra çocuk kendisiyle aynı hayatı yaşamasın diye suskunluğa gömülür ve bu süreçten sonra koku alamaz. 

Geçmiş, yükünü ne Adile’nin ne de İsrafil’in omuzlarından atamaz bir türlü, yaralar deşildikçe deşilir. Bazen buna bir düş eşlik eder ve metruk taş ev, ekşi kokan tekne olur ya da babasından doğduğuna inanır Adile, çünkü ağzındaki tuzu yok edecek sütü vermiş hatırladığı bir annesi yoktur. Kendiyle hesaplaştığı yer olur hatıraları: Mahallede çıkan yangında Gerence’nin (tekne) yanışını anımsar; babasının ölümünü, “kabuklu bir deniz hayvanından dikenli bir kara hayvanına” dönüşünü. Gerence’nin yandığı gün Adile’nin yazgı defteri yanmış ve defterin isli yaprakları İsrafil’in üzerine yağmaktadır. İsrafil’in ahraz olmasında bu geçmişin izi vardır; ateşlendiği gece bir yardım edeni olsa oğlu herkes gibi duyacaktı. Hatıralar, roman boyunca yaraların bağladığı kabuğu daha da perçinler. 

Marangoz Yusuf, İsrafil’in hayatında bir dönüm noktasıdır denilebilir. Yusuf ile birlikte artık bu “gölge çocuğun” varlığına tanıklık eden biri vardır. Yusuf’un tahtadan yaptığı balık, İsrafil için bir mucizedir; hayatta olduğunun, kötülere karışmadığının kanıtıdır. Yusuf, kuyusunda aklanmış, korkaklığını orada bırakıp gelmiştir, şimdi İsrafil, Yusuf’un kuyusunda kendi yolunu bulacak, çoğalacaktır. Köpeği Mavi de onu kollamasıyla, İsrafil’e duyduğu sevgisiyle yaşam kaynağıdır, çocuğu mücadeleye itendir. 

Adile, bu “öteki”lik bir “aile mirası” olmasın diye, lanet sürmesin diye oğlundan kopar, var ile yok arasında bir yerde durur. Hoş, “Adile doğduğunda hayat kapısı üstüne kilitlenmişti; anahtarı aramayı bir kez bile aklından” geçirmemişti. İsrafil ise kapıyı zorlar; “gök renkli bir yoldaş ve ağaç elli bir rehber” bulur kendine. Yusuf ve köpeği Mavi, İfrit Adile’nin lanetli oğluna can suyu olur. 

Yusuf’un ağaçla, Adile’nin suyla, İsrafil’in -belki- balıkla hemhal olduğu bir dünya. Aynı dili konuşanların ama kimsenin birbirini anlamadığı kasaba. Birbirinin sesini işiten ama anlamayanların yerinde, sessizce, sırasını bekleyenlerin dermanı olur belki bu kitap, yazarının şiirsel cümleleriyle: 

… zannedersin ki kötülük kapının dışındadır, örtesin yüzüne orda kalır.

Mevsimi beklemeden, henüz olgunlaşmadan belki, düşerken toprağa çatlıyordu yaş derisi…