.

Mamut Art Project 2024 sanatçılarıyla söyleşi (Aurora Tuğçe Aydın, Dilan Perişan, Mine Kemertaş, Özlem Can, Sude Erkoyuncu)

mamut-art-project-2024-bomontıada-soylesı

Abdullah Ezik

abdullahezik@gmail.com

Abdullah Ezik, bu yıl 22-26 Mayıs tarihleri arasında Bomontiada’da gerçekleştirilecek Mamut Art Project üzerine, proje sanatçıları Aurora Tuğçe Aydın, Dilan Perişan, Mine Kemertaş, Özlem Can ve Sude Erkoyuncu ile konuştu.

Mamut Art Project, bu yıl 22-26 Mayıs 2024 tarihleri arasında Bomontiada’da gerçekleştirilecek. Mamut’un bağımsız sanatçıları desteklemesi ve özellikle bağımsızlık düşüncesinin peşinden gitmesi önemli. Öncelikle sizin Mamut Art Project serüveniniz nasıl başladı/gelişti ve “bağımsızlık” sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Aurora Tuğçe Aydın: Bağımsız sanatçı kendi kendine yetebilmenin/üretebilmenin ötesinde, görünmeyeni görünür kılmak için çabalayan, kullandığı medium’un olanaklarından sonuna kadar faydalanmayı amaçlayan ve yaratım için o özgürlük alanının sınırlarını genişletebilen biri benim için. Bağımsızlık; evden (insanın kendi evinden/bedeninden) çıkıp, bir keşfe ve yolculuğa çıktığı anda başlıyor bence. Mamut serüvenim insanların hikayelerini anlatmak için çok uzaklara gittiğimde başlamış bile, ben bunu şimdi keşfediyorum. Ben kendi halimde analog fotoğraflar çekiyordum ve bir belgesel hazırlığı içerisindeydim. Bu analog fotoğrafları belgeselime fon aramak için kullanırım düşüncesiyle çekiyordum. Çünkü analog/fotoğraf filmi belgesel filmin yapısına, karakterlere ve mekanlara çok uygundu. Fotoğrafları gören arkadaşlarım beni sergi yapmam konusunda sürekli yüreklendiriyordu, ben ise hayır belgesel için çalışmam gerek diyerek kendimi sınırlıyordum. Sonra bu sınırlardan kurtulup elimdekilere başka bir perspektifle baktığımda neden ikisi de bir arada olmasın diyerek Mamut Art Project’e başvuramaya ve belgeselimin minik bir bölümünü bir enstalasyona dönüştürmeye karar verdim.

Dilan Perişan: İtalya’da yaşadığım ve ürettiğim için daha önce Türkiye’de işlerimi sergileme şansım olmamıştı. Eserlerimi İstanbul’ da sergilemeyi istediğim için Mamut Art Project’e başvurdum ve seçildim. Bu sene benimle birlikte yer alan sanatçıları ve MAP ekibini tanımak en az işlerimi sergilemek kadar heyecan verici oldu benim için.  Bu proje, bağımsız sanatçıları desteklerken bağlar kurmamızın da önünü açıyor. Bağımsız olmanın, iktidar ve güç odaklarının -buna seyircinin /katılımcının gözü de dahil- ötesinde üretmek bağlamında, önemli olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte, “bağımsız” kelimesinin fazlaca kullanılan ve yanlış anlaşılan tarafları da olduğunu düşünüyorum. Galiba bağlar ve bağımlılıklar (interdependence) üzerine düşünmek, bağımsızlık üzerine düşünmekten daha ilginç geliyor.

Mine Kemertaş: Mamut Art Project’i uzun zamandır takip ediyordum ve bu sene başvurmaya karar verdim. Uzun bir aradan sonra yeni bir şeyler üretip Mamut Art Project ile geri dönmek benim için heyecan verici oldu. Sınırlanmadan ve özgürce kendimi ifade etme deneyimi müthiş bir duygu ve bu sebeple bağımsız bir alan daha özgün işler sunmamızı sağlıyor diyebilirim.

Mine Kemertaş
Mine Kemertaş, I Was Here, 2023, Kağıt üzerine akrilik, beton bloklar, 470×200 cm

Özlem Can: Daha önce Mamut Art Project’in birkaç sergisini ziyaret edip çok beğenmiştim. En son yakın bir arkadaşımın yer aldığı 9. Edisyonu gördüğümde ben de katılmaya karar verdim. Özellikle ülkemiz koşullarını göz önünde bulundurduğumuzda bağımsız sanatçıların kendilerini gösterebilecekleri bu gibi platformların var olması çok kıymetli. Dilerim mamut gibi organizasyonlar çoğalır da bağımsız sanatçıların kendilerini gösterebilecekleri etkinlikler artar.

Sude Erkoyuncu: Geçmiş Mamut seçkilerini bir izleyici olarak yakından takip ediyordum. Genç ve bağımsız sanatçılara yarattığı bu keyifli alanın ben de parçası olmak istedim. Bağımsızlık, oluşturduğum alan ve konumlandığım çevreyi besleyen düşünce, duygu, his merkezli seçimlerimi temsil ediyor. Etkileşimde olduğum her birey, deneyimlediğim her alan aidiyet duygusunu beslerken özgün fikirler ve işleri açığa çıkartmamı sağlıyor diyebilirim.

Sanat pratiğinizi şekillendiren temel mesele ve yaklaşımınız nedir?

Aurora Tuğçe Aydın: Ben hiçbir şeyi bir sanat eseri olsun diye tasarlamıyorum. Hikâye anlatma isteğim her şeyin ötesinde geliyor. Bir hikâye anlatmak istiyorum ve bunun için de belgesel medyumunu kullanıyorum. Hikâye bedenimden geçiyor bana temas ediyor önce, sonra ben onun bendeki etkisini anlatmaya çalışıyorum. Bence sanatın büyüsü buradan geliyor, bana ait olmayan ama bana dokunanın benden (belgesel, fotoğraf, şiir yoluyla) akıp geçmesine izin veriyorum ve tam benden ayrılacağı sırada onu tutuyorum ve bir sanat eserine dönüştürüyorum. Etrafımda olan biteni gözlemlemek ve bana dokunan o anı tutup ortaya çıkarmak benim sanat pratiğim sanırım. Akıp gitmekte ve bir daha gelmeyecek olanı defalarca yeniden diriltmek, o şey her ne ise ona bakmak, beklemek ve ben buradayım ve seni görüyorum demek benim sanat pratiğim.

Dilan Perişan: Türkiye’de Kürt Alevi bir kadın olarak büyümek, kimlik, azınlık ve öteki gibi kavramlara eleştirel yaklaşmamı sağladı. Bir toplumda azınlığın azınlığı olmak ve özünde azınlık olan bir grup tarafından da kabul görmemek, kimliklerime tutunmak yerine, “ötekilik ve benlik” kavramlarını araştıramama neden oldu. Bir azınlığın azınlığı olarak, benim için ötekinin ne olduğu sorusu, beni insan olmayan varlıklar, nesneler, çöpler ve ekoloji üzerine düşünmeye itti. Kendi “öteki” sini üretmeyen bir benlik nasıl olur sorusu pratiğimin önemli bir parçası oldu. Sadece insanoğlunun ürettiği “çöp” ü araştırmak ve ötekiyi belleği ve zamanı kendi çöplerim üzerinden düşünmek son yıllarda üzerine çalıştığım temel meselelerden biri. Antroposentrik olmayan bir yerden, semiyotiğin ötesinde çöpler nedir?  Bununla beraber, Nesne/özne, doğa/kültür, yaşam/ölüm, arkeoloji/paleontoloji gibi kavramları ve bunların madde, zaman ve bellek aracılığıyla kesişimlerini, kartezyen dualizmden uzak bir biçimde ele almayı da seviyorum. Özne/nesne, ölüm/yaşam, beden/beden olmayan ve insan/insan olmayan ikiliklerini bulanıklaştıran ex-votolar, adak nesneleri, işe yaramaz nesneler ve geniş anlamda nesnelerle ilgileniyorum. Kullandığım nesneleri ve malzemeleri önemsemeyi, dönüştürmeyi seviyorum. Materyal geçmişimi transforme etmek, yeni ve başka bir “bugün” yaratmak gibi.

Dilan Perişan, SELF-CARE, Enstalasyon, Kuru kil,kil, diş fırçası sapı, saç, bant, plastik kap, jilet, sarımsak kabuğu, plastik parçalar, kağıt, 230 x100. cm
Dilan Perişan
Dilan Perişan, SELF-CARE, Enstalasyon, Kuru kil,kil, diş fırçası sapı, saç, bant, plastik kap, jilet, sarımsak kabuğu, plastik parçalar, kağıt, 230 x100 cm

Mine Kemertaş: Bir mimarlık ofisinde çalışmakla başladı bu süreç aslında. Şantiyelerde fotoğrafladığım mekanlar üzerine çalışmaya başladım. Tahrip olmuş mekanları tekrardan tasarlayıp yaşanabilir bir hale getiriyorduk. Bu süreçte de bir önceki mekanın izleriyle ilgilendiğimi fark ettim. Ben de aslında bu süreci yaşıyormuşum gerçekleştirmek istediklerimle, yer edinme ve bulunduğum yerle ilgili üstünde durduğum bir konuydu içten içe…

Özlem Can: Pratiğimi şekillendiren mesele mekânsal aidiyet ve bu aidiyet durumunda kişinin nesnelerle kurduğu ilişkiyle sınırlı diyebilirim. Çünkü her mekan içinde yer alan nesnelerle birlikte kişiyle etkileşim halindedir. Yapılan müdahaleler her zaman karşılıklıdır. Ev kavramı ise bu müdahalenin en yoğun yaşandığı mekandır. Herkese göre farklı anlamlar taşıyan bu olgu, içerisinde birçok anıyı, anlamı ve değeri barındırır. Mekanlara karşı hissedilen özel olma durumu, onunla kurulan ilişki ile ilgilidir. Dolayısıyla kurulan her ilişki ona yeni bir kimlik kazandırır. Bir kimliğin ifadesi olan mekan, kültürel bir gösterge olarak kişiye sunulsa da insanın kendi kimliği doğrultusunda mekan üzerinde etkileri mevcuttur. Bu bağlamda insan ve mekan arasında güçlü bağ kurulur. Kendi yansımalarını o yerde yansıtan insan, kendi kişisel tarihiyle birlikte kişisel bir mekanı da oluşturmuş olur. Bu karşılıklı etkileşim mekânsal oluşumların devamlılığını sağlar.

Özlem Can, ‘Her Şey Yerli Yerinde‘ 2023, Dokuma, 260×565 cm

Sude Erkoyuncu: Üretimlerim, kültürel ve psikolojik referanslara dayanıyor. Kültürel ve sosyal etkenlerin, zaman birliği ile fikir çağrışımı üretimlerimin temelini oluşturuyor. Yazılı ve görsel diller arasında entegrasyon kurmak, hafızaya dair gözlemlenen verileri araçsallaştırmak ve iz sürmek gibi eylemler ifade biçimlerim arasında yer alıyor. Bir yandan da izleyicinin sanat yapıtı ile kurduğu diyalojik yaklaşım nasıl bir ortak üretim oluşturur sorusunun yanıtını arıyorum.

Sergide hangi işlerinizle yer alacaksınız? Bu işin özel bir hikâyesi var mı?

Aurora Tuğçe Aydın: Sergide Sinyalleri Beklerken isimli, video, analog fotoğraf ve ses kayıtları malzemeleriyle oluşturduğum bir belgesel enstalasyon projemle yer alıyorum. Enstalasyonda Sovyet Ermenistan’ı günlerine referanslar veriyorum çünkü filmdeki karakterlerim Sovyetlerin içinden geçmiş ve hayatlarını yeniden kurmuş, kurmaya çalışan kadınlar. Yerleştirmede, radyo frekansları arasında gezinirken, Ermenistan’ın unutulmuş köşelerindeki kadınların yaşamlarına tanıklık ediyoruz. Sovyet propaganda yayınları için hayati öneme sahip radyo röle merkezinde frekans operatörü olarak çalışan Hripsime ve eski bir et fabrikasının karşısındaki masaj salonunda gümrük sırası bekleyen tır şoförlerine hizmet eden Angel aracılığıyla; ataerkil bir toplumda var olmak için direnen kadınların seslerini toplayamaya, çürümeye terk edilen Sovyet mimarisi içerisinde geleceğe dair bir söz inşa etmeye çalışıyorum. Görsel imgeler, ses tasarımı ve şiirsel anlatı aracılığıyla, bu proje; izleyicilerle rezonans bulan ve onları mücadele, direniş ve kişisel hikayelerin evrensel temalarını düşünmeye davet eden bütünsel bir anlatı oluşturmayı amaçlar. Bu projenin öznesi kadınlar genellikle şehir insanları tarafından ziyaret edilmeyen bölgelerde yaşıyor ve çalışıyorlar. Amacım, onların dünyası ile onları hiç tanımayan insanlarının dünyası arasında bir köprü kurmak ve bu etkileşimi gözlemlemek. Kadınların hikayeleri aracılığıyla, kendi deneyimlerimi de -bir bakıma- paylaşabileceğime inanıyorum. Türkiye’den bir kadın sanatçı olarak, Ermenistan’da olma ve üretme deneyimini, seçtiğim kadınların deneyimleriyle birleştirmeyi amaçlıyor ve bu projeyle kadınların gücünün, direncinin ve kararlılığının beni bir sanatçı/belgeselci olarak nasıl şekillendiğini anlatmak istiyorum.

Aurora Tuğçe Aydın
Aurora Tuğçe Aydın, Echoes of the Soviet era persist—a mural adorned with Soviet symbols like the red star, Marx, Engels, Lenin, Stalin—while Hripsime’s aura retains the influence of that bygone era

Dilan Perişan: Sergide, “Self-Care” adlı yerleştirmem yer alıyor. Bu enstalasyon birçok işimde olduğu gibi nesnesel fragmanlardan oluşuyor. Sarımsak kabuğu, banyo jileti, kâğıt bant gibi kolayca kullanıp attığımız şeylerin, benliğimizin, bedenimizin ve algılarımızın aktif parçaları olduğuna dair bir hikâye anlatıyor. Self-Care” özel bir hikâyeye sahip olmamakla birlikte, aksine küçük ve önemsiz gibi görünen maddesel şeylerin, aktifliğini vurguluyor.

Mine Kemertaş: Mamut Art Project’in 11. edisyonunda “I was here” serisinin son ürettiğim işiyle yer alacağım. Kendini sorgulamak, kendine yeni bir alan oluşturmak ve yapma-söküm eylemlerinden yola çıkarak her seferinde değişerek yeni bir iş yaratmak isteyerek ortaya çıkardığım bir yerleştirme. Aslında hayatımızda her şey için önce sökmek sonra yeniden oluşturmak gerektiğine inanıyorum, buradan yola çıkarak ürettiğim bir çalışma oldu.

Özlem Can: Sergiye “Her Şey Yerli Yerinde” isimli çalışmamla katılıyorum. Genellikle bir evin salonunda bulunun eşyalardan oluşan duvar yerleştirmesinde; lamba, koltuk, sehpa ve vitrinin dokuma yöntemiyle şekillendirilmiş temsilleri yer alıyor. Seçilen nesnelerin hemen her evde bulunması ve bu nesnelere hemen herkesin aşina olması durumu ona ait özel bir hikayenin ötesinde içine izleyiciyi de dahil eden genel bir hikaye oluşturuyor aslında. Daha doğrusu ben böyle olmasını arzuluyorum diyebilirim.

Sude Erkoyuncu:

Sergide, “Amor Fati” isimli enstalasyonum ile yer alıyorum. Bu işin oluşum süreci, Kadıköy’deki bir sahaftan 2012 yılında yazılmış bir günlük bulmam ile başladı. Bu günlük, Türkiye’den Irak’a iş seyahati için giden ve bu seyahatin onun dönüm noktası olacağını düşünen iç mimar bir kadın tarafından yazılmıştı. Yerleştirmedeki her detay bu günlükten referans alınarak oluşturuldu. Günlük bir kitap görünümde, kapağı ise Nietzsche Ağladığında kitabının görünümüne sahip. Ben de günlükte anlatılan ve yaşanılan duygularla Irvin D. Yalom’un yarattığı kurgusallık arasında bir takım bağlar kurdum. Yapıtın içerisine giren izleyiciler, hem günlük ve kitap arasındaki örtüşen duygulara hem de tanımadıkları bir insanın mahremiyetine konuk olabiliyor. Amor Fati içimde çok özel bir yerde. Herkesin kendinden bir parça bulabileceğine yürekten inanıyorum.

Sude Erkoyuncu
Sude Erkoyuncu, Amor Fati , “Karışık teknik yerleştirme (tül, ses ‘Richard Wagner Lohengrin: Prelude’, alçı, foreks, defter, el yapımı kağıt, ırak ekmeği , reçel ve parfüm)”, 150 cm x 300 cm, 2023.