Muratcan Sabuncu: “YUNT, bir sergi mekânı olmanın ötesinde bir etkileşim alanı.”

muratcan-sabuncu-yunt-soylesı-sergı

Geçtiğimiz kasım ayında, ilk sergisi “Şehir Nerede?” sergisi ile sanatseverlerle buluşan YUNT üzerine, korucu direktörü Muratcan Sabuncu ile konuştuk. Muratcan Sabuncu’nun kuruculuğunda Sultanbeyli’de açılan YUNT’un; açtığı sergilerle, eğitim programlarıyla, kamusal alanda sanat alanında büyük bir boşluğu dolduran çalıştay serisi ile şehre yeni bir soluk getiren önemli bir sanat alanı olduğunu söyleyebiliriz. Emre Zeytinoğlu küratörlüğündeki “Şehir Nerede?” ve “Görünmeyen Kent” sergileri şehri sorgulayan, kent üstüne yeniden düşünmemizi sağlayan, hafızaya, belleğe dair çalışan sanatçıların yapıtlarından oluşuyordu. Sanat danışmanlığını Sergen Şehitoğlu’nun üstlendiği YUNT, gerçekleştirdiği sanat etkinlikleriyle, eğitim programlarıyla dikkat çekiyor. Kamusal alanda sanat çalıştayı ile sanat profesyonelleri açısından, sanatın demokratikleşmesi yönünde önemli bir serinin ilkini gerçekleştirildi.

Sergen Şehitoğlu’nun YUNT adlı heykeli, kamusal alanda sanatseverlerle buluşuyor. Kentin yeni sanat ve etkileşim alanı YUNT’un hikâyesini, yeni projelerini, kurucusu Muratcan Sabuncu ile konuştuk.

YUNT, üçüncü sergisiyle izleyiciyle buluştu. Bu sezon başından şimdiye neler deneyimlediniz, sizin için nasıl bir süreçti?

YUNT kuruluşundan, hatta kuruluşunu hazırlayan tartışmaların başlangıcından beri toplumsal deneyim ufkunu genişletmeye yönelik bir girişim. Bu girişim özgürleştirici bir yaşam önermesine dönüşebilecek mi bunu zaman gösterecek. Yine de şimdiye kadar YUNT’un zemin hazırladığı etkileşim olanakları, hem YUNT ekibi hem de YUNT’un etrafında şekillenmeye başlayan sanat topluluğu için bana göre son derece ufuk açıcı farkındalıklara kapı araladı.

Kasım ayından beri deneyimleriniz sizi gelecek projelerinizde neler planlamaya itti, düşünceleriniz nasıl evrildi?

YUNT’u, değişim talebi olan bir kültür politikası arayışı olarak görmek mümkün. Sözünü ettiğim kültür politikası arayışı, kültürel yaşama katılma, erişme ve katkı sağlama hakkını güçlendirmek düşüncesinden hareket ediyor. Bu düşüncenin hayata geçirilmesi için başlangıçta iki temel yöntemimiz oldu. Bunlardan birincisi, YUNT’un konumu olarak Sultanbeyli’yi seçmiş olmak. İkincisiyse sergiler düzenlemenin yanı sıra etkinlik ve öğrenme programlarımız aracılığıyla etkileşimi artırmak.

Konumumuz ve faaliyetlerimizle ortaya koymaya çalıştığımız arayışın bir kültür politikası önerisine dönüşebilmesini temenni ediyoruz. Böyle bir öneriyi mümkün kılacak fikrî temeller üzerine kolektif bir düşünme pratiği başlatmak yönünde ilk adımlarımızı attık, bu sayede YUNT deneyiminin ileride başka projelere de yol haritası sunabilmesini arzu ediyoruz. Haziran ayında “Kamusal Alanda Sanat: Katılımcılık” başlıklı bir çalıştay düzenledik, önümüzdeki haftalarda bu çalıştayın raporunu kamuoyu ile paylaşmayı öngörüyoruz. Ayrıca her yıl kültür politikalarıyla ilgili bir rapor hazırlamayı amaçlıyor, bu raporların ilkini de kasım ayında yayımlamayı planlıyoruz.

YUNT’ta açılan iki grup sergisinin temel meselesi kente dair düşünmek, kenti yeniden sorgulamaktı. Çok değerli olduğunu düşündüğüm, şehri yeniden düşünmeye odaklanan konuşmalar da yapılıyor. Kültür-sanat etkinliklerinizin içeriğinden söz eder misiniz?  

YUNT kapılarını Emre Zeytinoğlu küratörlüğünde düzenlenen ve M. Cevahir Akbaş, Setenay Alpsoy, Sercan Apaydın, Can Aytekin, Antonio Cosentino, Mustafa Duymaz, Ahmet Elhan, Murat Germen, Sinan Logie, Mustafa Pancar ile Rüçhan Şahinoğlu’nun katılımıyla gerçekleşen “Şehir Nerede?” sergisiyle açtı. Bu sergiyi yine Emre Zeytinoğlu küratörlüğünde düzenlenen ve Kerem Ozan Bayraktar, Mehmet Ali Boran, Volkan Kızıltunç, Nuri Kuzucan, Sinan Logie, Çağla Meknuze ile Derya Ülker’in katılımıyla gerçekleşen “Görünmeyen Kent” sergisi izledi. Emre Zeytinoğlu’nun Kentin Labirenti başlıklı kitabı bu sergilerin konusu ile yakından alakalıydı, sergilerdeki sanatçılar da üretimlerinde günümüz metropolünün yeni manzaralarına geniş yer veren isimlerdi.

İlk iki sergimiz kapsamında Prof. Dr. Eva Şarlak moderatörlüğünde farklı disiplinlerden konuşmacıları ağırladığımız “Şehrin Sınırlarını Yeniden Düşünmek” isimli bir konuşma programı düzenledik. Bu konuşma programını planlarken sergilerin ve YUNT’un sunduğu bağlamla tutarlılığın yanı sıra kuram ve pratiği iç içe kullanabildiğimiz problem çözümüne yönelik bir anlayış ortaya koymaya çalıştık. Konuşma programının tarihî İstanbul imgesi ile günümüzün İstanbul gerçeği arasındaki farkın belirginleştiği, yeni yolların yapılmasıyla meydana gelen kapsamlı dönüşümlerin ve kentsel yayılmanın boyutlarını gözle görünür kılan bir yerde gerçekleşmiş olması hepimiz için son derece ilginç bir deneyim oldu. Bu deneyimi mümkün kılan tüm konuşmacılara; Prof. Dr. Murat Güvenç, Prof. Dr. Güncel Önkal, Doç. Dr. Pınar Erkan, Prof. Dr. Nedret Öztokat Kılıçeri, Vedat Ozan, Prof. Dr. Nezih Erdoğan, Doç. Dr. Özge Özyılmaz ve Latife Tekin’e müteşekkirim.

Yine sergilerimiz kapsamında çocuklara yönelik “Şehrin Süper Kahramanları İş Başında!” başlıklı öğrenme programımız dahilinde farklı yaştaki çocuklar için rehber eşliğinde sergi turu ve atölyeler düzenledik. Bu sayede çocuklar, farklı aktiviteler ve malzemeler aracılığıyla içinde yaşadıkları şehri daha iyi tanıma ve şehirle ilgili kendilerini ifade etme olanağı buldular.

YUNT’un mekânsal özelliği de ziyaretçilerin mekânın önünden geçerken de sergiyi görebiliyor oluşu. Zira Sergen Şehitoğlu’nun YUNT heykeli de kamusal alanda yer alıyor. Sanatın demokratikleşmesi adına önemli olan bu fikre dair neler söylemek istersiniz?

YUNT, bir sergi mekânı olmanın ötesinde bir etkileşim alanı. Dolayısıyla hem mekânın tasarımı hem de Sergen Şehitoğlu’nun heykeli bu etkileşim arayışını yansıtıyor. Bu arayışa cevap verebilmek adına mekân tasarımında iki temel kavramın çağrıştırdıklarını göz önünde bulundurduk. Söz konusu kavramlardan ilki geçirgenlik, bu sizin de ifade ettiğiniz serginin dışarıdan görülebilmesine de olanak tanıyan ve erişilebilirlik algısını güçlendiren bir unsur. Sözü geçen kavramlardan ikincisiyse kolektiflik, bu da eşit ve özgür bir ortak yaşam tesis etmeye zemin hazırlayacak türden bir kamusal iletişim için alan yaratma çabası için önemli gördüğümüz bir nitelik.

Sezon başından bu yana faaliyet gösteren mekâna dair izleyicilerin tepkisini nasıl gözlemliyorsunuz?

İzleyicilerin tepkilerini son derece heyecan verici buluyorum. YUNT’un sanat camiasında yarattığı ilginin ötesinde Sultanbeyli’de karşılaştığımız tepkiler de fevkalade yüreklendirici.  Öğrenme programlarımıza katılan çocukların bize bıraktığı çizim ve notlar, tüm çabamızı anlamlı kılan en büyük motivasyon kaynaklarımızdan.

Kent dönüşürken bireye etkileri de pek çok alanda tartışılıyor. Yaşadığımız kent de giderek değişiyor. Kent, bellek üstüne yeni çalışmalar ve planlarınızdan bahseder misiniz?

Kentsel bellekle ilgili hassasiyetimizi YUNT’un kuruluşundan beri hem Sultanbeyli’deki varlığımız hem de faaliyetlerimizle açıkça ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. Yunt malumunuz eski Türkçeden başlayarak kullanılan bir kelime, “at” ve “at sürüsü” anlamına geliyor. YUNT ismi bulunduğumuz mekanın geçmişiyle yakından ilişkili, zira ailemin geçmişte Sultanbeyli’de sahip olduğu çiftliğe ve çiftlikteki atlara referansla seçildi. Sergen Şehitoğlu’nun kamusal alanda izleyicilere sunulan Yunt Heykeli de çiftlikte yetiştirilmiş on iki İngiliz atından ilham alıyor. Temennim zamanla hem YUNT’un hem de Yunt Heykeli’nin Sultanbeyli için önemli birer referans noktası olması ve kolektif bellekte yer alan birer mekansal bileşen haline gelmesi. Kent ve belleğe dair hassasiyetimizin yansımlarını önümüzdeki dönemdeki faaliyetlerimizde de gözlemliyor olacağız.

Yeni serginizde Mike Berg’ü ağırlıyorsunuz. Bu sergiden biraz bahsedebilir misiniz? İzleyicileri neler bekliyor?

Mike Berg’ün “Buraya Nasıl Geldik?” başlıklı sergisi, 25 Mayıs tarihinde YUNT’ta ziyarete açıldı. Sergide sanatçının sergi için özel üretilen “Piramit” isimli heykeline Türkiye ile kurduğu güçlü bağı yansıtan kilimleri ve mekânın bir duvarında hayat verdiği amorf desen eşlik ediyor. Sergide eserlerin oluşum süreçlerine ışık tutan çizim ve planlamalar da görülebiliyor. Ayrıca sergi kapsamında Berg’ün “Kafes” adlı heykeli dış mekânda izleyiciyle buluşuyor.

Sinan Eren Erk’in sergi için kaleme aldığı metinde de belirttiği gibi sergi aslında “Mike Berg’ün gelişen, dönüşen, hatta işlerin ağırlığına karşın düşünsel düzlemde ‘göçebe’ sanat kariyerinin bir özeti”. Bu serginin YUNT’ta düzenleniyor oluşunun arka planını ise Gizem Gedik sergi için hazırladığı metinde derinlemesine ele aldı:

“Sanatında olgunluk dönemini yaşayan, bir kentten ve bir atölyeden diğerine, yarattığı dünyalara devamlı yolculuk hâlinde olan Berg, kendi anlatısını ve formlarını uzun zamandır bulunduğu ‘merkez’lerden bu kez farklı bir ‘çevre’ye aktarıyor. Geçmişiyle yüzleşerek bireysel ve toplumsal değişkenleri sorgulayan bir sanatçının, geçmişine sadık kalarak geleceğe yönelen bir mekânda izleyiciyle buluşmasıysa form, malzeme, doku, kent, kültür, mimari, sanat tarihi ve çeşitli kavramlar bağlamında açılarak “buraya nasıl geldiğimizi” yeniden sorgulatıyor; bizi küçük, hayali bir çizgide birleştirerek.”.

25 Ağustos’ta sona erecek sergiye veda etmek için çocuklara yönelik “Dokuma Atölyesi: Kilimin Öyküsü” başlıklı bir atölyeye de 22 Ağustos’ta ev sahipliği yapacağız.

“Kamusal Alanda Sanat: Katılımcılık” adlı bir çalıştay organize ettiniz. Bu çalıştayın ortaya çıkış fikri nasıl oldu, çalıştay neyi amaçladı?

Kamusal alan, benim Sorbonne’da hukuk okurken fakültenin ilk yılında gördüğüm anayasa hukuku dersinden beri üzerine düşündüğüm bir konu. Hocamız Dominique Rousseau’nun önerdiği la démocratie continue (sürekli demokrasi)kavramı ile karşılaşmam, yolumu Habermas, Arendt ve Sennett gibi düşünürlerin yazdıklarıyla kesiştirdi. Türkçede de Meral Özbek’in editörlüğünü üstlendiği Kamusal Alan isimli çalışma, bugün üzerine düşündüğüm pek çok meselede yol gösterici oldu.

YUNT’un kamusal alanda sanatla ilgili kurumsal hassasiyetinin sinyallerini aslında Sergen Şehitoğlu’nun Yunt Heykeli’nin yerleştirilmesiyle vermeye başladık. Bu heykeli Mike Berg’ün yine dış mekana yerleştirilen Kafes Heykeli takip etti. Çalıştay da aslında bu süreci anlamlandırmak ve çoğulcu bir katılımla değerlendirmeyi mümkün kılmak adına atılmış bir adım.

Bu sene Prof. Dr. Eva Şarlak ve Doç. Dr. Ayşe H. Köksal yürütücülüğünde gerçekleştirdiğimiz çalıştayda bildiğiniz üzere katılımcılık kavramını ele almayı tercih ettik. Çalıştay kapsamında “Katılımcılığı Tanımlamak” başlıklı oturumda Doç. Dr. Seda Yavuz’un moderatörlüğünde Prof. Dr. Asu Aksoy, Doç. Dr. Özge Ejder ve Dr. Ezgi Bakçay’ı dinleme imkanı bulduk. “Katılımcılığı Sanat Üretiminde Gözetmek” başlıklı oturumda Prof. Dr. Esra Aliçavuşoğlu moderatörlüğünde Prof. Dr. Meriç Hızal, Erdal Duman ve Ali Şentürk’ün görüşlerinden istifade ettik. “Katılımcılığa Alan Açmak” başlıklı üçüncü oturumda ise Prof. Dr. Eva Şarlak moderatörlüğünde İstanbul Resim Heykel Müzesi Müdürü Hasan Karakaya ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden B. Esma Emre’yi ağırladık. Katılımcıların konuşma özetlerinin yanı sıra Dr. Eren Koyunoğlu’nun değerlendirme yazısına yer vereceğimiz çalıştay raporu, dilerim hem bizlere hem de başka girişimlere yol gösterecek bir kaynak olur.

Peki gelecek sezon için şimdiden planlarınızı sorsak, Yunt izleyicilerini neler bekliyor?

YUNT Eylül ayında kapılarını Murat Germen küratörlüğünde gerçekleşecek bir sergiyle ziyarete açacak. Bu sergiyi Kerem Ozan Bayraktar küratörlüğünde düzenlenecek başka bir sergi takip edecek. Her iki sergi de planlamalarına uzun süre önce başladığımız, son derece heyecan verici projeler. Bu iki serginin düşündürdükleri, bizi şimdiden “gerçek”, “temsil”, “gündelik hayat” ve “günlük deneyimler” gibi kavramlar üzerine derinlikli tartışmalara sevk etti bile.

Planladığımız sergilere geçtiğimiz yıl olduğu gibi ilişkiselliği gözeten bir konuşma programı ve çocuk etkinlikleri eşlik edecek. Kamusal alanda sanat çalıştayının yeni edisyonu da takvimimizde yer alıyor. Elbette sene içindeki yeni karşılaşma ve fikirler programımızı şu an öngöremeyeceğimiz şekilde zenginleştirebilir; Oruç Aruoba’nın söylediği gibi, “çünkü, yollar bulunmaz: yürünür”.