
Okan Çil
Gustav Meyrink, en az kitaplarıyla olduğu kadar hayatıyla da dikkat çeken bir yazardır. 1868’de Viyana’daki bir otel odasında gayrimeşru bir çocuk olarak doğar. Hem bir baron hem de Württemberg Dışişleri Bakanı olan babası bu doğumun gizlice gerçekleşmesi için elinden geleni yapar. Bir tiyatrocu olan annesi ise doğumun ardından şehirden ayrılır. Meyrink çocukluğunu Almanya’nın çeşitli şehirlerinde annesiyle beraber yolculuk yaparak geçirir. En uzun soluklu kaldıkları yer ise Prag’tır. Meyrink orada yaklaşık yirmi yıl yaşar.
Prag’da bir arkadaşıyla beraber “Meier ve Morgenstern” adında bir banka kurar. Ancak adı birtakım şaibeli işlere karıştığı için tutuklanır. Cezaevinden çıktıktan sonra bankacılık kariyerini bırakır ve hayatını çeviri yaparak kazanmaya başlar.
O vakte kadar çeşitli dergilerde birkaç öyküsü yayınlanan çiçeği burnunda bir yazar olan Meyrink, yirmili yaşlarında büyük bir depresyon geçirir. Bir akşam masaya oturur, eline silahını alır, tam intihar edecekken kapının altından kendisine bir mektup atılır. (The Pilot adlı otobiyografik öyküsünde bu mektubun öte dünyadan gelen bir haber olduğundan bahseder.) Bunu bir işaret kabul ederek intihardan vazgeçen Meyrink, o günden sonra okültizme merak salar. Bu merakı edebiyatına da yansır. Sürekli büyüler, cadılar, şeytanlarla ilgili doğaüstü korku serüvenleri yazar Meyrink. Bilindiği kadarıyla da kitapları Nazi iktidarında yakılıp yasaklanır.
Bir dağcı olan oğlu geçirdiği bir gezi kazasından sonra felç kalır. Bu şekilde yaşamaya devam etmek istemez ve intihar eder. Hem de babasının yıllar evvel intihardan vazgeçtiği yaşta. Meyrink bunu kaldıramaz. Yaklaşık bir yıl sonra, bir kış gecesi, kapıyı pencereyi açarak çırılçıplak vaziyette yatağına uzanır. Ölümü de bu vesileyle geçekleşir…
Ölülerin Sesini Dinle
Meyrink’in en dikkat çeken kitaplarından biri Walpurgis Gecesi adını taşır. Sadece ismi bile kitabın okült havasını yansıtmaya yeter. Zira Walpurgis Gecesi (30 Nisan) kabaca “kötülüğün Noel’i” olarak bilinir. İnanışa göre bu gecede yeraltı kapıları açılır ve türlü mahlukat dünyaya doluşur.

Ancak Meyrink, Walpurgis Gecesi’ni alıp başlı başına işlemez. Kitabı benzeri romanlardan ayıran şey de zaten budur. Bu geceye 20. yüzyılın o kaotik atmosferini, I. Dünya Savaşı’nı ve Prag ayaklanmasını ekler. Böylece roman bambaşka bir şekle bürünür.
Kabaca konusuna bakalım;
Bir gece vakti, bir grup soylu sohbet etmek üzere toplanırlar. Derken dışarıdan bir gürültü duyulur. Korkarak gidip baktıklarında genç bir adamın duvardan düşüp baygınlık geçirdiğini görürler. Onu alıp eve getirirler, ama adam feci haldedir.
Tam öldüğünü varsaydıkları esnada adam adeta dirilir. Onu tek tanıyan kişi evin hizmetçisi olur. Yaralının “Ayna” lakaplı, Zrcadlo adında bir tiyatrocu olduğunu ve fahişelik yapan Bohemyalı Liesel’in yanında kaldığını söyler. Ancak Zrcadlo uyandığında herkes ondan çekinir. Özellikle de Baron. Zira Zrcadlo bir meczup gibi ortalıkta dolanmakta ve Baron’un ölen kardeşinin sesiyle konuşmaktadır.
Zrcadlo’yu bir şekilde gönderirler, ama o geceden sonra evdekilerin hayatı tamamen değişir. Hatta sadece onların değil, bütün Prag o günden sonra başka bir hal almaya başlar.
İmparatorluk hekimi Flugbeil bu işin peşine düşünce Zrcadlo’yu başka ölü insanların seslerini çıkarırken de görür. Bunlardan biri de kendi çocukluğudur…
Beri yandan da akan bir Açlık Kulesi hikâyesi vardır. Bu da ilkiyle paralel şekilde ilerleyen ve nihayetinde Prag ayaklanmasına dek ilerleyen süreci takip eder.
Tarihe Fantastik Bir Yaklaşım
Kitabın okült meselesi, bir tür mahlukatın, ölülerin ve ölü gibi olanların hâkimiyetini eline geçirip dünyaya kötülük yaymasını konu edinir. Soylular kendi aralarında konuşurken I. Dünya Savaşı’nın çıkışını da buna bağlarlar. Zira onlara göre, dünya çapında girişilen bu vahşetin daha mantıklı bir açıklaması olmaz.

Tam da yeri gelmişken belirtelim; Walpurgis Gecesi I. Dünya Savaşı’nın çıktığı yıl, 1917’de yayınlanır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çökmek üzeredir. Çarlık Rusya’sında devrimin ayak sesleri duyulmaktadır. Yani Avrupa’da neyin ne olacağı çok belli değildir. Meyrink tüm bu hayhuyu alıp kendi karanlık, fantastik dünyasına dahil eder. Böylece ortaya çağının acısına farklı bir yerden bakan bir roman çıkar.
Meyrink’in dili de ilgi çekicidir. Okültist bir korku romanına göre içinde pek çok romantik an ve şairane diyalog bulunur. Bunun en güzel örneğini imparatorluk hekimi Flugbeil ile bir zamanlar onun sevgilisi olan, yaşlandığı için fahişeliği bırakan Bohemyalı Liesel arasında görürüz. Bu ikilinin ilişkisi öyle derin, öyle etkileyicidir ki, başlı başına bir roman haline gelebilecek bir potansiyele sahiptir.
Güzelliğiyle beraber hayatını da kaybettiğini düşünen, bu yüzden derin bir ızdırap çeken Liesel, “Arka sokaklarda dolanırken kim olduğumu unutuyorum ve insanların bana güzel ve genç olduğum için baktıklarını zannediyorum. Sonra çocukların arkamdan bağırarak neler söylediklerini duyuyorum,” der ve “Artık genç olmadığımın her farkına varışımda güzel bir rüyadan uyanır gibi oluyorum,” diye ekler.
Walpurgis Gecesi kısa, ancak çok etkileyici bir romandır. Doğaüstü serüvenlerle tarihî gerçeklerin nasıl iç içe geçtiğini merak ediyorsanız Meyrink’e bir bakmanızı öneririm. Roman, İthaki Yayınları’nın “Karanlık Kitaplık” serisine ait. Çevirmeni Damla Meşeli.