.

Güç Gösterisi Sansürün Hikâyesi

tehlıkelı-fıkırler-erıc-berkowıtz

Ali Bulunmaz

Müphemlik yaratan ve gerçeklerin üzerini örten sansür, tarih boyunca vardı ve hep kullanıldı. Dönemlere ve uygulayanların meşrebine göre şekil değiştiren; ahlak kumkumaları, ne pahasına olursa olsun iktidarını sürdürmeye niyetlenenler, kendi kitlesini meydana getirip toplumu “biz” ve “onlar” diye ikiye bölmek isteyenler, güç zehirlenmesi nedeniyle hukukun ve adaletin etrafından dolanma amacıyla her yolu deneyenler için sansür daima işlevseldi.

Eric Berkowitz Tehlikeli Fikirler’de işte bu işlevselliğe eğilip meselenin tarihî boyutuyla beraber, kimin hangi neden ya da gerekçelerle sansüre başvurduğunu ve bunun sonuçlarını inceliyor.

“Habis çarpıtmalar” ve Günah Keçileri 

Berkowitz, sansürü uygulayanların doğal hakları arka plana itmenin yanı sıra toplumsal gerçekliğe nüfuz etmeye çalıştığını hatırlatıyor. Otoritenin; muhaliflerin, sanatçıların ve gazetecilerin sansür marifetiyle ifade özgürlüğünü elinden almaya, dolayısıyla sükûneti sağlamaya çalışarak sesi gür olanı haklı çıkarmayı amaçladığını, bunun da “kamu yararı”, “birlik beraberlik” ve “müesses nizam” gibi gerekçelerle makyajlandığını anımsatıyor. 

Berkowitz, Antikçağ’dan günümüze uzanan, koşullara göre biçim verilen sansürün; “sakıncalı” hâl ve hareketlerin, konuşmaların ve fikirlerin baskılanması, bazen de gerçekliğin eğilip bükülmesi olduğunu, bu eylemle ifadenin yalnızca engellenmediğini, aynı zamanda yönlendirildiğini söylüyor. 

Yazarın bahsettiği baskılama ve yönlendirme, Antikçağ’da Tanrı’ya ve tanrılara yardım için yapılıyor; bazı söz ve resimlerin toplumu zehirleyip felakete yol açarak kamu otoritesini sarsabileceği düşünülüyordu. Bu nedenle aykırı olan her şey yok edilerek “kolektif ruh kirden arındırılıyordu.”

Kutsal kitapların yorumlarına dayanarak girişilen eylemlerde de benzer uygulamalar söz konusuydu Berkowitz’e göre. Kitapların aksini savunmak küfürdü ve bu “habis çarpıtmalar”, bertaraf edilmek için yeterli bir nedendi. Baskı ve yönlendirme, “günah keçisi” bulmayı da toplumu idare etmeyi de kolaylaştırıyordu. Mesela Tanrıların otoritesini sarsmak ve fikirleriyle özgürleştirdiği gençleri baştan çıkarmakla itham edilen Sokrates, Atina’yı kirlettiği için hedef tahtasına konmuştu. Bunun Antik Roma’daki karşılığı ise halkın önünde âdeta idam edilircesine yakılan kitaplar ve sözün özgürlüğü uğruna mücadele ettikten sonra yaşamı sefalet içinde son bulan Titus Labienus’tu.

Ortaçağ’da ise Kilise Babaları, çatlak her sesi bastırma amacıyla Hıristiyanlık yorumlarını kanun hâline getirip “düşünce ayrılığının kökünü kurutmaya, iktidarları aklamaya ve dinden sapanları ya da inançsızları dine geri döndürmeye” çalışıyordu. Cinselliği ve arzuyu tetiklediğini öne sürerek tiyatroyu yasaklayan Kilise’nin “günahkârlara uyguladığı haklı zulmü”, Aziz Augustinus’a göre “sevgiden doğuyor ve ruhları kurtarma amacı güdüyordu.”

Rönesans’ın habercisi matbaayla yayılan “sakıncalı fikirler” yüzünden yargılananlar, aforoz ve idam edilenlerle birlikte, “kargaşa yaratma ihtimali yüksek” eserlerin yetkililer tarafından “sapkın” ve “muzır” sayıldığını, bunları yazan ve yayınlayanların en ağır cezalara çarptırıldığını da hatırlatıyor Berkowitz. 

Sislerden Hakikat-Sonrası Dünyaya

Diktatörlerin ve popülist iktidarların, toplumun hakikatlerini kabullenmeyerek sansürü, yasakları ve cezaları devreye soktuğunu tarihsel örneklerle anlatırken sınıfsal, püriten ve siyasi baskıların geçmişine bakan Berkowitz, kimi zaman “medeniyetin beşiği” Avrupa’ya kimi zaman “adaletin ve eşitliğin coğrafyası” ABD’ye uzanarak susturulanların sesine kulak verip ifade özgürlüğünün nasıl örselendiğini ortaya koyuyor.

Berkowitz’in satırları güçlülerin, kendilerine karşı gelenlerin ve muhaliflerin “gevezeliklerini” ve “kirli fikirlerini” bastırarak düzeni devam ettirme çabasının tarihi bir bakıma. Bunların yanında “tedbirler” de söz konusu; on dokuzuncu yüzyıldan bir örnek veriyor yazar: “Avrupa’daki sansür önlemleri, neredeyse istisnasız olarak sorun yaratabilecek fikirleri yoksullardan uzak tutma odaklıydı. Örneğin, bir roman ya da hikâye ucuza satılıyorsa yasaklanıyor, hâli vakti yerinde olanlara göre fiyatlandırılmışsa onaylanabiliyordu. Fransız ya da Alman tiyatro oyunları üst-orta sınıflara hizmet veren tiyatrolarda sahnelenebiliyor, yoksullar ve işçi sınıftan izleyicisi olan yerlerde yasaklanıyordu.”

Bir başka önlem, 1830’larda ABD’de kölelik karşıtı söylem ve eylemlerin yasaklanmasıydı. Efendilerin “gururunun ve itibarının incinmemesi” ve kamu huzurunun tesis edilmesi için kanun koyucuların ikna edildiği ve kölelik karşıtı tartışmaların bastırıldığı o dönemde, kölelerin söz hakkı mevzubahis bile değildi. İç savaşa denk gelen o günlerde, halkı isyana teşvik ve askerlikten soğutma suçlamasıyla kovuşturulup soruşturulanların sayısı da epey fazlaydı.

Berkowitz, 1914-1945 arasındaki durumu, ABD’li Senatör Hiram Johnson’a atfedilen bir sözü hatırlatarak özetliyor: “Savaş başladığında ilk zayiat hakikattir.” Cephelerde ve cephe dışında sürekli bir savaş hâlinin hüküm sürdüğü bu otuz yıl, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı ve sansürün sonuna kadar uygulandığı bir zaman dilimiydi. Sinemadan edebiyata, basından günlük hayata kadar hemen her yerde kitleler, gerçekler karartılarak manipüle edilmişti. Kanın, savaşın ve zaferin, tüm iktidarların ve tiranların tek hakikati hâline geldiği o yıllarda, sıkıyönetimler ve olağanüstü hâl uygulamaları ise günlük yaşamın ayrılmaz parçasına dönüşmüştü. Berkowitz’in ifadesiyle o senelerde savaş, “sadece muharebede düşmanını yenmek değil, aynı zamanda savaş öncesi ‘bitmek bilmez zenginlik arzusu ve dejenere bedensel hazlar’ yüzünden yitirilen ulusal saflığı yeniden kazanma anlamına da geliyordu.”

Churchill’in her iki dünya savaşı için kullandığı sis metaforu, hem 1914-1945 arası hem de 1945 sonrasındaki Soğuk Savaş için geçerliydi; gerçeklerin perdelenerek sansürün ve manipülasyonun kültürel, politik ve sosyal manada işletildiği bir dönemdi bu.

1990’larla birlikte tartışma “Hakikat sonrası dünyaya mı girdik?” sorusuyla şekillendi; gerçekliğin eğilip bükülmesinde ve muğlaklığın kök salmasında zirveye ulaşıldı. Berkowitz’e göre “birilerini zenginleştirmek için yemlenen ve manipüle edilen sosyal medya kullanıcıları”nın sayısı artıp sosyal medya okur-yazarlığı geri plana itildikçe hakikat tartışmaları derinleşti ve muğlaklığın sınırları genişledi. Sosyal medya mecralarının sahipleri ve yöneticileri için kâr, söylemden ve ifade özgürlüğünden önce geldiğinden sansür de manipülasyonlar da günün şartlarına uygun hâle getirildi. “Dikkat ekonomisi” ve “gözetim kapitalizmi”nin yanı sıra “internet polisleri”, kendilerine “zararlı içerikler”le ilgili son sözü söylemeyi sürdürürken kol kola koşan sahte haber ve nefret söylemi, muğlaklıktan ve manipülasyondan beslenenler için verimli ve kazançlı olmaya devam etti. 

Berkowitz, hakikatin bilinebilirliğinin belirsizlik bulutunda sokulduğu ve akışkanlığın hâkim olduğu günümüzden uzak geçmişe bakarak kaleme aldığı Tehlikeli Fikirler’de, ifade özgürlüğü mücadelesinin ve sansür tarihinin paralellik gösterdiğini örneklerle anlatıyor. “Bir güç gösterisi” dediği sansürle ifade özgürlüğünü engellemeye çalışmanın da onu nefret söylemine hoşgörü gösterir hâle getirmenin de riskler barındırdığını hatırlatırken bir uyarıda bulunuyor: “Hedefini şaşırmış her eylem gibi söylem de gerçekten zarara yol açabilir. (…) Tehlikeli bir fikri ortadan kaldırmak için ifade özgürlüğüne darbe vurmak, sadece etkisiz olmakla kalmaz, uzun vadede çok daha büyük fenalıklara yol açar.”

Tehlikeli Fikirler, Eric Berkowitz, Çeviren: Duygu Akın, Minotor Kitap, 432 s.