.

Kırılgan Renkler: “Kırık Beyaz”

Esin Hamamcı

esin.hamamci@sanatkritik.com

Can Gürses’in En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın kitabının ardından kaleme aldığı Kırık Beyaz, Kuzgun’un masalını anlatır. Masal, gökkuşağının renkleri üzerinden belirlenen simgelerle ilerler. Bu masal diyarı okurlarını Beyoğlu’nun son güzel demlerine, “1990’ların Beyoğlu’su”na götürür. On beş bölümde anlatılan romanın ilk bölümü “Gökyüzü” ise bu imgelemlerin ilk durağıdır.

Kırık Beyaz, epigraf ile ilk bölümün bütünleşik bir hâlde ilerlemesiyle başlar. Kitap, Leos Carax’ın Köprü Üstü Âşıkları’dan bir epigraf ile açılır: “birini seviyorsan yarın ona şöyle de:/ ‘gökyüzü bembeyaz’/ eğer o bensem, şöyle cevap veririm:/ ‘ama bulutlar kapkara’/ böylece birbirimizi sevdiğimizi anlarız.”[1] “Gökyüzü” bölümünde yazar bu epigrafı şöyle devam ettirir: “Kaldı ki gül pembelere bakıp ıstırap çekenleriniz olduğu kadar kül karası bulutlara bakıp zevk duyanlarınız da vardır aranızda.” (s.14). Anlatıcı, gökyüzünün “hayatı anlatan” bir renk kümesi olduğunu düşünür. Dinleyeceğimiz bu masalda gökkuşağı, mutlulukla bağlantılı olarak karakterler arasında kimin mutlu kimin mutsuz olacağını gösterir. Gökyüzü, insana kendini gökkuşağı gibi gösteren bir ayna olur.

Yazarın son kitabı Bir Ömrün Takvimi kitabında sıkça yer verdiği imgeler; ada, yeryüzü ve çiçekler iken, Kırık Beyaz’da renkler ve gökyüzü aşka, iyiliğe ve mutluluğa dair izlenimler barındırıyor. Bir Ömrün Takvimi’nde kitabında başrolde doğa yer alır. Başkarakterin ismi Mimoza’dır. Kitap bir ütopyayı anlatır. Konuştukları dil “çiçekçe”dir. Burada “Adalı” olma kavramı önemlidir. Ada, doğaya işaret eder ve buranın insanları mutludur. “Görünmez Ada” mutlu bir coğrafyadır. Burada yaşayanlar neşelidir ve kendilerini son derece şanslı sayarlar. Öyle ki yeryüzü insanları Adalıları dünyanın “en göz alıcı” evlatları ilan eder. Bu romanda nasıl ki “ada” bir umut ışığı gibi yeryüzünde belirir, Kırık Beyaz’da da gökkuşağı, renkler ve gökyüzü aynı anlamlarla verilir.

Gökyüzü, kendi zamanını yaşayan tek dünyalıdır. Gökkuşağı ise onun yansımasıdır ve renkler birbiriyle hemhal olmuş farklı insanları temsil eder. Renklerin temsilindeki ikinci bölüm “Kırmızı”dır. Beyazın kırılmasıyla bütün renkler doğar, ilk olarak kırmızı anlatılır. Kuzgun adlı kahraman, 34 yaşındadır. Esmer, orta boylu, güzel ama kimsesizdir. Bir gün iskelede tek başına otururken düşüncelere dalar, bir karar vermek üzeredir. Yaklaşık sekiz senedir tek başına yaşamaktadır. Kendi yalnız dünyasında kurduğu tüm kaleler, şatolar, denizler, rüzgârlar kırmızının tonlarından yapılmıştır:

“Kırmızı ruhlu bir insanın kalbi kan tutmuştur. Kalbi kan tutan, hayat karşısında ya acemi bir korkak ya da gözü kara bir cengâver hâlini almıştır. Kırmızı ruhlu bir insanın aklı tutulmuştur. Aklı kalbini, kalbi aklını tutturmuştur. Tüm bunlar bir yana asıl gerçek başkadır. Ruhu kırmızı bir insanın teninden sarsıcı nefislikte bir aşk geçmiştir, mutlaka.” (16).

“Kırmızı ruhlu” Kuzgun’un düşüncelere daldığı sıralarda “mavi” bir renk belirir. Bu renk, denizin mavisidir. Bu masalda “deniz bile Kuzgun kadar yalnız değildir.” Deniz kenarında hayallere dalan Kuzgun, herkesten yalnız ve düşünceli bir hâldedir. Burada denizin “düşünmeye sevk eden” bir zemin olduğu söylenebilir. Zira “zihin”le bağlantılı sahnelerin açıldığı ve bir “karar” alındığı sahneler çoğu zaman böyle deniz kenarında gelişir. Öyle ki anlatıcı da “karar”ın mühimliğinden ve denizin etkisinden şöyle bahseder:

“Karar, kimin kimden alacağıydı? Karar alınır mıydı verilir miydi? Kararı kim nereye verirdi? Karar kadar büyük bir sorumluluğu kim yüklenirdi? Karar kendinden alınıp kendine verilir, dedi Kuzgun. Tabii, içinden dedi. Ya kime diyecekti? Deniz bile Kuzgun kadar yalnız değildi. Söylemiştik, kimsesi yoktu bu adamın. Güleyim de boşa gitmesin, ne zaman adam olmuş Kuzgun? Kuzgun hâlâ ayan beyan çocuktu.”. (s.17).

Deniz kenarında Kuzgun’un iç sesi belirmeye başlar. Böylece onun zihnine, varlığına girmiş oluruz. Zihninin içine girdikçe Kuzgun’u yakından tanırız. Renkler böylece açılmış, anlamını vermiş olur. Rüyalar turuncu, göz kamaştırıcılık kırmızı, ana kucağı sarı, hayat yeşil, hüzün mavi, boğucu ve baskıcılık lacivert, acı bir tatlılık ise mor rengi temsil eder. Bu renklerin arasından geçen Kuzgun, kendi rengini, yani “ses”ini bulur.

“Güneş” bölümünde, her sabah yeniden doğan güneş ile tanışırız. Çocuğu dünyadır. Dünya, her gün gözlerini biraz daha yaşlanarak açar. Güneş, her gün yeni çocuklar doğurmaktadır. Her doğumu onu biraz daha gençleştirir ve “kâinatın başrol oyuncusu” yapar. İnsanların arzularını, öykülerini, düşüncelerini, inançlarını, özlemlerini ise her sabah sabırla boyar. Kendisi “vefalı bir sanatçı”dır. Yeryüzünün ressamıdır. Güneşi bulmak, bu romanda huzuru bulmak demektir. Ana kucağı sarısının anlamı da buradan gelir. Çünkü herkes dönüp dolaşıp onu arar.

Kuzgun, bunca rengin arasından geçerken kendini bir gün göz yaşları içinde Beyoğlu’nda bulur. Hiç bilmediği, bu kalabalık yerden kaçıp evine gitmek ister. Yeşilçam Sokağı’nı, Emek Sineması’nı birlikte dolaşırız. İstiklâl’in simitçilerinden çay alıp soluklanmadan caddede yürümeye devam ederiz. Renkler de bu yolculukta Kuzgun’a eşlik eder. Pasajların içinden geçilir, kitapçılara uğranır. Müzik, Bir Ömrün Takvimi’nde olduğu gibi yolculuğa eşlik eden bir unsur olur. Johhny Cash’in sesi “kırmızı” bölümünde anılarak, müzisyen “peri kılığına girmiş biri” olarak anılır. Güneş’in ardından gelen “Turuncu” bölümünde çalan müzikle aşk anılır. “Aşkla korku birbirini yermiş” denilir ve her sarhoşluk anında defalarca dinlenen şarkı yine duyguları temsil eden bir unsura dönüşür:

“Ne zaman şişenin dibine vursa Bahtiyar, Kemancı Necip’le Kanuni Remzi’ye ‘Sarmadımsa da belden/ Geçmedim bu emelden/ Bir hazin maceradır/ Onu aldılar elden/ Başkasına yâr oldu/ Eller bahtiyar oldu/ Gönlüm hep baştan başa / Viran bir diyar oldu’yu çaldırır, kendisi de söylerdi. ‘Bak bak… Duydun mu? Beni diyor… Bahtiyar diyor… Ben olacakken yârimle… Eller oldu… Ey gözünü sevdiğim, canına yandığım hayat! Neyse ki şarkılar unutmuyor beni…” derdi her defasında.’ Korkardım. Ya ben de bir gün Kuzgun’un elinden giderdiysem? Kim korkarsa başına gelirmiş. Hele aşk gelmişse başına…” (s.34)

Kuzgun’un İstiklâl’de, Beyoğlu’nda dolaştığı sahneler ince ince işlenmiş detaylarla dolu. Özellikle Sanat Kritik olarak bizim de içerisinde yer aldığımız Avrupa Pasajı da burada kendine bulur. Avrupa Pasajı’ndaki sahaf, Bir Ömrün Takvimi’nde de geçen bir mekân. Kırık Beyaz’da da pasajlar önemli bir yer tutar ve Avrupa Pasajı’ndaki sahaf Lâl Devran aracılığıyla karşımıza çıkar. Beyoğlu’ndaki pasajların önemi ise şöyle anlatılır;

“Pasajları vardır Beyoğlu’nun. Caddenin eli koludur bu pasajlar. Kuzgun pasajları, pasajların dükkânlarını, dükkânların esnafını, esnafın gündelik alışkanlıklarını, gündelik, alışkanlıkların duygularını, duyguların düşüncelerini, düşüncelerin seslerini, seslerin ayaklarını, ayakların yürümelerini, yürümelerin çoğulluğunu, çoğulluğun tekilliğini, tekilliğin yalnızlığını, yalnızlığın yüzünü, yüzün gözünü, gözün tekini, tek göz cadde İstiklâl’i, İstiklâl’in eli kolu pasajlarını, antika mı antika pasajlarını, İstanbul’un çeyiz pasajlarını tavaf ederken aklında buna benzer şeyler dönüp dolaşırdı: Bir yerin eli kolu. ‘Köyümün eli kolu kimindi’ye çıkan sık pasajlı düşünmelerden geçer dururdu.” (36-37).

Pasajların dışında Kuzgun’un Beyoğlu’nda dikkatini bir başka nokta çeker, o da denize inen yoludur. Bu yol onu büyüler. İstiklâl Caddesi’ni dümdüz aşağı inip yokuş aşağı vurunca, pasajların labirentinin dibinin denize vardığını görür. Deniz, Kuzgun’un zaman kadar bilmediği bir şeydir. Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bu masal anlatılırken renklerin yavaş yavaş solduğu görülür. Tüm renkler “beyaz”la başlar. Beyaz giderek kırılır. Ortaya çıkardığı gökkuşağı, tüm duyguların temsili hâline gelir. Hepsinin arkasında ise simsiyah bir gerçek yatmaktadır. Bu nedenle masalın sonuna yaklaştıkça tüm renkler adeta kararır. Kuzgun, “gerçek”lerle tanışır ve bunun rengi siyahtır.  Kırık Beyaz’ın sayfalarını çevirdikçe karşımıza çıkan çizim Erkin Urcan’ın çizimleri ise bu yolculuğun anlamına paralel ilerleyerek eşlik eder.  


[1] Can Gürses, Kırık Beyaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2022.