Aytuğ Kargı
Ekim 2023’te Halil Demir’in Kentin Gizemli Hikâyeleri, Edebiyatist Yayınları tarafından dolaşıma girdi. Halil Demir, bu harika kitabının Prolog bölümünde kitabının içindeki sırların sadece kirli bir ruh tarafından algılanabileceğini, anlayan kişilerin sularda arınması gerektiğini belirtiyor. Cümleden de anlaşılacağı üzere belirli bir okuyucu kitlesine hitap etmek isteyen Demir, anlatısını Kaptan’ın hikâyeleri olarak sunuyor. “Her şeyin başında şiir vardı,” diyerek hikâyelerine başlayan Demir, okuru -tıpkı bir çocuğun anlattıkları gibi- sınırları olmayan bir anlatıya sürüklüyor. Uçurumun Kanatları’nda kendisinin de belirttiği gibi, “Başka bir sahne, ayrı bir hikâye var yolun her kıvrımında.” Okuyucunun yoluna düşen bu kitap, bambaşka sahnelere atıyor okurunu.
Demir, anlatılarında sokağın tüm gerçekliğini, minör olma duygusunu ve yolda olma hâlini (sürekli deneyim etme hâli), aslında en anarşist varlık olan çocuk ve en anarşist eylem olan çocuk kalma edinimi üzerinden işliyor. Böylelikle Nietzsche’nin ideal insanındaki son aşama olan çocukluğu (ilki deve, ikincisi aslandır) okur tarafından anlaşılır kılıyor. Düzen ve kapitalizm karşıtlığını tam da bu çocuksu anlatıdan faydalanarak metaforlaştırıyor. Böylelikle anlatıları isyankâr bir sese sahip oluyor.
Anlatılarda isyan, normlar ve standardize edilmiş olana karşı kuvvetli ama aynı zamanda duygusal bir şekilde kuruluyor. Aile, okul, iş ve kapitalist dünyanın tüm gerekliliklerine(!) karşı çıkılan hikâyelerde ötekileştirilmiş insanın ve tam da ötekileştirildiği için minör duygulara sahip olan bireyin heyecanlı, esrik, isyan dolu sesi bağırıyor, ağlıyor ve çığırıyor:
“Ailemle başladığım kavganın sonunda kendimi sokaklarda bulduğumda, elimden tutabilecek bir şeyler lazımdı. Kanunlar, gelenekler, öğretiler, günahlar bana bir şey anlatmıyordu. Hepsi bir olup kulağıma bağırmayı biliyordu sadece. Sesi o kadar yüksekti ki ne dediklerini anlayamıyordum, anlamak istemiyordum. Bu sesler beni boğmaya, yok etmeye çalıştı. Her titreşim, yırtıcı bir hayvanı uyandıran bir dürtmeydi. Uyandığımda söyledikleri ninniler karşısında daha azgınlaşıyordum. Ben saldırdıkça onlar uysallaştı. Korktular benden. Yorgun düşünce de beni zincirlerdiler. Bütün kapıları kapatıp üstüme duvarlar ördüler.” (Kapalı Cezaevi’nden)
Hikâyelerde kapitalizme karşı duruş sergileyen karakterler kendilerini doğaya, ışığa, hayallere kaptırarak benliklerini toplum hiyerarşisinden sıyırıyor. Doğa ve deniz anlatılarının yoğun olduğu hikâyeler, eko-eleştirel açıdan okunabileceği gibi bireyin içindeki primal (ilkel) duyguların varlığına da işaret ediyor:
“Onca çocuk bir inanç uğruna mı ölüyor? Her dakika bir genç, anlamsız ve çocukça bir bayrak için mi vazgeçiyor, nefes almaktan ve sevmekten, belki sevişmekten? Ne anlamı vardı o zaman güzel bir dünyanın? Masmavi gök, kumsalda kum tanesi kadar kitap, onca güzel şiir ve şarkının bir anlamı kalıyor muydu öldükten sonra?” (Beethoven ve Cırcır Böceği’nden)
Kapitalizm karşıtlığı, her şeye kolay erişebilmenin getirdiği konformizmi alaşağı etmek anlamına geliyor. Demir, anlatılarında karakterlerini yola sürükleyerek (yaşamın ortasına bırakarak) onların etraflarındaki yaşamın konformist yaklaşımlarını yıkmış oluyor. Hayatın kendisinin de bir çeşit yol olduğunu anlatan yazar, oluşun kendisinde olmanın farkındalığına vurgu yaparak kapitalin bireylerin zihnini meşgul ettiğini, onları araçsallaştırdığını ve böylelikle köleleştirdiğini belirtiyor:
“Market önlerinden geçerken öfkelenmiştim. Kasada sıraya dizilenler zavallıydı. Kredi kartları birer tutsaklık belgesi gibi… Bedelini özgürlükleriyle ödüyor, her seferinde mutlu oluyorlar. İleride bir meydana yaklaştım. Kalabalık bir grup sessizce bekliyordu. Yaklaşınca bir politikacıyı dinlediklerini gördüm. Belediye başkanı ya da bir belediye meclis üyesi falan… Adam, bir aptalla konuşur gibi yapıyor. Basit cümleleri kurduğu halde, hayat kurtarır gibi anlatıyor, seyredenler hayranlıkla kendilerinden geçiyorlardı. Konuşmacının yanında bir de şaklaban vardı. Başkanın ağzı, söylediği yalanlardan kuruduğunda, hemen başlıyor kitleyi ayaklandırmaya. Herkes bir ağızdan bağırarak kürsüdeki hıyarı destekliyor. Herkes halinden memnundu. İbadet ederken, tüketirken, normlarını dayatırken hep bu zehrin tesirindelerdi. Bana ne olduğunu anlayamıyordum.” (Açık Cezaevi’nden)
Halil Demir, anlatılarını kurarken iç içe geçmiş bir minör duygu atlası da oluşturuyor. Dolayısıyla hikâyeler birbirlerinin içindeki metaforların farklı yaratımlarıyla (bir çeşit yeniden yazımıyla) oluşturuluyor. Hikâyelerinin değişken durumunu kendisi “Ne zaman başa dönsem değişiyordu hikâye çünkü yalanlarla doluydum.” sözüyle belirtiyor. Oluş içerisinde (okuma anında) okuyucuyu geçmiş sayfalardan çıkardığı metaforla yüzleştirip farklı algılama biçimleri yaratmış oluyor. Okur, kitabı okuma anında bunun farkına vardığı anda Demir’in bahsettiği sırrı keşfetmiş oluyor. Kitaptaki bu özellik aslında bir bireyin yaşamından alınan hikâyeleri andırıyor. Yaşarken birey, nasıl geçmiş anılarındaki olay ve olguları tekrar hatırlıyorsa okur da geçmiş sayfadaki metaforları yeniden biçimlendirmiş oluyor. Çeşitli okuma pratikleri sunan kitabın her satırı hayatın iç yüzünü okuruna sunuyor.
Okumalardaki çeşitlik, Salvador Dali, Charles Baudelaire, İmam Şibli, Bertolt Brecht gibi isimlerin eserlerinden alıntılarla metinlerarası bir hal alıyor. Özellikle Dali’nin muhteşem şaheseri -ve hikâyeye de adını veren- Narın Etrafında Uçan Arının Sebep Olduğu Rüyadan Bir Saniye Öncesi, tablonun hikâyeleştirildiği bir anlatım olmakla birlikte kurgunun genel içeriğine özenle yerleştirilmiş bir bölüm olarak okurun karşısına çıkıyor.
Halil Demir, hikâyelerinin bütününü okurun her okuma eyleminde farklı bir detayı belirginleştirmesini sağlayacak biçimde kurguluyor. Dolayısıyla her bir hikâye farklı sıralarda yeniden okunduğunda başlangıcından sonuna bambaşka bir anlatı ortaya çıkıyor. Kitaptaki bu form, son sayfada kendisinin de cümlesinde belirttiği gibi her şeyin tam olarak anlaşılabilmesi için bütün resmi görmek gerekliliğini doğruluyor:
“sonuna geldiysen hikâyenin başını henüz yakalayamadığın için/dir”
Kendisine bu değerli kitabı ithaflı bir şekilde bana gönderdiği, benzer duyguları hissetme konusunda tek olmadığımı gösterdiği ve yaşam ile olan savaşımda dayanak noktası olan bu hikâyeleri kaleme aldığı için sonsuz teşekkürler.