
Ali Bulunmaz
Türkiye edebiyatının iki önemli ismi, Behçet Necatigil ile Tahir Alangu’nun dostluğu, Kabataş Lisesi’nin ortaokul bölümüne dayanıyor. İkili bu dönemden itibaren pek çok anı biriktirmekle kalmıyor; hayallerini, sorunlarını, mutluluklarını, edebî meraklarını, şiirlerini ve memlekete dair fikirlerini paylaşıyor. Daha sonraki senelerde aile dostluğu hâlini alan bu yakınlıkta, Necatigil edebiyat ve şiir, Alangu ise edebiyat ve folklor uzmanlığıyla öne çıkıyor.
Necatigil ve Alangu, düzenli olarak mektuplaşıyor 1933-1953 arası; birbirine dertlerini anlatıyor, metinler ve şiirler paylaşıyor, çevirilerden bahsediyor. Ayrı düştükleri yirmi yıl boyunca yazışıyorlar ve Alangu’nun İstanbul’a dönüşüyle mektuplaşma sona eriyor. Serenad Demirhan’ın yayına hazırladığı Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık; Necatigil’in ve Alangu’nun bu dönemlerde birbirine yolladığı mektupları getiriyor karşımıza.
“Hatıraların hafızaya hücumu…”
Mektuplarda ilk olarak fark ettiğimiz şey, Necatigil ile Alangu arasındaki köklü dostluk. Hemen her şeyi açıklıkla konuşabilen, birbirine anlatıp fikir alışverişi yapan iki insanla yüzleşiyoruz. Kısacası müthiş bir samimiyet söz konusu. Buna dayanarak duygularını ve düşüncelerini, kelime seçmeden ya da herhangi bir hesaba başvurmadan arıduru biçimde açıklıyorlar birbirine.
Aynı samimiyet, gerek yurtiçinde gerek yurtdışındayken birbirlerine tavsiye ve moral vermelerini sağlıyor. Necatigil Berlin’deyken askerlik görevine hazırlanan Alangu, dostuna esprili bir üslupla yazıyor. Bunların yanı sıra edebiyat ve çeviri tartışmaları da eksik olmuyor mektuplarda. Takip ettikleri, keşfettikleri ve meraklısı oldukları yazarların ve şairlerin isimleri sık sık geçiyor satırlarda.
Necatigil’in 25 Ağustos 1937’deki satırları bu güçlü dostluğun bir göstergesi: “Benimle konuşmadığın zamanlardaki gibi tamamıyla benimlesin. Ne doğru bir hüküm. Ve ne tuhaf bir vakıa ki biz seninle dargın olduğumuz veya ayrıldığımız zamanlar ne kadar kuvvetli bir bağla birbirimize merbut olduğumuzu hissetmekteyiz. Şunu açıkça itirafa kendimi borçlu hissediyorum ki, şu Almanya iftirakına kadar sana ne kadar muhtaç olduğumu hiçbir zaman idrak edemedim. Mümkün olsa da daima ayrı bulunsak. Kuvvetli bir kalem olsa da bizim bu girift hâletiruhiyemizi tasvir etse. Türkiye’ye dönmemin mümkün mertebe gecikmesi bilmem bizim arkadaşlığımız lehine kaydedilecek bir kâr olur mu idi? Herhâlde bulanık bir gökyüzüne deminden beri baktıktan sonra güneşli bir gök altında çatlamış kaldırımlar üstünde yapılan dilsiz yolculukları hatırlamamak, içimde tatlı bir hasretin kımıldandığını vuzuhla hissederek! Gecelerde –ve kuvvetle hatırlıyorum– ayın bulutlar arasında bile olsun fark edilmediği karanlık gecelerde sırf bir pencereden sızacak müphem bir ışığı uzaktan olsun görebilmek için sendeleyerek yamru yumru taşlar üzerinde yürümeye çalışmalar!”
İkilinin ayrı düştüğü yıllarda, Necatigil hasretle, Alangu da özlemle kaleme kâğıda sarılıyor. İkisi de birbirini arıyor baktığı ve anılarının olduğu her noktada. “Burada zincir içinde serbest bir hayat geçiriyorum” diyen Alangu’yla ve Berlin’de çeşitli güçlükler içinde yaşamaya uğraşan Necatigil’le karşılaşıyoruz. Tabii bitmek şöyle dursun gün geçtikçe artan hasrete de: “Yıldız’dan ötede alabildiğine uzayan tarlalar vardır hani. Ne kadar isterdim bugün onlardan birine rastlamayı. Ne kadar isterdim Beşiktaş-Ortaköy yolunun üzerinde olmayı. Bir duvar dibinden, bir kedi gibi sürtünerek yürümeyi. Hani seninle susar, yürür ve susardık. Bir köşe başına gelince ben, sana sezdirmemeye çalışarak firarî bir nazar atfederdim görünmeyen bir eve doğru hani… Hatıraların hafızaya hücumunu şu anda mustatil bir oda duvarları arasında duymak.”

Hasretle Kaleme Sarılan İki Eski Arkadaş
Anlamlı susmalarla ve dolu dolu konuşmalarla şekillenen Necatigil-Alangu dostluğunun kaydı olan mektuplarda, ikilinin tüm duygularına, isyanlarına ve arayışlarına dair satırlara rastlıyoruz. Öte yandan farklı şehirlerden (Berlin, Kars, Zonguldak, Tekirdağ, Yozgat, Erzincan, Ankara, İstanbul…) yazıyor iki ahretlik birbirine. Konular da kentler gibi çeşitli: Sınavlar, hayat gailesi, özlemler, kitaplar, yazarlar, dizeler, şairler, yazar-şair dostlar… Yaklaşan ve daha sonra başlayan İkinci Dünya Savaşı ile Avrupa’dan gelen işgal haberleri de ailevi meseleler de… Beri yandan, ikilinin buluşma ve görüşme ihtimali de mektupların konusu. Bir başka konu, dönemin öğretmenlik ve kitap yayınlama sorunları. Tabii başka, daha farklı insani sorunlar da var; Necatigil’in 4 Nisan 1942’de Zonguldak’tan gönderdiği mektup buna bir örnek: “Ah Tahir elimizde bir imkân olsa da Almanya’ya gidip bir doktora versek. Yoksa bizi burada adam yerine koymayacaklar. Bir iki masal hariç, çoktan beri burada Almanca okuduğum da yok. Bu sefer, elimdekini de unutmaktan korkuyorum. Vakit yok ki. Çok yoruluyorum. Zaten doğuştan yorgunlardan biriyim. İkide bir yatayım diyorum, uyuyayım. Fakat bırakmıyorlar. İnsanlar bıraksa bile korkular ve telaşlar bırakmıyor.”
1933’te başlayıp 1953’te sonlanan, ayrılığın ya da hasretin kaydı niteliğindeki mektuplarında Necatigil ve Alangu, ortaokul sıralarından ölümlerine dek süren dostluklarıyla çıkıyor karşımıza. 1940 kuşağının bu iki ismi, çocukluk hayallerinden ilkgençlik aşklarına, maddi sıkıntılardan düş kırıklıklarına, okuyup yazdıkları kitaplardan çevirilere, çevrelerindeki yazarlardan ve şairlerden olgunluklarındaki istek ve eylemlerine dek pek çok konuya dair satırlar kaleme alıyorlar. Bütün bu yönleriyle Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık; Necatigil-Alangu dostluğunun yanı sıra ikilinin dünyaya, yaşama ve edebiyata ilişkin dertlerini gözler önüne seren mektuplarla bizi buluşturan tarihi belgeler toplamı aynı zamanda.
Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık, Behçet Necatigil ve Tahir Alangu, Yayına Hazırlayan: Serenad Demirhan, Yapı Kredi Yayınları, 192 s.