.

Yenişehir’in Kızı, Başkentin Yabancısı II

Hakan Kaynar

kaynarhakan@gmail.com

“Neyse ki Sevgi, yüzüne karşı kendisine “egocentrique” dediğimi bilmekte. Bile bile dizime yatıp başını kaşıtmaya geliyor gidiyor. Yüzüme karşı değil de ardımdan sağda solda bana “Hürrem Sultan” adını taktığını itiraf ediyor. Ne hoş. Her şeyi karşılıklı açık seçik bilerek dostluk ne güzel.” Bu şehrin bir başka çocuğu, Adalet Ağaoğlu, 18 Şubat 1971’de günlüğüne yazmış bunları.[1] “Hürrem Sultan” neden arkadaşının egosantrik olduğunu düşünüyor?-: çünkü bir kaç cümle önce onun ilk romanından bahsetti, Yürümek’ten, kahramanı Elâ’dan: “Hadi canım Sevgi, bu adın arkasına ne kadar saklansan nafile, kendini anlatıyorsun işte.” dedi. Sevgi Soysal’ın saklanmak gibi bir derdi var mı, emin değilim. Ama evet, romanda o var. Hatta bütün yazdıklarında. 

Sevgi Soysal’ın Ankara’daki ilk evi Yenişehir’de, Selanik Caddesi’ndedir. Yenişehir, makus talihi Büyük Millet Meclisi’nin burada açılmasıyla değişen Ankara’nın Cumhuriyet’in merkezi olmasından sonra inşa edilen modern mahallesi. Atatürk Bulvarı’nın iki kıyısına açılan sokaklar üzerinde bir iki katlı evlerden ve seyrek de olsa apartmanlardan mürekkep bir devletlüler sitesi. Geçtiğimiz kasım ayında Ankaralı şair-akademisyen Ali Cengizkan ve Müge Cengizkan küratörlüğünde açılan “Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933” sergisini gezen Ankaralılar, sanırım sormuştur: “Bu kurulan şehir yıkılmasaydı, Ankara şimdi neye benzerdi?” İrili, ufaklı bahçeler içinde her biri bir, iki katlı evlerden oluşan o mahalle bugün yaşıyor olsaydı eğer, eminim nurtopu gibi pek nostaljik bir hafıza mekânımız olurdu. Gariptir: şehri, cumhuriyeti kuranların bir zamanlar beğenmediği Hacettepe, Erzurum Mahallelerinden kalan ne varsa mutenalaştırıldı, eskinin mütevazı evleri sırf cumbası var diye konak adı altında muktedir partinin bakanlarına, hatta onların ağızlarına bakanlarına üç kuruş paraya pay edildi. Hatta Ramazan eğlencesi dekoruna dönüştürüldü ama başkent diye kurulan Yenişehir artık sadece fotoğraflarla, filmlerle, maketlerle anlatılabilir, anlatıldı. Sergi elbette daha başında, başlığıyla bu yıkım hikâyesini dışarıda bırakmış ama serginin kataloğu değil. Yener Baş, sergi kataloğunda doktora tezinden yola çıkarak yazdığı son derece kapsamlı, yoğun makalesinde bu mahalle kimin, parsel parsel inceliyor: 603 tanesinden 185’i milletvekillerine, 140 tanesi bürokratlara, 47’si askerlere ait. Eşraf ailelerine ait parsellerin sayısı yüzde beş olsa da, onlarınki genelde cadde üzerinde, hem eşraftan olup hem mebus olanınki tam köşe başında. Peki ne oldu? Kurulan şehir nasıl yıkıldı? Yener Baş cevaplıyor:  “Nitekim “Yenişehir’in sonu” da yine onu ve kendisini, inşa eden sınıfın etkinliğinden kaynaklanmıştır.”[2] Önce evler yıkılır, apartman olur. Sonra apartmanlar yıkılır, iş merkezi. 

Bu yeni kurulan ilk Ankara, yani Yenişehir mahallesi bozkırın ortasında, sürekli o bozkırın tehdidi altında sanki bir haziran rüzgârında toza toprağa karışacak kadar küçücüktür. Sevgi Soysal’ın deyişiyle “(…)asla geri gelmeyecek eskiyle “Tolet”li yeni zaman arasında” kurulmuştur. Şehrin sanki mayasına yazılmıştır hep kuruluyor, yapılıyor olmak yani inşaat. Dönüşümün “kentsel” olduğu yerdir Ankara, yine Soysal’da söz: “…Samanpazarıyla Çankaya arasındaki batak, sevimsiz, sivrisinekli bozkırda asfaltlarla, beton yapılar, bahçeli tek katlı evlerle “Yenişehir” gelişti. Yenişehir: “City of Magic!” Amansız yaz sıcağında eriyen asfaltları serinletecek akasya, kestane ağaçları büyüdü. Heykeller, parklar, mağazalar, hiç işleri bitmeyen, hiç yorulmayan yapı işçileri.”[3] Son cümleyi bir daha okuyun ey ölümlüler! Yenişehir gelişti, kestane ağaçları büyüdü diye okurken hemen ardından gelen cümledeki yürüyüşe dikkat edelim, ama zihnimizin yürüyüşüne. Sonra “Heykeller, parklar, mağazalar” diye devam ediyor. Fiille biten cümlelere alışmış zihnimiz, sanki bunların birer birer çoğaldığını, açıldığını vs. beklerken herhangi bir yerleşimi şehir yapan bir karşılaşma yaşatıyor Sevgi Soysal okuruna. Çünkü eğer bir yerde birbirinden farklı dinden insanlar değil sınıflar yaşıyorsa ama yetmez, dahası bunlar karşılaşıyorsa orası şehirdir. Üstelik aynı şehirde tecrübe ettiğimiz gibi, birdenbire. Heykellerin, parkların, mağazaların insanları olarak birdenbire inşaat işçileriyle karşılaşıyoruz, karşılaşıyoruz da ne oluyor? Yarım kalıyor cümle, fiili yok, öyle havada. Bakıp geçiyoruz.  

Sevgi Soysal, ilk romanı “Yürümek”i bu ağaçlı apartmanda yazdı. Her iki cephesindeki geniş balkonlardan dışarı baktığı kesin. Belki arka bahçedeki dut ağacının meyvelerinden de yemiştir. Yazara ait bu ve diğer yazılarda geçen adres bilgilerinin çoğunu kızı Funda Soysal’dan aldım. Kendisine teşekkür ederim. 

Büyüdüğü değil ama romanı yazdığı ev hâlâ ayakta. O biraz daha yukarıda. Yenişehir’de değil, Kavaklıdere’de. Sevgi Soysal’ın sokaklarında oynadığı şehirden bir iz pek kalmamıştır, tek tük. Yeri gelince sayarız. Ama nasıl evlerdi, apartmanlardı onlar diye soran olursa işte “Yürümek” romanını yazdığı bu binayı gösterebiliriz. Üstelik bu bina da 1951 yılında, Yenişehir yenişehirken yapılmış Kavaklıdere’ye. O zamanlar sokağın ismi Bilir, şimdi Abay Kunanbay. Apartmanın planlarını Sandıkçıoğlu ailesinin mimar üyesi Mustafa Bey, Kavaklıdere İlkokulu’nu da o tasarlamış, çizmiş. 1956 yılında da ailenin bir başka üyesi, bir veteriner profesör Mehmet Sandıkçıoğlu apartmanın hemen önüne bir ağaç dikmiş.  Şimdi belki hem aile üyesi bir mimarın ilk göz ağrılarından biri diye hem de hemen önündeki o Kafkas Ihlamuru artık bir anıt ağaca dönüştüğünden, bu apartman kentsel dönüşüm yıkımına uğramamış, ayakta. İkiz binanın her iki yanındaki girişlerden sağdaki 28 numaralı. Sevgi Soysal fotoğrafta görünen yukarıdaki balkondan tüm yaşadıklarına, Ankara’ya bakıp hayatını edebiyatın imbiğinden geçirmiş. Sadece kendisi yok yazdıklarında, 1940’lardan 1970’lere Ankara da orada.

Sevgi Soysal neden Ankara’nın ilk yazarıdır? Bu şehirde 1970’lerde doğmuş bizleri ne bizden önce ne de sonra doğmuşlarla birleştirecek bir mekân, manzara vs. yoktur çünkü. Ankaralı hiç bir dede elinden tutup torunlarının annesiyle gittiği bir pastanede dondurma yiyemez. Şehir sürekli yeniye kurulu olduğundan biz Ankaralılar, aslında memleketin bütün mayasında vardır bu, öyle yıkılıp gidenlere uzun uzun yas tutmayız. Bu yüzden belki de Yenişehir’i de kimler kurduysa onlar yıkmıştır: Ev sahipleri. Kimin mahallesidir derken anlatıyor Sevgi Soysal, en sonunda yine sürpriz var: Şehrin sakini üzerinde bıraktığı etkisini nasıl okuruna taşıyor, dikkat edelim: Kimin mahallesi sorusuyla okumaya devam edelim ama: “(…) Sonra generallerin, subayların, henüz önemleri pek anlaşılmamış mühendislerin, mimarların, doktorların, öğretmenlerin, yerden bitme profesörlerin. Bir bakıma çile dolduranların, en çok İstanbul’a giden yataklıyı sevenlerin. Boş arsalar.” Boş arsalar, şehirde yürüyen bir sakinin gördüklerine birdenbire nasıl kesik atıyorsa, anlatımda da bir boşluğa düşüyoruz. Bunu daha önce de yapmıştı, hatırlatırım, “heykeller, parklar, mağazalar” derken hop karşımızda, ameleler. Ama ne diyorduk, neden Ankara’nın ilk yazarıdır Sevgi Soysal? Hemen cevaplayalım, farklı kuşaklardan biz Ankaralılar, aynı şehirde yaşadığımız hissine onu okurken kapılabiliriz artık. Bu bir, evet Ankara’nın kendine özgü, hep inşaat hep inşaat şehri oluşundan kaynaklanır; ama iki: Sevgi Soysal’ın hep kuşaklar üstü olmasından. O çağdaşlarının değil bizim yaşıtımızdır. Benim için sanki öldüğü yılda, 1976’da doğmuştur. Her okuyanın kendisiyle akran zannettiği bir tuhaf kadın. 

Geçen yazıyı bir soruyla bitirmiştim. Adana sürgünündeki Sevgi Soysal Ankara’ya selam gönderirken neden tepelerle bostanları seçti? Tepe deyince bu şehirde bol miktarda var, ilk kitabının ikinci hikâyesindeki anlatıcının demesiyle “hep tepeli” bir şehirdir Ankara.[4] Çıkıp o tepelere sevmediğimiz, gezmediğimiz çok yer görebiliriz. Çünkü ne baktığımız İstanbul ne adımız Yahya Kemal, diyeceğim ama ilgisi yok. Doğrusu şudur: Bir zamanlar Ankara daha okunaklıydı, burada gündelik hayatın zalimliği tarihin arkasına saklanamayacak kadar aşikârdı. Yenişehir bir düzlükte kuruldu. Tepelerse şehre sonradan gelenlere kalır. Yürümek romanının kahramanı Elâ, bir başka dünyanın varlığını önce sınıf arkadaşı Erol’la, sonra sokaklarına yeni yapılan apartmanda babası kapıcılık yapan Alişan’la fark eder: Bu oğlanların ikisi de sümüklüdür. Kilerli evler kalorifer kazanlı apartmanlara dönüştükçe Yenişehir’de kapıcılar da yapıcılar da artar: “Kapıcılar çevre köylerden ortak denkleriyle, yorganlarıyla geldiler. Karıları bulgurlarını, tarhanalarını, doğmuş ve doğacak çocuklarını nicedir bir sılaya hazırlamışlardı. Yenişehir’e en yakın sırtlara, Büyükesat sırtlarına, Deliler Tepesine gecekondular kuruldu.”[5] Tepelerden birini bulduk peki “bostanlar” nere? 


[1] Adalet Ağaoğlu, 2015, Damla Damla Günler, Everest Yayınları, İstanbul, 141-2.

[2] Yener Baş, “Yenişehir’in İlk Sahipleri ve İlk Sakinleri” , Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 içinde, (ed.) Ali Cengizkan, Müge Cengizkan, Koç Üniversitesi VEKAM, Ankara, 2019, 119

[3] Sevgi Soysal, 1983( İlk baskı1970), Yürümek, Bilgi Yayınevi, Ankara, 12.

[4] Sevgi Soysal, 1980 (ilk baskı 1962), “Kalabalıklarda”, Tutkulu Perçem/ Hoş Geldin Ölüm içinde, 68. 

[5] Sevgi Soysal, Yürümek, 18.