Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
Seçkin Pirim, yeni kişisel sergisi “İnziva”da salgın döneminden sonra üzerine yoğunlaştığı, bireyin kendi içine dönmesi fikri ve sakin bir hayata adaptasyonun zorlukları etrafında şekillenen heykellerini ve kâğıt işlerini bir araya getiriyor. Pirim’in birçok farklı materyal aracılığıyla neominimalist tarzda ürettiği eserlerindeki spontane formlar, sanatçının sosyal bağlantılarını, kendiyle yeniden buluşma ve kendi olma yolculuğunu temsil ediyor. Üretim biçimi ve ilhamını Mevlana’nın “birden bütüne” anlayışından alan Pirim’in sanatının kaynağı olan dert edindiği meseleler ve tecrübeler, son dönem işlerinde ruhsal-bedensel arınma ve içe dönüşün temsili niteliğini taşıyor. Pirim, günümüzün kaotik ve heterojen varoluş biçimlerine karşı kendi sınırlarını zorlayan, tekrar eden formlar üzerinden yenilenmeye, dönüşmeye dair sorulara cevaplar arıyor.
Abdullah Ezik, Seçkin Pirim ile geçtiğimiz günlerde Dirimart’ta açılan yeni kişisel sergisi “İnziva”, kavrama yaklaşım biçimi ve yakın dönem işleri üzerine konuştu.
Geçtiğimiz günlerde Dirimart’ta açılan yeni kişisel serginizde başlıkta da vurguladığınız gibi “inziva” meselesine yoğunlaşıyorsunuz. Bu kavram Batı’da da Doğu’da da kendisine derin karşılıklar bulmuş özel bir ifade. Öncelikle bir kavram olarak “inziva” sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor ve bu sergi çerçevesinde nasıl bir karşılık buldu?
İnziva fikri aslında çok öncesinden hayatımda olan bir kavram. Lise ve üniversite yıllarında okuduğum Mesnevi’den ve Mevlana kültüründen çok etkilenerek bütün heykellerin ortaya çıkışı başladı. O yüzden de oradaki çile kavramı ve inziva kavramı beni o dönemden beri kafamda soru işaretlerine sevk etti. Geldiğimiz noktada da bu sergi, içinde bulunduğumuz kaotik dünya düzenine bir dur deme sergisi oldu benim için. Birazcık pandemi ile ilişkilendirilebilir tabii ki. Orada zorunlu bir inziva yaşadık tüm dünya olarak ama benim için çıkış noktası burası değil. Dediğim gibi, çok öncesinden hayatımın içerisinde olan bir kavram. Hep şunu düşündüm son dönemlerde de; aslında bunu birebir yaşayarak tecrübe eden biri olarak inzivanın insanın hayatını ve ruhunu çok değiştirdiğini gördüm ve buna inanıyorum. O yüzden duygum hep şeydi, aslında biri çıkıp şu anda herkese bir durun arkadaşlar dese ve herkes kendi isteğiyle, sekiz milyarsak sekiz milyar kişi tek başına inzivaya çekilse ve sadece bir hafta, 40 güne bile gerek yok, bir hafta inzivaya çekilsek… Bir hafta sonra inzivadan çıkınca eminim ki dünya bambaşka bir yer olacak. Aslında biraz bunların sorularıydı bu serginin çıkış noktası.
“İnziva”nın merkezinde bireyin kendine dönmesi ve kendi içerisinde yeni bir arayışa girme arzusu yatıyor. Öyle ki bu arzu kendisine sergide manen de yüklü bir karşılık buluyor. Sanatçının bireysel arayışında “İnziva” nasıl bir durak oldu?
İlk işlerimin hem üretim biçimi haline gelen ve aynı zamanda da alt metnini, alt manifestosunu oluşturan “birden bütüne” lafıydı benim için başlangıç. Burada da bireyin kendine dönmesi ve kendi içindeki arayışı, arayış arzusu yatıyor bu inziva mevzusunda. İlk başta kendine bir dur demesi gerekiyor ve bu dur diyebilmenin en iyi ve düzgün sonuçlanabilecek yolu, tabii ki inzivadan geçiyor bence. Sergiyi de bu anlamda bir inziva mekânı olarak kurgulamak istedim. Sergiye gelen izleyicilerin kapıdan geçerek bir inziva mekanına girmeleri ve gezip dolaşacakları o bir saat boyunca, işlerde kendi karşılıklarını bulmaları, kendi sorularını sormalarını ve inziva mekânından o sessizlikle tekrar kapıdan çıkıp şehre geri dönmeleri arzusuydu benim bu sergideki hissiyatım. Bu benim için çok iyi bir durak oldu açıkçası, bu sergi ve özellikle bu kavram ve bu yaşadığım inziva süreci. Bundan sonra da başka bir sergide de sakinlik ve azalmışlıkla devam edeceğini düşünüyorum hayatımın.
Mevlâna, Şems, Şeyh Galib, Esrar Dede gibi inzivaları ile ünlü, aynı zamanda kendi yaşantılarında edebiyatla/sanatla yoğun bir ilişki kuran isimler/şeyhler/dervişler, sergi boyunca varlığını hissettiğimiz bir bağlantıyı da beraberinde getiriyor: İnziva, aynı zamanda kendi kendine yetme, kendi olma mücadelesi ve kişinin fazlalıklarından arınması anlamına da gelir. Bu isimler ve meseleler üzerine sanırım siz de özel bir araştırma veya düşünme süreci geçirmişsinizdir. Serginin oluşum sürecinde, öncesinde genel anlamda sizde, “İnziva”nın kaynakları/ilhamları/kökenleri nelerdi?
“İnziva” sergisi yapmaya karar vermeden önce tabii ki en bilgili olduğum konu Mevlana idi. Onun inziva halleriydi ve gezdiğim mevlevihanelerdeki çilehanelerdi. Fakat bu sergiyi yapmaya karar verdikten sonra bütün inanışlarda, kıtalarda, şehirlerde veya dinlerde diğer inziva hallerinin nasıl yaşandığına dair ya da olup olmadığına dair bir araştırma yaptım. Bu da beni çok daha uçsuz bucaksız bir dünya içerisine soktu. Buradaki araştırmam açıkçası beni çok daha fazla etkiledi çünkü şamanlardan budistlere, paganlara kadar birbirinden habersiz insanların inziva duygusu içerisinde bu fikri ve bu kavramı hayatlarına sokması bana çok ilginç geldi. Birçok farklı inanışta farklı inziva şekillerinin olduğunu gördüm. Aynı olsa dahi yöntemlerin ve inzivaya çekilişlerin farklılıklarını gördüm ve bu da beni çok etkiledi açıkçası. Özellikle sergide göreceğiniz sadece şamanların inzivasından etkilenerek yaptığım; Ben ve İçimdeki Ben, Sen ve İçindeki Sen adlı iki tane eser var. O yüzden bu araştırma aslında sergi içerisindeki değişik ve farklı işlerin de ortaya çıkmasını sağladı. Ve dediğim gibi bu kaynaklar gerçek anlamda en büyük ilhamlarımdan biri oldu buradaki araştırmalar.
İnziva, özellikle Doğu’da kendisine geniş bir yer bulan, kültürel olarak da karşılığı olan bir kavram. Siz de bir noktada bu kavramın Doğu’daki kökenlerine atıf yaparak izleyicileri ana sergi alanına eğilerek, eğilmelerini sağlayacak bir eser ile sokuyorsunuz. Bu tercih ve düşünce nasıl gün yüzüne çıktı? Bu meselenin kökeninde ne var sizin için?
Aslında burada baktığınız zaman inzivahanelerde daha doğrusu çilehanelerde kapı boyunu insan boyundan kısa yaparlar ve bu da aslında sizi zorunlu olarak birazcık başınızı eğip saygıyla ve selamla girmenizi sağlar ya da buna yönlendirir sizi. Belki de bir farkındalıktır bu… Unutmamanızı sağlar. O yüzden bu hissiyattan dolayı ve sergi mekanını inzivahaneye dönüştürmüş olma halinden dolayı girişi boynunuzu eğerek gireceğiniz bir hale çevirdim. Bu aslında tamamen inzivahanelerdeki kapının alçak olması ve bu kavram yüzünden hayata geçti bu sergideki duygu buradan geliyor açıkçası.
Sergide özellikle heykel ve kâğıt işleriniz yer alıyor. Öte taraftan alışageldiğimiz Seçkin Pirim formlarına yeni katmanlar eklendiğini söylemek de mümkün. Serginin oluşum sürecinde işleriniz ve malzeme tercihleriniz üzerine ne söylersiniz?
Evet, son zamanlarda kullandığım malzemeler kâğıt ve akrilik olmak üzere iki bölümde ayrılıyor. Genelde heykeller ve duvar heykelleri akrilikten devam ediyor. Kâğıdı da çok farklı biçimlerde kullandığım oldu bu sergide. Burada alışılagelmiş formların dışında yeni formlar görüyoruz, özellikle heykellerde. Bu da yine dolaştığım ve beslendiğim seyahatlerimden gelen bir kazanç. Motosikletle seyahat etmeyi çok seviyorum ve dünya üzerindeki birçok yeri motosikletle dolaştım ve bu dolaştığım zamanlarda, hiç bilmediğim ormanlara, oraya buraya daldığımda bazı yapılarla karşılaştım. O yapılar beni çok etkiledi. On, on beş yıllık bir süreçten bahsediyorum. Bunları gördüğüm anda hep şu his vardı: Bir gün buraya gelip inzivaya çekilmek lazım. Bu yapıları araştırdığımda bazı yapıların Ortaçağ’da keşişlerin inzivahanesi olduğunu öğrendim. O yüzden fotoğrafladığım birtakım binalar oldu. Sergideki birtakım formlar da bu binaların formlarından yaptığım biçimler. O yüzden bütün bu gezilerin ve fotoğraflamaların sonucunda, ta on beş yıllık bir birikim bu sergide kendisini yeniden göstermiş oldu.
“İnziva”nın bir bütün olarak tasarlandığını söylemek mümkün. Sergideki her bir iş, bulunduğu noktada, yerde, köşede anlam bulan ve bütün içerisinde anlamlı bir parça olarak kendi değerini bulan eserler. Bu noktada sergi kurulumu, yerleştirme ve planlanmasını nasıl yaptınız?
Serginin ışığından kurulumuna, yerleşimine, işlerin olduğu noktalara, her birini gerçekten çok detaylı düşündüm. Serginin ana giriş kapısı bir mağara hissiyatı verir sizlere. Bu mağaradan gerçek dünya ile inzivahane arasındaki geçiş kapısına kafanızı hafifçe eğerek geçersiniz. Sol taraf ile sağ taraf adeta yönlendirilmiş bir gezi haline gelir. Sergi, kapıdan geçişle bir hikayeyle başlıyor ve bir mabed ile, son nokta ile bitiyor. Dediğim gibi, aslında bunları uzun süre kurgulayarak düşündüğüm için bu şekilde yerleştirdim. Mekânın bir inziva mekanına dönüşmesi yapıdan çok ona verdiğiniz hissiyatla belli olur. O yüzden, genellikle inziva mekanlarında ya da kutsal mekanlarda olan birtakım ince hissettiğim detayları kullandım. Yani, karşınızdaki kapıdan geçtiğiniz anda sizi bir yarım daire, belki bir şapelin apsisi diyebiliriz. Buna simetrik geçmiş bir form var, işinde kâğıt bir işin olduğu… Tam karşısında ikonam var, tek başına aydınlatılmış bir parça var. Bu yarım dairenin, ya da apsisin-tabii size nasıl hissettirirse-arkasında çok doğru aralıklarla yerleştirilmiş, simetrik dört iş var. Bütün bu yerleşim aslında serginin hikayesiyle birlikte, mekânda bir his yaratma amacıyla; ışığıyla olsun, yeniden yapılan duvarlarıyla olsun, yeniden kurgulanmış bir sergi oldu ve geldiği noktada da izleyicilerden aldığım geri bildirimlerden bu hissiyatı vermiş olduğumu görüyorum ve bu beni çok mutlu ediyor.
Sergideki eserler bir plan dâhilinde mi ortaya çıktı yoksa her bir eser kendi yolunu mu buldu?
Sergideki eserler bir plan dâhilinde çıktı. Daha doğrusu, işlerin kendisinden çok mekânın kendisiyle alakalı bir plan vardı. Mekânı inzivahaneye çevirmek konusunda. Ondan sonra aklımda olan, giriş kapısıydı. Giriş kapısından sonra eserler biraz biraz kendi yolunu bulmaya başladı. Kararlar ve sonradan kendi yolunu bulan eserler diye ayırırsak ikisi yüzde elli yüzde elli ilerledi. Çıkan her bir iş, bir sonraki işi doğurdu diyebilirim.
Rakamlar; 4’ler, 7’ler, 40’lar sergide özellikle vurgulanan ve nümerolojideki değerleriyle kendi içerisinde özel anlamlar barındıran, konuşulması gereken bir diğer konu. Sergideki kimi işlerinizde bilinçli olarak belirli rakamları takip ediyorsunuz. Bu kararı nasıl verdiniz ve neden özellikle bu rakamları vurgulamak istediniz?
Rakamlar sadece bu sergide değil aslında daha önceki sergilerimde hatta sergileri bırakın hayatımda çok önemli yeri oldu. Bunu çok bilinçli yaptığımı söyleyemem en başta. Kendiliğinden başlayan bir süreçti bu rakamlara takılmak. Tabii ki, rakamlara takılmanın verdiği bir bilinçle, bunun neden olduğunu araştırmaya başladım. Rakamların numerolojide ya da inanışlarda neye denk geldiğine çok baktım. Yedi benim için çok önemli olmuştur. Biliyorsunuz, yedi, bütün kadim bilgilerde de kadim inanışlarda da çok önemli bir rakamdır. Birçok şeye denk gelebilir. Evet, dört var, Mabed işinde beş var… Bütün bunlara baktığımızda dört de bir sürü karşılığı olan bir rakam, bunu dört elementle de simgeleyebilirsiniz. Benim için oradaki işler dört gündü. Yedi için yedi günah ya da yedi gün ile simgeleyebilirsiniz. Kırk çok önemli çünkü inzivanın yapılma süresi. Daha doğrusu çilehanelerde, esas adıyla çille demekmiş, onu da araştırmalarım sonucu öğrendim. Çille Farsça’da kırk demekmiş. Biz çile çekmek diyoruz ama çille; kırk gün. Kırk gün de aslında bütün kadim bilgilerde çok kullanılan “bebeğin kırkının çıkması” gibi kırkın da çok kullanıldığı yerler var. O yüzden de çileler de kırk gün çekildiği için bir tane iş var mesela (İnziva) kırk gün boyunca birer adet yaptığım, kırk parçalık bir iş. Üst üste beş parçadan oluşan bir heykelim var. O da artık serginin en son işi zaten ve inziva sonrası değişimi simgeliyor ve açıkçası, beş değişimi simgelemektedir. Sergideki numaraların bu tür noktaları var.
Sanatçının kendi mabedini üretmesi, kendi anıtını dikmesi ve kendisine özel bir alan açması, “İnziva”da izlerini gördüğümüz en önemli konulardan birisi olsa gerek. Son olarak serginin bittiği yerde her şeyi yeniden başlatan mabet/anıt/heykel üzerine neler söylersiniz?
Bir önceki soruda söylediğim gibi aslında bütün bunları yaparken dünya üzerinde gördüğüm binaları, mekanları, inzivahaneleri dolaştıktan sonra ve bu süreci yaşadıktan sonra, yani inzivayı yaşadıktan sonra, kendime şunu sordum: Benim bir mabedim olsa nasıl bir şey olurdu? Serginin sonundaki beş parçalı, kırmızı, birazcık aşk dolu bir heykel çıktı. Düşündüğünüz zaman, benim hayatımın yüzde doksanını, hatta yüzde doksan dokuz nokta dokuzunu atölyede geçiren biri olarak, atölyeyi kendi inzivahanem olarak görebilirim. Çünkü burası benim meditatif alanım gibi ve üretim sürecim bu şekilde oluyor. Belki de hayatım boyunca inzivahanemdeydim. Bunu en sondaki heykelde (Mabed) bunun kafamdaki hissiyatımın gerçeğe dönüşmüş hali olarak burada kendini anıtsal bir biçimde gösterdi. Oradaki yerleşmesi ve odada tek başına var olmasıyla o anıtsal hissiyatı, mabed hissiyatını verdiğini düşünüyorum.