
Esra Açıkgöz
esraacikgoz@gmail.com
Kiki’nin Cadı Kargosu 1, ünlü animasyon ustası Miyazaki’nin filmiyle zihinlerimize kazınsa da İthaki Yayınları bize, eseri sahibinden okuma imkânı sunuyor. Eiko Kadono’nun birçok dile çevrilen kitabı, 13 yaşındaki bir cadının, Kiki’nin, büyüme hikâyesini anlatıyor. Hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden bir yolculuk bu.
“Kiki, her 13 yaşına gelen cadı gibi evden ayrılıp tek başına bir sene geçirmek zorundadır. Büyü yapmak konusunda acemi olsa da çok iyi olduğu bir özelliği vardır: Uçmak. En yakın arkadaşı, siyah kedisi Jiji ile süpürgesine atlayıp yeni yuvasını aramaya koyulur. Yüksek saat kulesiyle denizin kıyısında duran Koriko tam da hayalindeki gibidir. Güçlerinin kasaba halkına kolaylık ve neşe getireceğini umar. Ancak halkın güvenini kazanmak, yabancı bir şehirle tanışmak pek de kolay değildir. Bir cadı için bile.”
Hikâye tanıdık geldi mi? Yanıtı evet olanlar için muhtemelen bunun nedeni, animasyon dünyasının usta ismi Hayao Miyazaki’nin 1989’da çektiği “Küçük Cadı Kiki” filmi. Her ne kadar Kiki’nin büyüme yolculuğuyla bizi Miyazaki tanıştırmış olsa da, hikâyenin yaratıcısı başkası. Çünkü film, Eiko Kadono’nun 1985’te kaleme aldığı romanından uyarlama. 20’ye yakın dile çevrilen Kiki’nin Cadı Kargosu 1, İthaki Yayınları sayesinde Türkiye’de de raflarda yerini aldı. Akiko Hayaşi’nin çizimleriyle ete kemiğe bürüdüğü Kiki’nin hikâyesinin çevirmeni ise, Derya Akkuş Sakaue. Aslında bir serinin ilk kitabı bu.
Çocukluktan gençliğe adım atan Kiki’nin kendini ve becerilerini keşfetmesi, özgüvensiz olduğu anları fark etmesi, var olma savaşı verirken tutunduğu umutları, düştüğü umutsuzlukları, “öteki” olmanın ağırlığı, bu ağırlığı dürüstlüğü ve samimiyetiyle yenmesi anlatılıyor. Kitap, kendi başımıza bir hayat kurmaya çalışmamızın, hayallerimizin peşinden gitme arzumuzun ve aynı zamanda korkumuzun, onları gerçekleştirmek için verdiğimiz mücadelenin anlatısı biraz da. Çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de hitap etmesi belki bundan; anlatılanın bizim de hikâyemiz olmasından.

Herkesin Kendi Büyüsü Var
Onlarca dile çevrilip milyonlar tarafından okunan kitabın bu başarısında, Kadono’nun okuyucuyu da bir sihre ortak etmesinin etkisi büyük, çünkü kitap herkesi kendi büyüsü olduğuna inandırıyor. Aslında Kadono da buna inanıyor. nippon.com internet sitesinden Doi Emi’ye verdiği röportajda bu durumu özetle şöyle anlatıyor:
“Yazarken, ‘Herkesin kendine özgü bir büyüsü yok mu?’ diye düşünmeye başladım. İçimizdeki sihri ortaya çıkarmak için merak duygusu hayati önem taşıyor. Merakınız arttığında, çevrenizdeki dünyaya gözlerinizi açmaya başlarsınız. Bir şeyde ilginin tohumlarını bulursunuz ve buna devam ettikçe, dünyanız genişler. Ne kadar çok bakarsanız, o kadar çok bulursunuz; ne kadar derine inerseniz, ufuklar o kadar genişler. Gerçekten ilgilendiğiniz bir şeyi bulmak için asla geç değildir.”
İlham Kaynağı Kızı
Kadono’ya, Kiki’nin hikâyesi için ilham verense, kızı Rio’nun 12 yaşındayken çizdiği resimler oluyor. Notaların fışkırdığı bir radyonun asılı olduğu süpürgeyle uçan cadı resimleri, hayal dünyasının kapılarını aralıyor: “Bir cadı hakkında bir hikâye yazarsam, ben de uçuyormuşum gibi olacağım diye düşündüm!”
Okuyucuyu da kendiyle bir uçuruyor Kadono. İnsanı içine alan betimlemeleri, akıcı diliyle Kiki’yle birlikte süpürgeye bindiriyor. Okurun, yeşil vadilerin ve nehirlerin üzerinde süzülmesini sağlarken rüzgarı yüzünde hissettiriyor. Tıpkı şu cümlesinde olduğu gibi: “Gökyüzünün açık renkli kısmı sanki gecenin karanlığını kovalıyormuşçasına gitgide büyüyordu. Böylece o zamana dek gri ve koyu mavi renkte olan dünya, farklı farklı renklere boyanmaya başlıyordu. Alçak dağlar ilkbaharın yumuşacık yeşiliyle kaplanmıştı ve sanki havalanıp gökyüzünde süzülmek istiyorlarmış gibi hafif görünüyorlardı. Sivri kayalıklı dağlar ise ıslakmış gibi parlamaya başlamıştı. Güneşin ışıklarının tek bir çizgisinin bile dünyayı bu kadar güzelleştirmesi, Kiki’nin kalbini küt küt attıracak kadar heyecanlandırmış, onu hayran bırakmıştı.”
Modern Dünyanın Parlaklığı Neler Unutturuyor?
Bazen de “eskisi gibi karanlık geceler yaşanmadığı ve sessizlik olmadığı için dikkatler dağıldığından” cadıların birçok büyüyü unuttuğunu anlatırken, bizi modern dünyanın “parlaklığı”yla neler kaçırdığımız üzerine düşünmeye çağırıyor. Derken bir anda Kiki’nin itirazını sürüveriyor önümüze: “Bence yeryüzünden kaybolup giden sihirler dünya yüzünden değil. Gereğinden fazla çekingen davranan cadılar yüzünden. Anne, sen bile bir cadı hep sessiz ve mütevazı olmalı diyorsun ya. Ben, sürekli insanların hakkımda ne söyleyeceğini düşünerek yaşamak istemiyorum. Yapmak istediğim her şeyi yapmak istiyorum.”

Ancak bunun söylendiği kadar kolay bir şey olmadığını, yeni bir kasabada tek başına sıfırdan hayat kurmaya çalışırken anlıyor. Önyargılarla karşılandığı Koriko’da, umutsuzluklara kapıldığı oluyor: “Aslında cadılar hiçbir zaman kötü şeyler yapmadı ki. Sıradışı şeyler yapmış olabilirler ama… İnsanlar anlayamadığı şeyleri hemen kötülüyorlar. Bunlar eskide kaldı sanıyordum.” Ancak karşılaştığı önyargılara, kabalıklara rağmen yılmıyor. Her fırsatta insanlara yardıma koşmayı sürdürüyor Kiki. Öyle ki, bazen unutulan müzik aletlerini getirerek “baharı taşıyor” kasabaya, bazen kulenin bozulan saatini çok hızlı uçup döndürerek yeni yılı getiriyor. Böylece o tek başına var olmayı öğrenirken, çevresine de farklı olmanın kötü olmadığını öğretiyor. Yine de o tanıdık “Gerçekten başarabildim mi?” endişesi hiç gitmiyor içinden. İlk serinin sonunda annesinden aldığı onayla başardığını anlıyor Kiki, en azından şimdilik. Çünkü hikaye devam ediyor. Serinin geri kalanında, Kiki’nin genç bir yetişkine ve sonunda iki çocuk annesine dönüşmesine tanıklık edeceğiz.
GEÇ ÇİÇEK AÇAN BİR YAZAR: EİKO KADONO
Bu sırada sizi, kitabın yazarıyla da tanıştıralım: 1935 Tokyo doğumlu Kadono. 1970’te, yani 35 yaşındayken çocuk kitapları ve masallar yazmaya başlıyor. Kendisini “geç çiçek açan” biri olarak tanımlaması bundan. Bir röportajında bunu, “Hiçbir şeye uzun süre bağlı kalamayan insanlardandım ama yazmaya her gün bıkmadan devam edebileceğimi gördüm. Şimdi bile, kendimi iyi hissetmediğim zamanlarda her gün mutlaka masamın başındayım” diyerek anlatıyor. Çocuk kitapları yazmasında belki biraz da, zor geçen kendi çocukluğunun yaralarını iyileştirme isteği var. Annesini henüz beş yaşındayken kaybediyor Kadono, “Annemin nereye gittiğiyle ilgili kafa karışıklığı, görünmez dünyalara ve göremediğimiz şeylere hayranlık uyandırdı. İşlerin daha iyi olacağı bir yere gidebileceğimi hayal etmeye başladım. Ve okumayı öğrendiğimde buldum: Kitapların dünyasına kaçtım” diyor. Bu sefer de o dünya, 2. Dünya Savaşı’nın vahşetiyle sarsılıyor. Savaş sırasında başka bir şehre tahliye ediliyor.
“Yapıyor Olma” Kipinin Cazibesi
2. Dünya Savaşı bittiğinde, beşinci sınıf öğrencisiyken İngilizce’yle karşılaşıyor ve böylece üniversite eğitimi için alanını da seçiyor, İngiliz edebiyatı. Doi Emi’yle röportajında bunu şöyle anlatıyor: “İngilizcenin ‘yapıyor olma’ kipi beni çarptı. Hayat hakkında düşünmenin harika bir yolu gibi görünüyordu. Hayatımı şimdiki zamanda yaşamak ve her andan en iyi şekilde yararlanmak istediğime karar verdim.”


Üniversiteyi bitirip 23 yaşında evlenince tasarımcı kocasıyla Brezilya’ya gidiyor. İki yıl sonra Japonya’ya döndüğünde, üniversitedeki akıl hocalarından Tatsunokuchi Naotarō, Brezilya’da geçirdiği zamanı bir çocuk kitabı olarak yazmasını öneriyor. Birkaç kez yeniden yazdıktan sonra, kitabı “Brezilya ve Arkadaşım Luizinho” adıyla yayımlanıyor. 50 yıllık yazarlık macerası da böylece başlıyor. Bu yolculukta birçok ödülün de sahibi oluyor Kadono. 2018’de “Küçük Nobel Edebiyat Ödülü” olarak da adlandırılan Hans Christian Andersen Ödülü’ne layık görülüyor. Çalışmalarına ve genel olarak çocuk edebiyatına adanmış bir müze, 2022’de Tokyo, Edogawa’da açılacak. Japan Forward’a verdiği röportajda, “Bugüne kadar 250’den fazla eser yazdınız. Fikirlerinizi nereden buluyorsunuz?” sorusunu bakın nasıl yanıtlıyor:
“Ben hikâyeyi ilgi çekici hale getirmeye çalışırken içindeki karakterler de bana yardımcı oluyor. ‘Neden böyle bir şey daha yazmıyorsun?’ diye onlar öneriyor. O dünyada yazarken eğlendiğim için olabilir. Ben eğlenmiyorsam, okuyanların da eğlenmeyeceğine inanıyorum. İnsan, görevi gereği değil, zevk aldığı için okur… Daima neyin eğlenceli olduğuna ve ne yapmak istediğinize bakın. Bir şeyden keyif almaya ve yol boyunca karşılaşabileceğiniz tüm aksiliklere rağmen devam etmeye istekliyseniz, yolculuk sonunda sizin için sihir gibi bir şeye dönüşecektir. Önemli olan merak, hayal gücü ve macera duygusuna sahip olmak.”
Kutu
Filme ve Sahneye Taşınan Yapıt
Genelde kitaptan uyarlanan filmler bir boşluk, hayal kırıklığı yaratır. Ancak Miyazaki’nin beyaz perdeye taşıdığı görsel şölenin tadı, kitabın yazarı Eiko Kadono’nun kelimelere döktüğü hayal gücü kadar müthiş. Yapım, senaryo ve yönetmenliğini Miyazaki’nin yaptığı animasyon, Animage Anime Büyük Ödülü’nü almakla kalmayıp Disney ortaklığıyla yayınlanan ilk Studio Ghibli filmi de oluyor. Eser ayrıca, 1993-1996 arasında Yukio Ninagawa’nın yönetmenliğinde müzikal olarak da sahneleniyor. 2014’te ise, 2016’da İngiltere’deki West End Tiyatrosu’nda gösterilen bir canlı aksiyon Japon filmine dönüştürülüyor. 2017’de Japonya’da genç bir ekip tarafından yeni bir versiyonla tekrar müzikal olarak sahneye konuyor, 2021’de gösterimleri sürse de bu seneyle ilgili bilgi şimdilik yok. Kim bilir, belki bir gün müzikalini Türkiye’de de izlemek mümkün olur.