.

Görülmek ve Görmek

Simlâ Sunay

(Sansüre Hayır!)[1] Bir çocuk bir yetişkinin ruh halini nasıl anlar? Ketum yetişkinler çoğunlukla çocuklara ne hissettiğini söylemediğine, gizlediğine göre. Hele ki bu yetişkin bir sınıf öğretmeni, güçlü ve otoriter bir figürse. Özel hayatında ne yaşarsa yaşasın bunu işine ve sınıfa taşımaması gerekir. Her zaman kale gibi dimdik ve sağlam girilmeli o sınıfa. Ne ki, bir öğretmen genellikle sınıfta bir çocuğun sıkıntısı varsa anlayabilir ve onunla konuşmaya çalışabilir. Yetişkinler çocukların duygusal halleri söz konusu olduğunda iletişim kurabilecek becerilere sahip olabilir. Peki, tersi bir durumda diyalog nasıl kurulacak? Öğretmen ve çocuk öğrenci arasındaki bu tek yönlü iletişimi kırmak kolay mı? Değil, bu yüzden de yetişkinlerin hissettikleri bağlamında yetişkin ve çocuk arasında olası diyalog çoğunlukla “kapalı”dır. Sema Aslan’ın yazdığı[2] Küçücük adlı resimli öykü işte bu “kapalı”lığı açıyor. Öyküde, öğretmeninin “tuhaf” halini fark eden erkek çocuk karakterin anlatısıyla genellikle tek yönlü ve hiyerarşik kurulan bir iletişim biçimi tersine çevriliyor. Üstelik de çocuk karakter bir yetişkin gibi davranmıyor, çocuk yine çocuk ve yetişkin yine yetişkin. Yazar Sema Aslan sade ve duru bir dille çocuklarla yapılabilecek felsefi bir tartışma başlatıyor. Neden bazen “küçücük” hissederiz? Yıkandıkça çeken yünlü kazaklar gibi küçülürüz?

İşitmek ve İşitilmek

Bu önemli ve hassas diyaloğa gidecek yol, anlatıcı çocuk karakterin teneffüs arasında öğretmenini işitmesiyle başlıyor. “Hem yaş hem boy bos, yıllardır büyük, kocaman bir insansın. Küçülmek de nereden çıktı şimdi?” (sayfa 4).  Boşalmış sınıftan henüz çıkmamış, omuzları düşük ve hafif kederli çizilmiş, iri gözlüklü bir öğretmenin dışarı akan içsesi, kendi kendine söylenmesi. İlk okumada bu “küçülmek”ten kastın yaşlanmak olduğunu düşünebilir okur. Yaşlı insanlar boylarının kısaldığından, kamburlarının çıktığından yakınır. Fiziksel bir küçülme vardır. Peki, o kadar mı? Çocuk, sesi işitince hemen cevap verir: “Küçülmek mi?”

Bir çocuk için “küçülmek” öncelikle fiziksel bir şeydir ve çok ilgi çekici olabilir. Çocuklar soyut evrene 9-10 yaşlarında girdiklerine göre, öykünün karakteri henüz somut dünyadadır. Öğretmeni acaba “çeken bir kazak” gibi mi küçülmekte yoksa artık bedenine kısa gelen karyolası gibi mi küçülmektedir? Öğretmen de onu işitir ve şaşırır, nasıl olur da fark etmemiştir sınıfta biri olduğunu, herkes sınıftan çıkmamış mıydı ki? Serzenişi bir öğrencisi tarafından işitilmiştir. Üstelik öğrencisi pek de öyle baştan savılacak gibi değildir, bu “küçülme” işi çözülmelidir. Aksi halde çok tuhaf değil midir? Bir öğretmen nasıl küçülür? Devler ve cüceler ülkesinde değiliz ya.

Görmek ve Görülmek

Öğretmen çocuğun yanına gelir ve yüzünü yüzüne yaklaştırır. Dosdoğru çocuğun gözlerinin içine bakar. Bir sağ gözüne bakar, bir sol gözüne bakar. Çok dikkatli bir bakıştır bu. Bu esnada öğretmenin gözlük camlarının kirli olduğunu fark eder çocuk. Çizimlerde, öğretmenin iki gözbebeğinde çocuğun siluetini görürüz. Çizimin başarısıdır bu. Tam da sahne böyle bir sahnedir. Öğretmen çocuğu görür. Ama gözlük camları kirli olduğu için bu biraz da eksik bir görmedir henüz. Derken çocuk da öğretmeni görür. Öğretmeni gerçekten de o gün her zamanki gibi değildir. Düşük omuzlarla, sırtında kamburla yürümüştür sınıfta ve hep yere bakmıştır. Neden yere bakmıştır öğretmeni acaba? Çocuk bunu fark eder etmez o da yere bakar. Diyalog başlamıştır ama görmeler ve bakmalar devam edecektir. Çocuk öğretmenin baktığı gibi yere diker gözlerini. Tam bu anda öğretmen nasıl küçülmediğini söylemektedir; çeken kazaklar ya da çocuk karyolaları gibi değildir onun küçülmesi. Derken öğretmen gözlüğünü çıkarır ve temizlemeye başlar. Sebebi pek önemsizmiş gibi “öyle ya da böyle, küçülüyorum işte” deyiverir. Ne ki öğretmen kurulmakta olan bağın etkisine az da olsa girmiştir. Gözlük camları temizlendiğine göre o da daha iyi görecektir. Görmesini asıl sağlayan görülmektir.

İşitmek, işitilmek, görmek ve görülmenin ardından öğretmen nasıl da küçüldüğünü ve artık sınıftaki kitaplığa uzanamadığını, sınıfı bir baştan bir sona rahatça yürüyemediğini yani yaşadığı duygusal halin fiziksel sonuçlarını anlatmaya başlar. Diyalog sağlam olarak kurulmuştur artık. Bundan sonra çocuğun “küçülmeyle” baş etme tavsiyeleri gelir. Ne de eğlenceli önerilerdir ama öğretmenin hiç keyfi ve gücü yoktur, yorgundur, hevesli değildir, isteği ve arzusu yoktur. Motivasyonunu kaybetmiştir. Enerjisi kalmadığı için küçülmektedir. Sevinci yitiktir. Artık “yer” gözüne daha yakındır; yukarılar, üstler, tepeler, yüksekler değil. Çocuk bu kez yere iyice eğilir ve öğretmenin yerde neler görmüş olabileceğine daha dikkatli bakar. Yere bakmak hiç de fena bir şey değildir. Gölgelere saklanmış örümceği fark etmek ona keyif verir. Çocuk öğretmeniyle empati kurar ve bunu içgüdüsel olarak yapar. Ne ki öğretmenini tekrar “büyütmek” için yaptığı tavsiyelerin hiçbiri tutmaz. Bu kez öğretmenine daha dikkatli bakar. Çizimde bu sefer çocuğun iki gözbebeğinde öğretmeninin siluetini görürüz. Derin bir bakıştır bu, tıpkı daha önce öğretmeninin çocuğa baktığı gibi. İşte o an “Belki de üzgünsünüz” (sayfa 37) deyiverir çocuk. Çünkü çocuk genellikle kendisini üzgün hissettiğinde “küçük” hissetmektedir. Duygudaşlık böylece sağlanır. Sınıfta geçen ve bir öğretmenle bir çocuğu karşı karşıya getiren öyküde didaktizmin emaresi yoktur. Berrak, billur ve doğal akış dikkat çekicidir.

Öğretmen “görülmeye ve işitilmeye” karşı yelkenlerini indirir. Yetişkin ve sorumlu olmanın yarattığı ketumluğu bozar, detay vermese de (belki de) bir şeylere üzüldüğünü kendi ağzıyla ifade eder. Bundan sonra artık “iletişim” tamamlanmış ve küçülme hissi veren bu olumsuz duygudan çıkmaya gelmiştir sıra. Öğretmen de yere eğilerek örümceğe bakar. O gün hep yere baktığı halde nasıl da görmemiştir örümceği? Öğretmen dalgın ve kederli halinden fiziki dünyaya dönüş yapar. Birlikte bedenlerini esneterek o kasvetli halden çıkarlar, gören ve görülen olarak. Dinlemenin, işitmenin ve işitilmenin eşliğinde tekrar gören ve tekrar görülen olarak. 

Küçücük, Sema Aslan, Resimleyen: Zeynep Özatalay, Redhouse Kidz, 2024.


[1] Artan sansür girişimlerine itiraz olarak, her yazımın başında bu slogan yer alacak.

[2] Sema Aslan’ın Topur’daki Dünya ve Şehrin Göbeğini Bulamıyorum! adlı kitapları hakkındaki değerlendirme yazım için; 24 Ekim 2019 tarihli Cumhuriyet Kitap Dergisi arşivine bakılabilir.