.

Annie Ernaux: “Baba” ve “Okumak Eylemi” Üzerine Birkaç Not

Hüseyin Akcan

1-)     Annie Ernaux’nun metinlerini kaleme alırken kendisine eşlik eden, onu asla bırakmayan -hatta soluksuz bırakan diyebilir miyiz? –  bir duyguydu bu: yazarken aşağı sayılan bir yaşam biçimine itibarını iade etmek ile ona eşlik eden yabancılaşmanın reddi arasındaki ince yol[1]. Seneler ’de[2], kolektif yaşamı bireysel olan ile harmanlayarak, içinde bulunduğu savaş sonrası çağın kayıtçılığını, onun bellekteki parçalı kronolojisini ortaya sermişti Ernaux. Babayı anlattığı bir diğer metinde ise, aslında Seneler’e de yayılmış olan bir izin, o yakasını bırakmayan ince yolun, izine rastlanır. Sınıf atlama, eşiği geçme meselesi.

2-)     Baba bir hesaplaşmanın öznesi değildir Ernaux’da, başlangıcından (doğumundan) bitişine (ölümüne) varasıya geçmişin kütlesel ve kristalize tasavvurudur o. Okulda ve entelektüel yaşamda konuşulmayan dilin, yerel lehçenin, Proust’un hizmetçisi Françoise’nın o ‘tatlı’ ama aşağı dilinin temsilcisidir; demek bir sınıfın, aşağılamanın biçimidir o. Baba’ya ölümünden sonra yeniden bakar Ernaux, ya da yeniden kurgular onu, neyi simgelediğini, neye işaret ettiğini, kişisel tarihinin çizgilerinde nereye denk düştüğünü anlamaya çalışır. Şimdi içinde bulunduğu kültürel konum ile köyden kente yeni yerleşmiş bir ailenin parçalarını birleştirmeye çabalar. Baba, okuyamamıştır, daha doğrusu okumayı sürdürememiştir, on iki yaşında, büyükbaba onu okuldan alıp çiftliğe yerleştirmiştir, boş oturmanın ve para kazanmamanın sınırına daha on ikisindeyken varacaktır baba. Zaten metni bir bıçak gibi yaracak olan bu ‘okuma’ eylemi daha hikâyenin başında Ernaux’un diline dolanacak, büyükbabadan söz edilen her sohbette daima şu söz edilecekti: okuma yazması yoktu onun.

3-)     Okumak eylemi ve hatta yazmak hamlesi Ernaux’da nereye konumlandırılabilir. Ernaux tıpkı Ferrante gibi şunu iyi biliyordu, yaşam sadece içinde yaşadığı dört duvarla ve onu çevreleyen bir avluyla sınırlı değildi. Dışarıda, ailenin ulaşamadığı uzaklıklarda, içine sıkıştırıldığı kabuk çoktan kırılmıştı. Bu nedenle biraz da dışarıya bakan, oraya meyleden beden içinde bulunduğu ‘yuva’ ya yabancılaşacaktır. Sınıfsal bir okumayla şu da söylenebilir, yoksulluk kültürünün hor gördüğü okuma eylemi, zira o beden ve kasın yerini tutamayacaktır Baba’ya göre, çoğu kere boşa geçen bir zamansal aralığı işaret eder. Tembellik. Evet Ferrante’nin Napoli’sindeki gibi her zaman erken yaşta evlendirilmiş ve mahalle içinde kalarak görece iyi bir konuma yerleşmiş kız çocukları, ‘düzenin’ devamlılığını simgeler. Lenu[3], buna karşı çıkmıştı Napoli romanlarında, ama mahalleyi de hiçbir zaman içinden söküp atamayacaktı o. Hatta bir roman yazacaktır sonrasında Lenu, kültürel kopuş tam manasıyla yine yazıyla olacaktır onda da. Annie de babanın kas ve kol gücüne dayanan emeğinin karşısına yazıyla çıkacaktır, bir tür kefaret. Çünkü baba kolunu, bedensel gücünü kiralamıştır aslen, oysa Ernaux zihnini kiraya vermeyecektir.

4-)     Fakat mesele gene de çetrefildir metinde, Baba’dan tam olarak ne istemektedir anlatıcı. Evet küçük yaşlardan beri çalışmak zorunda kalan, savaşın hatıralarını taşıyan, kız çocuğu yedi yaşındayken ölen, kafe-bakkal işleten ve ilk defa kol ve kas gücünü devreye sokmadan sadece malın alınıp verilmesi üzerine kurulu ticareti büyük bir şaşkınlık ve sevinçle karşılayan baba, yaşamak için okumaya ihtiyaç duymayacaktı. Ona anlatıcının ihtiyacı vardı, okumaya. Peki bu düzende tıkır tıkır işlemeyen şey ne, anlatıcıyı bugün önümüzdeki metni yazmaya iten saik? sayfalar boyunca babayla kendisi arasındaki mesafeyi adım adım küçültme çabası içerisindedir Ernaux, anlamların kesişeceği anın peşinde. Mihail Şişkin ’in daha önce ifade ettiği gibi, dünyadaki her şeyin arasında mevcut olan o görünmez doğruların, dünyanın damarlarında gezinen anlamın peşindedir anlatıcı.[4] Şu an içinde bulunduğu sınıfa ait olamadığını duyumsayan bilincin azabıdır bir bakıma bu.

5-)     Okuma eyleminin babayla kendisi arasındaki karşılıklı bir yara olduğunu söyleyecektir Annie, notlarında[5]. Bir tür sınır, iki tarafın birbirini içeriden ve dışarıdan görebildikleri evdi yazı. Annie’nin hafızasına mıh gibi çakılan o “benim yaşamak için okumaya ihtiyacım yok” cümlesinde parıldayan anlam. Baba şunun farkındadır elbet, kız çocuğu babanın ulaşamadığı ‘efendi’ dilini konuşan ve babaya yukarından bakan bir zümrenin içerisine yerleşebilecektir. Yani bir arzuyu tamamlayabilecek kişidir o. Okumak onun için elzemdir, zira o dünyanın jargonu bu okuma eylemiyle birleşmiştir. Babayla kızı birbirinden ayıran bu kültürel sınır, anlatıcıyı içinden çıkılması imkânsız bir krizin eşiğine getirecektir. Sınıfsal aidiyetsizlik. Ernaux çabalamıştır elbet, bugün ona, Babasının Marcel Proust ile aynı çağda yaşadığına inanamayan anlatıcıya –zira babanın anlattıkları Ortaçağa ait olabilirdi ancak– garip gelen o sınır, taltif edilmiştir. Fransız köylüsünün okumuş kızı Nobel ile ödüllendirilmiştir, hem de kol ve kas gücüne dayanmayan bir eylemin sayesinde, okumayla. Baba bunları göremeyecektir elbet fakat anlatıcıyı babanın ölümünden sonra yazmaya iten saik yine burada aranmalıdır, kimliğiyle yeniden barışma çabasında; babayı, o çöken ve zayıflayan bedeni yıllarca ayakta tutan zihinsel harcı kavrayabilme inadında.

6-)     Aslında bütün metnin niçin yazılmış olabileceğini, anlatıcı zaten dile getirecektir. Metnin sonlarına doğru; içine girdiğim burjuva ve kültürlü dünyanın eşiğinde bırakmak zorunda kaldığımım mirası gün ışığına çıkarma işini bitirdim, diyecektir Ernaux. Bırakılan, geride kalan bir yaşam için ödenmiş bir bedel gibi söz edecektir eserden.  Fakat bu kadar basit olmayacaktır elbette, geride kalan yaşam hiçbir zaman anlatıcıyı bırakmayacak, onu yazdığı bütün bu süre zarfında kendisine mahkûm edecektir. Kalemin noktaya doğru ilk hareketi diyecektir Mihail Şişkin, hem varoluş umudunun hem de varoluşun anlamsızlığının işaretidir. Devam edelim o halde Şişkin’e; ilk harfte, tıpkı embriyo gibi, akıp gidecek ruhuyla, ritmiyle, mukavemetiyle, imgeleriyle tüm bir hayat saklıdır, der Şişkin. Bütün bir hayat, kalemin kâğıda değdiği noktadan itibaren yazının ve okumanın odağına yerleşecektir. Peki ama sınır nerede? Bizi şu an yazmaya zorlayan bilinç ile babayı okumaktan alıkoyan bilinç arasındaki tehlikeli bölge; birbirimiz anlamaktan korktuğumuz eşik nerede?

7-)     Yaratıcısına karşı gelmeyen bir yapıt yoktur, der Cioran; Şiir şairini, sistem filozofu, olay da eylem adamını ezecektir diye devam eder bir denemesinde[6]. Kendine karşı gelmekten söz eder, yapıtın yazarı kıskıvrak yakalamasından, bütün vicdanı rahat olanların huzur içinde ölmelerine engel olmaktan. Ernaux şunu biliyordu; bu metin onu bütünüyle içinde olduğu yanılsamasına kapıldığı sınıftan ayrıştırıyordu aynı zamanda, fakat işin ironik kısmı yine o sınıfa ait bir yerden yakalıyordu bu farkı anlatıcı. Yazıya ancak yazıyla karşı gelinebilirdi, dolayısıyla baba, onu hatırlayarak aşılabilirdi belki de. Bütün bir yaşam bir metinden daha yoğundur elbette, yazarın göremediği binlerce ayrıntıyla doludur hayat. Ama yine de Ernaux -onu yaşamdan koparan- metnin ilerleyen bir sayfasına geldiğinde baba ölecektir. Bu kaçınılmaz olandır. O nedenle yazı da kifayetsizdir. Yalnızca Cioran’ın işaret ettiği o sahte vicdani rahatlamayı ortadan kaldırmaya yarayacaktır metin. Gene Şişkin ‘in dediği gibi belki de, bugüne kadar başından geçenlerin sözcüklerle anlatılabileceği fikrine kapılırsa eğer anlatıcı, başından hiçbir şey geçmemiş demektir.

😎     Ernaux, Nobel konuşmasında şunun da altını özenle çizecekti; günlüğüne yıllar önce yazdığı saf, kristalize cümleyi: Soyumun intikamını almak için yazacağım.[7] Demek dil, okumak ve yazmak eylemi; Ernaux tarafından bir dönem, içinde bulunduğu toplumsal adaletsizliği bertaraf edebilecek bir güç, silah olarak da görülmüştü. Yıllar sonra yazının bütün kuytuları, girintileri ve çıkıntıları denendikten sonra şunun farkına varacaktır Ernaux, sadece Rimbaud’nun ezeli aşağılanmışları değildi yazma ediminin konusu, aynı zamanda kadının intikamını almak için de yazacaktır o. Ve tabi şu da var yazmak, bir kefaret değildi hayır yaşamın o şaşmaz kötücüllüğü içinde yazmak; tıpkı Seneler’de denendiği gibi, özgürleşmenin kaydını tutmak, onu sonsuz bir biçimde kavramak içindi. Bu nedenle zaten yazarken bütün bir yaşam, kadın olmanın, ‘aşağı’ sayılmanın bütün bir hıncı boşanacaktır metne. Yazmak irkiltecektir.

9-)     Cinsel özgürleşmenin, cinselliğin yarattığı etkiyle başlar Yalın Tutku[8]. Canal Plus’da ilk kez bir porno film seyreden anlatıcı, eskiden asla söz edilemeyecek bir eylemin bu kadar kolaylıkla karşılanması karşısında boşa düşer. Akabinde metnin daha ilk sayfasında yazmanın yönelmesi gereken hedefi açıklıkla ortaya koyar. Cinsel birleşme sahnesinin yarattığı etkiye, bunaltıya, şaşkınlığa ve tüm ahlaki yargıların askıya alındığı o eşiğe yönelmeliydi yazı. Yani kısıtlamaların çeperinden sıyrılmış; ahlaki yargılarla boğdurulmuş, nefessiz bırakılmış olan öznenin; kendi hikâyesini yaşamaktan alıkoyulmuş yığınların, değersizleştirilmiş bir yaşam biçiminin, hapsolunmuş bir tutkunun, çileciliğin, baskılanmış olanın, görmezden gelinenin olduğu yere bakmalıdır yazı. Oradan yükselmeli ve irkiltmelidir, özgürlüğün kaydını tutarak geçmişin mücadelesini geleceğin hafızasına kazıyabilmelidir. Zor sınav. Müthiş bir arzu.


[1] Babamın Yeri. Annie Ernaux. Çev. Siren İdemen. Can Yayınları: İstanbul.

[2] Seneler. Annie Ernaux. Çev. Siren İdemen. Can Yayınları: İstanbul.

[3] Lenu, diğer adıyla Elena Greco, Elena Ferrante’nin Napoli Romanları serisinin başkarakteridir. Ferrante’nin otobiyografik ögelerin baskın olan bu eserinde çocukluğundan yetişkinliğine kadar geçen evrede bir kadın karakterin, Napoli’nin baskıcı bir mahallesinden yine ‘okuma’ eylemiyle sıyrılıp sınıf atlaması meselesi pek çok açıdan Ernaux’nun eserleriyle karşılaştırılabilir, fakat böylesi bir çalışma bu yazının ana konusu değildir.

[4] Bu metinde Mihail Şişkin’e ilişkin olan atıflar Jaguar Yayınlarınca basılan ‘Mürekkep Lekesi’ isimli eserinden alınmıştır.

[5] İlgili yazı için bkz. Punctum Dergi.  Okumak, Anılar ve Notlar. Çev. Murat Erşen.

[6] Deneme için bkz. E. Cioran. Var Olma Eğilimi. Çev. Kenan Sarıalioğlu. Metis: İstanbul.

[7] Annie Ernaux’un Nobel konuşması metni için Punctum derginin web sitesine bakılabilir, çeviren: Murat Erşen.

[8] Yalın Tutku. Annie Ernaux. Çev. Yaşar Avunç. Can Yayınları: İstanbul.