Meryem Çakır
meryemcakirr@yahoo.com
Vüs’at O. Bener’in Buzul Çağının Virüsü romanında birden çok anlatıcıyla karşılaşılmaktadır. Bu anlatıcılar zaman zaman kolayca ayırt edilmekte, kimi zaman ise tümden birbirine karışmaktadır. Birinci tekil şahıs (ben) anlatıcı Osman Yaylagülü dışındaki diğer anlatıcıların belli ses tonlarına sahip olmamaları, cümle kuruluşundan kendilerini ele vermemeleri, bu karmaşıklığı artırmaktadır. Yazarın, bu anlatıcıları bariz farklarla ayırmaması, bir bütün hâlinde kurulmuş metin dilini öne çıkarmak istediği şeklinde yorumlanabilir.
Pek çok romanın yalnızca bir anlatıcısı bulunurken bu romanın anlatıcı kadrosu beş farklı kişiden oluşmaktadır:
- Osman Yaylagülü (Ben – Birinci Tekil Şahıs)
- Gözlemci – Yansıtıcı (O – Üçüncü Tekil Şahıs)
- Dramatize Edilmiş Anlatıcı (O – Üçüncü Tekil Şahıs)
- İlâhi Bakış Açısıyla Var Olan Anlatıcı
- Belirsiz Anlatıcı
Birinci tekil şahsın kullanımıyla kendini ifade eden “ben anlatıcısı”, romanın başkişisi Osman Yaylagülü’dür. Tıpkı buzul çağından kalma bir virüs gibi varlığını başkalarının varlığına bağlı olarak devam ettiren, ele geçirdiği insanları kurutan, bir buz kütlesi gibi her şeyi eriterek yaşamını sürdüren Osman, ana karakterler arasında roman sonunda ölmeyen tek kişidir. Bu karakterin gözlemlerini, hislerini ve düşüncelerini kendi ağzından duymak, okumak mümkündür. Buradan hareketle kitaptaki ilk anlatıcının o olduğunu belirtmek gerekmektedir. Eserin birden fazla bölümü bu şekilde, Osman’ın cümleleriyle oluşturulmuştur. Bu cümlelere örnek olarak şu paragraf gösterilebilir:
“Sabah ezanını okuyan müezzinin bet çağrısına uyandım. Makam hak getire. ‘Tanrı uludur’ diyor, gelmedi hoparlörlü ‘Allah-u Ekber’ daha gündeme. Usulca çıktım Kemal’in evinden. Başım dönültülü, mide suyu geliyor sulfato acılığında ağzıma. Durup, tükürüp, kimi tökezleyerek, kaç çapraşıklığı dolandıran sokakları güçlükle aşarak ulaştım kapıma. Elbiselerimle attım kendimi yatağa, soluğum şöyle böyle düzelirken, sızmışım.”[1]
Romanın “gözlemci – yansıtıcı” konumundaki anlatıcısı, olayları uzaktan izleyen, gözlemleyen ve aktaran biridir. “Camı çatlak kapıyı itip girdiler. Komiser yarım bıraktığı ılımış çayından bir yudum aldı. Yokladı yanağındaki et benini.” [2]
Gördüklerini olanca yalınlığıyla anlatırken okurun zihninde herhangi bir şüphe uyandırmayan bu anlatıcı, Booth’un tabiriyle “güvenilir anlatıcı”dır. Booth, “güvenilir anlatıcı”yı şu şekilde tanımlamaktadır: “Eserin normlarına, (yani zımni yazarın normlarına) uygun olarak konuşan ya da hareket eden anlatıcıya ‘güvenilir’ diyorum.”[3]
Buzul Çağının Virüsü romanında yer alan “gözlemci – yansıtıcı anlatıcı”, bu tanıma paralel olarak aldatıcılıktan uzaktır. Çünkü kurduğu cümleler, eserin bütünlüğüne ters düşmemektedir.
Eserde, bu iki tip anlatıcıdan uzak bir “dramatize edilmiş anlatıcı” bulunmaktadır. Booth’un “En az bize anlattıkları karakterler kadar canlı karakterler haline gelirler”[4] diyerek eserdeki var olma biçimlerini açıkladığı “dramatize edilmiş anlatıcılar”, oynadıkları aktif rolle dikkat çekmektedirler. Buzul Çağının Virüsü’ndeki bu tip anlatıcı”, açıklamada belirtildiği şekilde canlı karakter özelliklerine sahiptir. Zaman zaman okurla konuşarak elden başka türlüsünün gelmediğini bildirdiği görülmektedir:
“Bir gün darda kalırsa, o da çalacak, yakalanmaktan korkmazsa. Ne yapalım, düzen bu düzen, kıran kırana. Üzülme ahbap, sıkma canını.
Süt yoktu, gereksizdi, kaşık olup yattılar o gece.”[5]
Anlatıcı kadrosu açısından incelenen Buzul Çağının Virüsü romanında, “gözlemci – yansıtıcı anlatıcı”dan farklı olarak karakterlerin iç tahlillerini yapan, hissettiklerine vâkıf olan, gelecek yaşamlarını öngören bir anlatıcının varlığı da söz konusudur. Tanrısal, ilâhi bakış açısıyla karakterlerin ruhsal dünyasına eğilebilen bu anlatıcı, onların verdikleri kararları daha harekete geçmedikleri halde bilmektedir:
“Kafası çitlembik. Sözünü tutabilirdi, yerine getirmemeye karar verdi. Ölümden öte köy yok! Görüldü, aldırılmadı, çağrılmadı. O, yanaştı sessizce, sofralarına.”[6]
Bütün bu anlatıcıların dışında eserin bazı noktalarında beliren, herhangi bir kategoriye sokulamayacak bir anlatıcıyla da karşılaşmak mümkündür. Bu anlatıcıyı “belirsiz” olarak tanımlama gerekliliğinin sebebi, herhangi bir kimliğe oturtulmadan sunulmuş olmasıdır. Ne ben anlatımıyla bir şahsı temsil eden, ne tam olarak gözlemciliğiyle var olan, ne dramatize edildiği görülen, ne de ilâhi bir açıklayışla bütün içselliğe hâkim olan bu anlatıcının bir belirsizlikler yumağından müteşekkil olması, bu tanımlamayı akla getirmektedir. Aşağıda alıntılanan paragraf, romanda bu “belirsiz anlatıcı”nın ağzından aktarılmıştır:
“İki kahve söylemeli. Bekleyenin belli, ona? Sade mi, orta mı, şekerli mi? Ne sigarası içerdi? O, anımsayabilir, doğal kadın belleği inceliğinden ötürü övünmeye de hakkı olmasa gerek. Tutuk, görünmez dişlisinden kurtulamıyor zaman. Yumruk edilmiş ellerinin açık başparmakları, dirseklerinden güç alarak, kabarmış boğaz damarlarını bademciklerine doğru sıvazlayıp duruyor.”[7]
Beş farklı tip anlatıcısıyla, tipik – geleneksel anlatı kalıplarını aşan Buzul Çağının Virüsü, özellikle bu zengin içeriği ve ayrıksı tekniğiyle dikkat çeken bir romandır.
[1] Vüs’at O. Bener, Buzul Çağının Virüsü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s.155.
[2] A.g.e., s.36.
[3] Wayne Booth, Kurmacanın Retoriği, (Çev.: Bülent O. Doğan), Metis Yayınları, İstanbul, 2012, s.170.
[4] Bener, A.g.e., s.164.
[5] A.g.e., s.145.
[6] Bener, A.g.e., s.192.
[7] A.g.e., s.183.