.

Deniz Yüce: “Kadınlık bu ülkede bir mücadele ve tüm bu mücadeleye bir de yazmak ekleniyor.”

denız-yuce-elım-kalem-de-tutar-kadeh-de

Abdullah Ezik

abdullahezik@gmail.com

Yeni podcast seriniz “Elim Kalem de Tutar Kadeh de”, geçtiğimiz haftalarda MeyIDiageo katkılarıyla yayın hayatına başladı ve bugüne kadar birçok yazara alan açtı. Öncelikle bu yeni podcast serisinin hikâyesi nedir? Proje fikri nasıl gelişti?

Ben “kadın yazar” kavramına yakın biri değilim aslında. Yazarlar vardır benim için. Kadını erkeği olmaz bu işin diye düşünürdüm. Ama bugün geldiğimiz noktada ve benim bir kadın, bir okur, bir yayıncı olarak geldiğim noktada, kadınların sesinin daha çok duyulması gerektiği inancı yerleşti içime. Her yerde daha çok duyulması gerektiği… Sokakta, meyhanede, mecliste ve tabii edebiyatta. Bir isyan diyebilirsiniz buna. Kahkaha atmamızın bile ayıplandığı bir ülke burası. İçki içen kadına hafif (ben daha terbiyeliyim elbette, bu yakıştırmaları yapanlardan) kadın diye bakılan bir ülke… O zaman hem yazmak eylemi hem de o bize yakıştırılmayan sadece erkeğe özgü gibi kabul edilen eylemlerden biri yan yana gelmeli gibi hissettim, ki sanki yazmak da biraz öyle. Edebiyat konuşmak için yeni bir bahane. 80 kuşağının sesini daha çok duymak için bir vesile olsun diye! Ve yazmak isteyenlere belki küçük bir ışık yakar diye.

Şüphesiz bir podcast projesi yürütmenin, onun üzerine çalışmanın da kendisine özgü sorunları/zorlukları vardır. Uzun süredir bu alanda çalışan özel bir isimsiniz. Bu konu üzerine, bir podcast serisi hazırlama/sunma sürecine dair neler söylersiniz?

Ben çok severek yapıyorum bu işi. Sesin büyüsüne her zaman inandım. Sanki daha sahici oluyor gözlerden çok kulaklara hitap etmek. Bu fikir ve konuştuğum herkes ve tabii başlı başına edebiyat, beni o kadar heyecanlandırıyor ki hiçbir zorluk hissetmiyorum. Sadece çok çalışıyorum. O 45 dakika bir saat gibi bir sürede dinlenip tüketilen sohbetlerin gerisinde gerçekten büyük bir emek var. “Elim Kalem de Tutar Kadeh de”ye konuk ettiğim yazarların hepsi kitaplarını okuduğum yazarlardı elbette ama tekrar baştan başladım birçoğu için. Eserleri arasındaki bağlantıları bulmak, paralellikler keşfetmek, yolculuklarının nerede başlayıp nerelere geldiğinin izini sürmek için çalıştım. Sanırım böyle projelerde sadece o proje için çalışılan süreyi değil bir ömrü de katmak gerekiyor işin içine. Yıllardır edebiyatla iç içeyim. Önce tutkulu bir okurdum sonra tutkulu bir yayıncı oldum. Hep soru sordum. Bazen televizyon ekranlarında bazen bir metnin başında yayına hazırlarken ya da bir okur olarak kendi kendime bir kitabı okurken. İşte o soruların, o ilişkilerin, o çabaların da hazırlama sürecine dahil olduğunu düşünmek gerekir herhalde.

“Elim Kalem de Tutar Kadeh de”, dikkat çeken ve aslında dinleyiciye de birçok şey fısıldayan özel bir program başlığı. Siz bu başlığa nasıl bir anlam yüklediniz? Serinin başlığı üzerine ne(ler) söylersiniz?

Aslında başlığı birinci soruyu yanıtlarken de biraz açıklamış oldum. Ama hadi daha net olalım. Bu ülkede kadınların söz hakkı vardır. Kahkaha atmak, geceleri sokaklarda dolaşabilmek, istediği gibi yaşayabilmek, istediğini sevip istediğinden ayrılabilmek hakları vardır. Kadınların, LGBT bireylerin, çocukların, hayvanların hakları vardır. Ülkenin sokakları, karanlık yüzlü, önüne gelene omuz atan, kaba ve nobran adamlara bırakılmayacaktır. Bırakılmamalıdır. Yazan kadınlar da bu anlamda hem eserleriyle hem de simgesel güçleriyle çok önemlidir. Birbirimize köklerimizden bağlıyız. Artık bu gerçeği daha çok daha güçlü vurgulamalıyız. Elimiz kalem de tutar kadeh de!

Deniz Yüce Başarır,
Foto: Tiyatro Dergisi

Seri ile birlikte 21. yüzyılın üretken ve önemli yazarlarını ön plana çıkarıyor, onlarla üretimleri ve serüvenleri üzerine sohbet ediyorsunuz. Bu noktada programa konuk ettiğiniz yazarlar üzerine nasıl karar veriyor ve her bir bölüm özelinde nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?

Öncelikle iyi tanıdığım yazarlardan yola çıktığımı söylemem gerek. Ama seri devam ederse daha az tanıdığım yazarlara yönelmek gibi bir fırsatla karşılaşacak olmak da beni çok heyecanlandırıyor. Ve ne kadar tanıdığımı düşünsem de hem röportajlara hazırlanırken hem de söyleşiler sırasında onlar hakkında daha çok şey öğrendiğimi de itiraf etmeliyim. Bu da çok heyecan verici. Hazırlık süreci, yazarların kitaplarını, şimdiye kadar yaptıkları röportajları tekrar okuyarak gelişti. Okurken notlar aldım, böylece eserleri arasındaki bağlantılar ve ilk günden bugüne yürüdükleri yolun haritası da çıkmış oldu ortaya. Söyleşileri yaparken merak ve empati duygumu serbest bıraktım. Ben hep anlamak için soru sorarım zaten. Sanırım söyleşi yaptığınız kişinin üzerinde bunun da olumlu bir etkisi oluyor. Soru soran kişi kendini parlatmak için değil, kendi dayattığı fikri ortaya çıkarmak için de değil, anlamak için, yüzeydekinden aşağılara inebilmek için sormalıdır diye düşünüyorum. Bir de en az iki eseri yayımlanmış yazarları seçtim. Karalılık da önemli ne de olsa edebiyatta.

Programda “80 kuşağı” kadın yazarlarını ağırlıyorsunuz. Bu tercihin anlamına, sizdeki karşılığına da değinmek istiyorum. Sizi özellikle 80 kuşağı üzerine düşündürten/çalıştıran nedir? Neden 80 kuşağı?

Türkiye’nin büyük bir değişim geçirdiği günlerde dünyaya gelmiş insanlardan söz ediyoruz. Çocukluklarını apolitik bir ortamda geçirmiş kişiler onlar. 18 yaşına geldiklerinde milenyuma yaklaşıyordu dünya. Ya da bazısı için gelmiş geçmişti o milat. İlk eserlerini AKP iktidarında verdiler, son eserlerini de! Ortak bir noktaları var mı diye de çok düşündüm hazırlık sürecinde ama asıl derdim bu değildi itiraf edeyim. Türkiye’nin politik ortamı onları nasıl etkiledi sorusu, derinde bir yerde yatıyor elbette. Ama bu hep başka soruların cevaplarında bir gölge gibi dolaşıyor sadece.  Türkiye’de kadın olmak dediğimizde aklına ilk hangi kelimeler geliyor, diye soruyorum mesela. “Mücadele” en çok karşılaştığım yanıt. Ya da “direnmek” diyorlar. 40’lı yaşlarını süren kadınlar çoğu. 40 yaşında insan artık asıl mücadelesini tamamlamış olur. Kadın olmakla ya da bir toplumun bireyi olmakla ilgili mücadele ikinci plandadır artık. Olgun ve üretken bir döneme girmiştir. Neyi neden yaptığını bilir, kendini tanımıştır. Ama bu ülkede en az iki eser üretmiş, çoğu en az 10 yıldır yazan bu kadınların aklına ilk gelen kelimenin mücadele olması ne hazin değil mi? Kadınlık bu ülkede bir mücadele. Ve tüm bu mücadeleye bir de yazmak ekleniyor. Neden 80 kuşağı sorusunun yanıtı oldu mu bilmiyorum. Onlar hem genç hem olgun hem üretken hem her an engelleniyor aslında. Yaşarken de yazarken de… Bu koşullarda nasıl bir edebiyat çıkıyor ortaya, sorusu önemli gibi geldi bana. Neyi, nasıl anlatmayı seçiyorlar? Birbirinden çok farklı yolları, çok farklı hikayeleri, çok farklı üslupları olan bu kadınların, bu genç kadınların sesinin daha çok duyulması önemli diye düşündüm. Ve tabii tüm yazmak isteyenlere de yol gösteren bir yanı var serinin bence.